13. Sayı Kitaplık

17 dakikada okunur

Boğazın Sularına Atılan Kitap
Zeki Bulduk

Okuduktan sonra hemen boğazın sularına atılması ve hızlıca unutulması gerekiyor bu romanın. Ama öncelikle canlı ve kanlı olan bu büyük kurmacanın iş bilir biçimde öldürülmesi gerekiyor. Belki yüzyıllık, neredeyse binlerce yıllık bir tarihe bakan ve ülkemizin birkaç yılında yaşanan kavganın, mevzuların el yordamıyla tarihteki bağlarını kesmeli kesinlikle. Ardından karakterleri… Epey bir karakter var romanda, sayalım: Selim İleri, Hermann Hesse, Sezen Cumhur Önal, U2, Martı -şu Jonathan olan-, Sezen Aksu, inanır mısınız Stanjslav Lem, inanmazsanız Unamuno, hatta Kemal Tahir, Neşet Ertaş, Mustafa Kutlu, biraz da Fikret Kızılok. Hepsi ve daha fazlası yok edilmeli. Ya da hepsi tek kişilik hücrelerde, kapı ardında bırakılmalı ki, unutulsun. Ardından Mem u Zin yakılmalı misal. Diğerleri de. Uzak şehir tüm bu gerçeklikler içinde haritadan silinmeli, Aykırı Öyküler Radyosu patlatılmalı. Elif, Musahhih, Saliha Reyna, Marut ve Harut’un kimliklerine el konulmalı. Ardından bu kitap boğazın sularına atılmalı. Çünkü bu kitap çok can aldı, çok kan aktı, atın ve unutabilirseniz unutun onu.

Dar Zamanlar Üçlemesi
Adalet Ağaoğlu

Adalet Ağaoğlu’nun Dar Zamanlar üçlemesi, Ölmeye Yatmak (1973), Bir Düğün Gecesi (1979) ve Hayır (1987) adlı üç romanını içerir. Ölmeye Yatmak ölü bir kabuğa dönüşen benliğinden sıyrılmayı deneyen Aysel’e, Bir Düğün Gecesi bir ikiyüzlülük geçidine dönüşen törenin üyelerine, Hayır ise artık yaşamının her anlamda kıyısına çekilmiş Aysel’e odaklanmıştır. Adalet Ağaoğlu, Dar Zamanlar üçlemesinde, 1938’den 1980’lere uzanan dönemin toplumsal, politik dönüşümlerini, aydınlar arasından seçtiği karakterlerin kimliklerine yönelik sorgulamalarıyla yansıtmayı seçmiştir. Bir Düğün Gecesi de 12 Mart romanları arasında sayılır, fakat biçem olarak diğerlerinden ayrışır ve özgündür. Diğer 12 Mart romanlarında kontrgerillayı, cezaevlerini, sıkıyönetimi anlattılar yazarlar. Bir Düğün Gecesi’nde ise darbenin getirdiği duygusallıklardan kurtulmuş toplumsal gerçeğe daha nesnel bakabilen karakterler söz konusudur. Üçüncü roman Hayır, 12 Eylül 1980 sonrası bir eser olarak daha farklı bir sese sahiptir. Aynı toplumdaki aydınlar gibi Doçent Aysel de kırılmış, dökülmüş biridir artık.

27 Mayıs Darbesi ve Bizler
Nilüfer Bayar Gürsoy

Türk demokrasi tarihinin en önemli kırılma noktalarından biri muhakkak ki 27 Mayıs 1960 Darbesi’dir. Bu elim hadise neticesinde Demokrat Parti kapatılmış ve dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, başbakanı Adnan Menderes ve diğer devlet erkânı tutuklanarak yargılanmak üzere Yassıada’ya götürüldüler. Artık ne onların hayatı eskisi gibi devam edecekti ne de ailelerinin… 27 Mayıs Darbesi ve Bizler kitabı, birçok sorunun cevabını vermekle birlikte; 27 Mayıs 1960 tarihinden itibaren Yassıada duruşmalarının başladığı 14 Ekim 1960’a kadarki süreci, Celal Bayar’ın kızı Nilüfer (Bayar) Gürsoy’un samimiyetle paylaştığı anılarla aktarıyor. Yassıada süreci ve sonrası, şimdiye kadar hep Demokrat Partililerin hatıraları, mahkeme zabıtları ve o günlerin siyasi sürecinden bahseden eserlerle sınırlıydı. Fakat Gürsoy’un tüm tutuklu ailelerinin yaşadıklarıyla beraber kendi ailesine tatbik edilen özel muameleyi de anlattığı bu eser, önemli bir tarihî boşluğu doldurarak, Türk demokrasi tarihinin gözden kaçmış, karanlık bir dönemini aydınlatıyor.

