Her kitap kurdu yıl sonunda şöyle bir dönüp bakar yıl içinde kaç kitap okuduğuna, hangi kitapları okuduğuna. Kimimiz liste tutarız. Okuduğum kitaplar ve okuyacağım kitaplar şeklinde listeleriz. Benim de bu şekilde listelerim var. Bu yıl da yıllarca okunacak, kaynak olarak kullanılacak edebi değeri yüksek çok sayıda eser yayımlandı. Bazısı Türkçe orijinli bazısı da çeviri çok sayıda eser verildi bu yıl. İçlerinden dikkatimi çokça çeken 10 kitap var. Bu kitapların bir kısmını okumak, bir kısmını incelemek nasip oldu. İmkanımız olsa da tüm güzel kitapları okuyabilsek. En azından bu listedeki kitapların tamamını okumuş olmak isterim. Sizler için bu sayıda Nazan Bekiroğlu, Orhan Pamuk, Olga Tokarczuk, Murat Menteş, Ahmet Ümit, Mustafa Namık Çankı, Paulo Coelho, Zülfü Livaneli ve Tarık Tufan’dan birer eserle birlikte kolektif bir çalışmanın ürünü olan bir başka önemli eser seçtim. Keyifli okumalar dilerim.
Kehribar Geçidi
Nazan Bekiroğlu
Kusurlu bir sikke elden ele, keseden keseye geçerek bütün Roma’yı nasıl dolaşır? Hikâyeyi hikâyeye, yolu yolcuya, rüyayı rüyete, yedi kişiyi erdemli bir köpeğe nasıl bağlar? Gölgelerin mağarasına dönen haberci her defasında niye taşlanır? Kehribar Geçidi, MS 300’lü yıllarda İmparator Diocletianus Roma’sında bu sorulara cevap arıyor. Okuyucularını Forum’un, Colosseum’un, Senato’nun, Tiber ırmağının, Şifa Tapınağı’nın, sonradan kaybedilmiş veya hiç edinilmemiş özgürlüklerin, hitabetin, yazmaların, lâhitlerin, şifalı otların, kurtların kuşların, dağların, en dehşetli dövüşlerin, toga picta’nın ve dikenli deniz salyangozlarının arasında uzun bir yolculuğa davet ediyor. Berrak fakat derin dili, karakterlerinin canlılığı, olaylarının sürükleyiciliği, dönemsel detaylarının zenginliği, can yakıcı meselelerinin her daim geçerliliği ile tarihin özel bir noktasından çekip çıkarılmış olsa da evrensel insanlık hallerine dair söyleyecek sözü olan destansı bir başyapıt. Sekiz yıllık bir emeğin sonucu.
Veba Geceleri
Orhan Pamuk
Orhan Pamuk’un üzerinde 5 yıldır çalıştığı Veba Geceleri, 1901 yılında 3. Veba Pandemisi döneminde Osmanlı’nın 29. Vilayeti Minger adasında geçiyor. Hem sürükleyici bir siyaset ve aşk romanı hem de Pamuk’un salgın, karantina, devlet ve birey konularını bir masal havasıyla tartıştığı bu tarihi roman, konusuyla yaşadığımız günlere de ışık düşürüyor. 1901 baharında Osmanlı İmparatorluğu’nun 29. vilayeti Minger Adası’nda veba salgını baş gösterince Sultan Abdülhamit önce Sağlık Başmüfettişi kimyager Bonkowski Paşa’yı, onun arkasından da genç ve başarılı Doktor Nuri’yi salgını durdurması için adaya gönderir. Padişah kısa bir süre önce genç doktoru, sarayda hapis hayatı yaşattığı ağabeyi önceki padişah V. Murat’ın kızı Pakize Sultan ile evlendirmiştir ve Pakize Sultan da bu yolculukta kocasına eşlik etmektedir. Adada ise genç ve milliyetçi Osmanlı subayı Kolağası Kâmil, onun âşık olduğu adalı Zeynep ve her şeye yetişmeye çalışan Vali Sami Paşa ile güzel sevgilisi Marika vardır. Karantina yasaklarına itaat edilmesi için çaba harcayan bu insanların vebayla, adadaki geleneklerle ve sonunda birbirleriyle ve ölüm tehditleriyle savaşının ve yaşadıkları aşkların hikâyesidir Veba Geceleri.
Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde
Olga Tokarczuk
Janina, uzak bir Polonya köyünde, karanlık kış günlerini astroloji çalışarak, yıldız haritalarını inceleyerek, William Blake’in şiirlerini tercüme ederek ve varlıklı Varşova sakinlerinin yazlık evlerine göz kulak olarak geçirir. İnsanlar yerine hayvanlarla vakit geçirmeyi tercih eder, fazlasıyla tuhaf ve münzevi tavırları kimilerine göre “kaçık”lıktır. Bir gün komşusu Koca Ayak gizemli bir şekilde ölü bulunur. Gelecek günler daha da tuhaf ölümleri beraberinde getirir. Şüpheler ve soru işaretleri yükselirken Janina, tuhaf teorileriyle kendini soruşturmanın göbeğine yerleştirir. Birileri ona kulak verseydi her şey böyle mi olurdu oysa…
Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde tuhaf bir gerilim masalı, bir kara komedi, her şeyiyle kendine özgü bir hikâye. Akıl sağlığı ve çılgınlık, suç ve adalet, doğa ve insan arasındaki karanlık sınırların kışkırtıcı bir keşfi. Çağdaş Polonya edebiyatının en güçlü sesi, Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Olga Tokarczuk’tan baş döndürücü bir roman.
Fink
Murat Menteş
Bu romanda anlatılanlar gerçek olmasaydı, onları uyduramazdım. Küresel markaların reklam yüzüydü. Hollywood yıldızlarıyla takılıyordu. Yakuzaların kara listesindeydi. Cami cemaati ona ‘Muhammed Ali’ diyordu. Prensin teklifini reddetti. Koruması dünya şampiyonuydu. Krala secde etmedi. Kaplan saldırısından kurtardığı kadınla evlendi. Danimarka’da mimar olarak iş bulamayınca… Taksi şoförlüğü ve bulaşıkçılık yaptı. 2 yıl psikiyatrik tedavi gördü. 130 kilo olmuştu. Ve şimdi geri döndü! 2002’de Kıvanç Tatlıtuğ’un kazandığı modellik yarışmasında dereceye giremeyince Hong Kong’a gidip Goku Sky adını alan ve Asya-Pasifik ülkelerinde tam 10 yıl fırtına gibi esen top-model Göksenin Yıldırım’ın inanılmaz ama gerçek hikayesi! Baştan sona seci sanatının kullanıldığı ilk modern roman! “Upuzun bir rap şarkısı! Fink’i bestelemek isterdim.” Gazapizm. “Yepyeni bir üslup! Murat Menteş kendi kendisiyle düello etmiş ve kazanmış!” Taner Elhan. “Fink müthiş bir roman. Fakat anlatılanların gerçek olması… İşte bu cidden olağanüstü!” İlkay Yıldız. “Fink, anlatıya direnen bir kaos; Menteş onu kozmosuna uyarlıyor. Menteş genelde icat eder, bu kez keşfediyor. Goku ile birlikte görkemli ve sansasyoneller.” Yalın Alpay.
Kayıp Tanrılar Ülkesi
Ahmet Ümit
Ahmet Ümit’ten polisiyeyi arkeoloji ve mitolojiyle harmanlayan usta işi bir roman. Berlin Emniyet Müdürlüğü’nün cevval başkomiseri Yıldız Karasu ve yardımcısı Tobias Becker, göçmenlerin, işgal evlerinin ve sokak sanatçılarının renklendirdiği Berlin sokaklarından Bergama’ya uzanan bir macerada, hayatı ve insanları yok etmeye muktedir sırların peşinde bir seri cinayetler dizisini çözmeye çalışıyor. Soruşturmanın Türkiye ayağında sürpriz bir ismin olaya dahil olmasıyla heyecanın dozu gitgide artıyor. Kayıp Tanrılar Ülkesi, Zeus Altarı ve Pergamon Tapınağı’nın gölgesinde mitlere günümüzde yeniden hayat verirken, suçun çağlar ve kültürler boyu değişmeyen doğasını bir tokat gibi yüzümüze çarpıyor. “O yüzden unuttuk dediğiniz yerden başlayacağım. Unutmanın bedelini ödeyecek unutanlar. Cezaların en şiddetlisiyle ödüllendirilecek saygısızlık yapanlar, kalbi yerinden çıkarılacak beni kalbinden çıkaranların, yüzlerinin derisi yüzülecek benden yüz çevirenlerin…”
Metafizik
Kolektif
