9) Bana yeniden düşünebilmeyi öğretebilir misin Abidin?
Hikâyenin doğduğu yer çocuk edebiyatı olduğunda, adımlar olabildiğince esnek, hikâyenin uzanabildiği sınır noktası belirsiz, realitenin ayakları yerden kesik, karakter yaratımı var olan algının çok daha ötesine uzanabiliyor. Çünkü tüm bunlar, her şeyden önce çocuk yazının doğasına uygun; onu besleyen, niteliği arttıran ve aktarımı estetize eden unsurlar. Peki biz yetişkinler, ucu bucağı belirsiz bu yolu adımlarken neden bu kadar esnek olamıyoruz?
Yetişkinlikte kaybettiğimiz, belki biraz da “çocukça” bulduğumuz pek çok şey gibi düş gücümüzün sınırları da daraldı. Esnekliğin önü, tam da bu nedenle tıkalı. Gerçekliğinden emin olmadığımız hiçbir sorunun muhatabı kılmıyoruz kendimizi. Emin olmak istiyoruz. Emin ve güvende. Daha evvel düşünmediğimiz şekilde düşünebilmek, “ya şöyle olsaydı?” sorularına yanıt aramak, burun kıvırdığımız şeyler silsilesine eklemleniyor. Zihnimiz, düşüncelerini belli bir çerçeveye oturtmuş; eşyaya ve kâinata bakışında hiçbir boşluk bırakmayan bir noktaya evriliyor. Çocukluktan yetişkinliğe uzanan zinciri büyüten bir eklemlenme daha!
Bir masa, erişkin bir kişi için işlevi tamamlanmış ve tek bir amaca hizmet etmek için varken çocuk için böyle midir? Masa, üzerine çarşaf atıldığında bir kamp çadırına dönüşebilir kolaylıkla. Bir gardırop, takım yıldızlarıyla birlikte çalışan bir uydu treni olabilir. Bir guguklu saat, herhangi bir hikâyenin baş karakteri olabilir çocuk için. Her an, sonsuz kere değişebilen bir yaratımdan söz ediyorum. Yetişkinlikte kaybettiğimiz bir şey bu. Bir eklemlenme, zincire bir halka daha.
Zihnimizdeki zincir bu kadar uzunken yeniden yaratıcı düşünebilmek mümkün mü? Durduğumuz o ilk noktayı yeniden hatırlamak? Bunun için keşke kısa bir yol haritası ve bir çıkış güzergahı işaret edebilsem size, fakat ne yazık ki böyle bir şey yok. Nitelikli çocuk kitapları, bu yolu bir miktar kısaltabilir belki. Zihnimizin köşeleşmiş kısımları için zımpara görevi üstlenebilir, yeniden farklı ve özgün düşünebilmek için zihni eğitecek bir araca dönüşebilir, fakat ya sonrası? Sonrası kişinin kendini yeniden var edebilmesiyle ilgili. Düğümü çözecek olan da o.
Aslında tüm bunlar, asıl söylemek istediğim asıl şey için bir girizgahtı. Evet, uzun olduğunun farkındayım fakat tepeden inmeci bir yaklaşımdansa çocuklukta kaybettiğimiz bir noktadan mülhem, bir başka noktaya işaret edebilmeyi diledim.
Çocuk edebiyatında, verilmek istenen aktarım ile sanat arasındaki mesafe korunmadığı taktirde, edebiyatın kötü bir taklidiyle karşı karşıya kalıyoruz. Aktarım estetize edilmediğinde, duyduğumuz yalnızca ulu orta bağıran çirkin bir “bilirkişi” sesi oluyor. Mizah ve ironiden, mitoloji ve fantastikten beslenen çocuk yazını, bu sesi biraz olsun kısıp estetize edebiliyor. Bu ırmaklardan beslenebilmenin yoluysa çocuklukta yitirdiğimiz şeylere dair bakışı yeniden, daha derin, daha daha derin bir biçimde hatırlamaktan geçiyor. Aksi halde çoğala çoğala soysuzlaşan edebiyatvari metinleri konuşuyor olacağız. Bu kimin umurunda?