İkna Odası
Yıldız Ramazanoğlu

“İyi ki beni almadınız, dedi Nermin. Ben de sizi almadım diye düşünürken içini yüce duygular doldurdu. Giremediği yeri iyice yerdi içinden. Hatta yerden yere vurdu ki bu kurum kurum kurumlanan kurumların aşkı yeniden yeşermesin içinde. Burada gördüklerimi görmek, şehrin dört bir yanını dinlemek nasip işi. Bana yaptıklarınız yüzünden acımı hemen öteki acılara aktarıp bir çırpıda giriyorum içlerine. Öteki ruhların rengine bürünmem saniyelerimi bile almıyor. Bir söylev yükseldi içinde. Ey beni yadsıyan sıkışmış ruhlar, siz kendinizce sınıflandırmalar yapıp binlerce pırıltılı kalbin adını silerken, herkesi tek giysili ve tek düşünüşlü bir bedende toplamak için güç birliği yaparken ben süzülüp uçup gideyim aranızdan. Sizi odanızda bırakıp. Duvarların, tel örgülerin, demir kapıların, yükselen amfilerin, kara cüppelerin içinde. Ben burada yüzüne gözüne çöpler yapışmış insanlarla kötülüklerin üzerine yürüme derslerine katılmaktan mutluyum.” Yıldız Ramazanoğlu’nun İkna Odası, Türkiye yakın tarihinden bir deneyim romanı! Roman; Nermin, Nuray ve Seher adlı üç arkadaşın yükseköğretim kurumlarında uygulanan başörtüsü yasağı tecrübesi üzerinden kurgulanarak, modern zamanda hayatta var olma mücadelesi veren üç kadından kesitler vermektedir.

Karanlığa Direnen Yıldız
Sevinç Çokum

Sevinç Çokum, Karanlığa Direnen Yıldız’da Türkiye’de siyasi hayatın önemli durağı 27 Mayıs 1960 Darbesi’nin etrafında dolaşarak farklı farklı kişilikleri sergiliyor. Aynı apartmanı paylaşan dostların, yakınların ayrılan sofraları; dahası ihanetler, ikiyüzlülükler, esir vicdanlar… Roman sosyal çalkantıların temelinde ferdî zaafları görüyor ve bunları ustaca yansıtıyor. Romanın kahramanı Feridun, özgür bireyi ararken dönem medyasının insan topluluklarını kurnazca manipüle edişlerine şahit olur. Feridun’un benliğindeki kargaşada yer tutan bir başka sevdaysa İncenaz… Sevinç Çokum Karanlığa Direnen Yıldız’da sosyal bir dönem(ec)in içinde capcanlı insan hikâyeleri anlatıyor. Babamın odasındaki ağırbaşlılık oda kapısından çıkarken son bulur, ondan sonra genç kız dağınıklıklarına, aşağıki evden taşıdığımız sandık ve konsollar içindeki ayrı dünyaya geçilirdi. Binbir Romanlar, Yelpaze, Ses, Hayat mecmuaları, La Familialar, romanlar, şiir defterleri, artist resimleri, çikolata yaldızları, krepon kâğıdından Cumhuriyet Bayramı süsleri, müsamerelerde giydiğim çoğu yeri yırtılmış kâğıt elbiselerim, kumaş artıkları, kurutulmuş çiçekler, dergilerden kesilmiş gül desenleri, tavus kuşu tüyleri… İşte o kadar. Başka ne getirebildik o dönemden yukarıya?

Darbeler Tarihi
Cemil Koçak

15 Temmuz darbesi, Türkiye’de darbeler tarihini hatırlamamıza bir kez daha vesile oldu. Ülkemizde ordu-politika ilişkisinin ayrıntılı bir şekilde bilinmesi gerektiğini de ortaya çıkardı. Sanılanın aksine; ordunun politikaya müdahalesi, 27 Mayıs 1960 darbesiyle başlamadı. Aksine, Türkiye’de ilk cunta 1946 yılında kuruldu. Bu şu anlama geliyor: 15 Temmuz darbesinin yetmiş yıllık bir geleneği var bu ülkede… Ve bu gelenek yeterince bilinmezse; 15 Temmuz’un analizini yapmak da o denli güçleşir. Bu kitapta; 1946 yılında kurulan ilk cuntalardan başlayarak; Demokrat Parti’nin iktidara geldiği 1950 yılında ordunun müdahale ihtimâline; oradan 27 Mayıs 1960 darbesine; ardından Talât Aydemir’in başarısız iki darbe teşebbüsüne; 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963’e; nihâyet 9 Mart ve 12 Mart 1971 darbesine yol alıyorum. Bu darbelerin birbirleriyle olan bağlantısını kurmaya gayret ediyorum. Darbecilerin zihniyet dünyasını açığa çıkarmayı amaçlıyorum. Darbelerin kendisinden çok onların zihinsel hazırlığı ve ideolojisi önemlidir çünkü… Bu zihniyet dünyası ve ideoloji, yeni yeni darbelerin filizlenmesine neden oluyor.

