5)Yazarken okuru düşünmek mi?
Birazdan ifade edeceklerimi çocuk yazını dışında, edebiyatın herhangi bir dalı için konuşuyor olsaydık hatalı bir söylem içinde olduğumuzu söyleyebilirdik pek tabii. Bir metni okur odaklı kaleme almanın, yazarken okuru düşünmenin sanatı gölgeleyeceği herkesin malumudur. Ancak çocuk edebiyatında durum biraz farklı. Sanata ket vuracağını söylediğimiz şey, burada bir çeşit zorunluluğa dönüşüyor. Karşımızdaki kitlenin sınırlı deneyime ve yaşanmışlığa sahip bir kitle olması, kız ve erkek okurlar arasında bile ciddi tercih farklılıklarının oluşu, yazarken bu kitleyi düşünmeyi zorunlu kılıyor. Üstelik burada, yetişkin edebiyatından farklı bir durum söz konusu. Çocuklar için yazan kişiler yetişkinler ve bu, kendilerinden çok daha küçük yaş grupları için yazdıkları anlamına geliyor. Sadece bu sebep bile, çocuk özneyi düşünmeyi zorunlu kılıyor. Üstelik çocuğa görelik ilkesinin bir sonucu bu. Hatta biraz daha ileri götürerek şöyle ifade edebiliriz: Değişen algı, değişen çağ ve teknolojik gelişmeler çerçevesinde, çocuk ve çocukluk kavramı üzerine her an yeniden düşünmeye ihtiyacımız var. Her an yeniden düşünüyor olmak hem metnimizi hem de çocuk edebiyatı algımızı mütemadiyen revize edecektir. Sürekli yenilenen, dinamik, sonsuz bir değişim ve döngüyü içeren bir süreç bu.
6) Çizginin de bir metin olması
Resimli kitaplarda illüstrasyon, akıp giden metne dahildir. Özellikle, Picture Book dediğimiz okul öncesi dönemi kapsayan resimli kitaplar için söyleyebiliriz bunu. Metinle çizimlerin senkronize oluşu ve çizimin metindeki dokuya sağladığı uyum, eserin niteliğinin altını kalın çizgilerle çizer. İyi çizim ve iyi mizanpaj, metinle birlikte düşünüldüğünde resimli kitapların niteliğini arttıran birincil faktördür ve kitabı yukarı taşır. Tam tersinden düşünelim; iyi metin, parlak bir fikir, kötü resimlemeyle buluştuğunda ne olur? Bu, elbette metni de aşağı çekecek, basitleştirecektir. Biri, diğerinden ayrı düşünülemez çünkü. En çok da bu sebeple çocuk edebiyatı, yalnızca esere giren kelimelerden ibaret değildir, bir de ifade edilmeyen kelimeler vardır, onları da illüstratör, çizgileriyle tamamlar. Yazar resimli kitaplarda, her şeyi söylemenin telaşında değildir tam da bu sebeple. Detaylar atlanabilir, hatta bazen çizgiler sese dönüşebilir.
“Ya binlerce kişiyle birlikte,
Hiç bilmediğim bir yere gitmek zorunda kalsaydım?
Ne kadar kalacağımızı bilmediğimiz bir yere.
Eve dönebilmek için orada ne kadar beklememiz gerekirdi?”
“Başka Bir Yerde Yaşasaydım?” kitabında geçiyor bu alıntı. Metnin olduğu sayfaya büyükçe bir gemi resmedilmiş, geminin içi hıncahınç. İnsanların bazılar kıpırtısız dururken bazıları giderek bozulan havaya, bazılarıysa dalgalara bakıyor. Hemen aşağıda bu büyük gemiye yetişmeye çalışan minik bir sandal var. Kahramanımız orada, gemiye doğru kürek çekiyor. Ortak bir duygu var ama yazarın kelimeleriyle anlattığı bir şey değil resmedilen. Peki bir zıtlık var mı? Hayır. Ayrı düşünülemeyecek bir uyum ve yeni bir yaratım var.