Çıplak Ayaklıydı Gece
Ahmet Ümit

“Büyük bir çatışma çıkmıştı kentte. Biz, insanlar, çiçekler, karıncalar, kuşlar, balıklar ve yıldızlar öldürülmesin diye sokaklara renk renk yazılar yazıyor, duvarlara afişler asıyorduk. Hepimiz gençtik; yaşlı olanlarımız da vardı aramızda ama hepimiz gençtik. Onlar, insanları, çiçekleri, karıncaları, kuşları, balıkları ve yıldızları öldürmek için çıkmışlardı sokağa. Hepsi yaşlıydı; genç olanları da vardı aralarında ama hepsi yaşlıydı. Ve hepsi silahlıydı. Çeşit çeşit sustalılardan otomatik tabancalara kadar bir iyice kuşanmışlardı silahlarını. Bir köşe başında bekliyorlardı bizi. Bekledikleri yerde karşılaştık. Belki daha elverişli bir köşe başı ve daha uygun bir zaman bulunabilirdi ama bu karşılaşma kaçınılmazdı. Çatışma uzun sürdü. Karanlık bir dönemin bitişinden karanlık bir dönemin başlangıcına kadar. Yenilmiştik. Yenileceğimiz belli değildi ama çok da şaşırmadık. Şimdi kaçıyorduk işte. Yakalanmamak için, yeniden dövüşebilmek için kaçıyorduk. Belki de bastığımız bu ham toprak İstanbul’un karanlık, suskun sokaklarıydı. Bırakıp geride karımızı, çocuğumuzu, basılacak evimizi terk ediyorduk…”

251 Mektup 15 Temmuz Şehitlerine Mektuplar
Gülcan Tezcan

15 Temmuz’da bu topraklara yönelen her tür darbe ve işgal girişimini çıplak elle bile durdurabilecek bir iman gücüne sahip olduğumuzu bir kez daha tüm varlığımızla gösterdik. O gece bütün dünyaya parmak ısırtan, dünya tarihinin görüp göreceği en büyük devrim yaşandı.
Her devrimin kahramanları olduğu gibi 15 Temmuz’da da bu milletin kaderini tersine döndüren yiğitler vardı. 251 vatandaşımız şehit edildi, 2 bin 700’den fazlası gazi oldu.
Bugüne dek şehitlerimizle ilgili pek çok kitap hazırlandı. Ancak bu çalışmalarda yer alan şehitlere ait biyografilerde birtakım bilgi yanlışları da dikkati çekiyordu. Şehit aileleri ile yakın temas halindeki 15 Temmuz Derneği şehitlerimizin biyografilerinin en doğru şekilde yer alacağı bir kitap yapmak üzere yola çıktı. Biyografilerin yanı sıra 15 Temmuz kahramanlarına hitaben her şehide özel mektuplar da kaleme alındı.
251 şehide aile fertleri, anneleri, kardeşleri, arkadaşları ya da onları hiç tanımamış, ömründe bir kez bile karşılaşmamış olanlar onlara minnetini, hayranlığını, dualarını ve vefasını dile getirdi bu mektuplarda.
Bir kısmı edebiyatçılar tarafından kaleme alındı mektupların. Yazarların çoğu 251 şehit gibi farklı yaş grupları, sosyal çevre ve mesleklerden isimler oldu.
15 Temmuz dersinden sınıfı geçebilmek için 251 ismin her birini çok iyi tanımamız, isimlerini, nasıl yaşadıklarını, ne için can verdiklerini çok iyi bilmemiz gerekiyor. Bu da onların hatırasını her daim canlı tutmakla mümkün.
İşte bu kitap milletimizin 251 kahramanı ve onların hatırasını yaşatmak niyetiyle yazıldı.

 

Önceki Yazı

İstanbul’un hafızasını koruyamıyoruz

Sonraki Yazı

Hacı Bektaş-ı Veli’yi Ne Kadar Anlıyoruz?

Son Yazılar