Birinci Cilt: Ekoller, Yöntemler ve Büyük Anlatılar İkinci Cilt: Varlık Düşüncesi ve Sıfatlar Üçüncü Cilt: Nedensellik, Ruh, Nübüvvet ve Meâd Elinizde tuttuğunuz eser, iki grupta toplanmış metinlerden oluşmaktadır. Birinci gruptakiler, kelam, felsefe ve tasavvuf dâhilinde bulunan ekollerin bütüncül bir tasavvurunu vermeyi amaçlamaktadır. Ekol yazılarında önce ekolun çıkmasına sebep olan amillerin tahlil edildiği tarihsel arka plan, ekolun temel iddiaları, diğer ekollerden ayrışmasını sağlayan görüşleri, yöntemi, takipçileri ve eleştirmenleri anlatılmaktadır. İkinci grup yazılar ise anlatılan ekollerin metafizik teorilerinden oluşmaktadır. Teori yazılarında önce teori hakkında bütüncül tasavvur veren bir girişten sonra teorilerin çözmeyi amaçladığı sorun, temel iddiası, ana kavramları ve önermeleri, taraftarları ve eleştirmenleri ve tarih içindeki dönüşümleri anlatılmaktadır. Her iki gruptaki yazıların başında ekolu ve teoriyi tanıtmayı amaçlayan birer giriş kartı yer almaktadır. Görüşlerin teoriler halinde anlatılmasının sebebi, uzmanların dışında genel okuyucu için de takip edilebilir bir içerik sunmasıdır. Bu bağlamda kitabın muhatap kitlesi, düşünce tarihinin herhangi bir alanında uzman olsun veya olmasın bütün okuyuculardır. Her bir teorinin temel kavramları ve önermeleri ile tarih boyunca geçirdiği dönüşümlerin belirginleştirilmesi, bütün okuyucularda teorinin içeriğini oluşturan görüş hakkında genişletilebilir, sürdürülebilir ve müzakere edilebilir ortak bir birikim oluşturacaktır. Prof. Dr. Ömer Türker’in uzun yıllara sâri bir titizlik ve gayretle ortaya koyduğu İslam Düşüncesinde Teoriler projesinin bu ilk adımı olan ve üç cilt halinde yayımlanan Metafizik eseri, serinin gelecek diğer kitaplarıyla beraber düşünüldüğünde ortak bir dil kurmanın ve ortak bir düşünce hamlesi yapabilmenin imkânını oluşturacak devasa bir adımdır. Ketebe Yayınları olarak insanlığın büyük düşünce tarihinin daha net anlaşılmasına imkân sağlayacak böylesine devasa bir projenin hayata geçmesine vesile olduğumuz için müftehiriz.
Okçu’nun Yolu
Paulo Coelho
Her okun uçuşu farklıdır. Bin ok atarsan, bini de sana farklı bir yol gösterecektir: Okçunun yolu işte budur. Ülkenin en mahir okçusu Tetsuya bir köyde mütevazı bir marangoz olarak yaşamını sürdürmekteyken bir gün uzak diyarlardan gelen bir okçu ona meydan okur… Tetsuya bu meydan okumayı kabul ederek okçuluk felsefesini hem yabancı okçuya hem de köyün delikanlılarından birine aktaracaktır. Paulo Coelho’nun Okçu’nun Yolu’nda dile getirdiği öğreti sadece okçuluğa değil hayatın her alanına uygulanabilecek, yolu nice erdemden geçen bir ilkeler bütünü. “Kaleme aldığım bu metinde yay, ok, hedef ve okçu aynı gelişim ve sınama mekanizmasının bütünleyici birer parçası.” Paulo Coelho. Brida (1990), Piedra Irmağı’nın Kıyısında Oturdum Ağladım (1994), Beşinci Dağ (1996), Işığın Savaşçısının Elkitabı (1997), Veronika Ölmek İstiyor (1998), Şeytan ve Genç Kadın (2000), On Bir Dakika (2003), Zâhir (2005), Portobello Cadısı (2006), Kazanan Yalnızdır (2008), Elif (2011), Akra’da Bulunan Elyazması (2012), Aldatmak (2014), Casus (2016) ve Hippi (2018) gibi yapıtlarıyla sürekli olarak çoksatar listelerinde yer alan Brezilyalı yazar yeni kitabını 2020 Tokyo Olimpiyatları’nda altın madalya kazanan milli okçumuz Mete Gazoz’a adadı.
Büyük Felsefe Lûgatı
Mustafa Namık Çankı
Seksen iki yıllık ömrünün büyük çoğunluğunu felsefe ve Türkçe çalışmalarına adamış bir düşünür: Mustafa Namık Çankı. Onun yakın dönem felsefe çalışmalarına sağladığı katkı göz ardı edilemeyecek kadar büyüktür, öyle ki Türkçe felsefe çalışmalarında birçok ilke o imza atmıştır. Hemen her kitabının sonuna lûgatçe hazırlamış, felsefe terimlerini açıklama gayretini göstermiştir. Onun bu gayreti Büyük Felsefe Lûgatı’nı hazırlamasında rol oynamış ve ortaya oldukça önemli bir lûgat hazinesi çıkmıştır. Büyük Felsefe Lûgatı için Çankı’nın en önemli eseri demek yersiz olmayacaktır. 1942 yılında birinci cildin hazırlık çalışmaları tam manasıyla başlamış, tam on sekiz yılda tamama ermiş, 1954’te ilk fasikülü çıkmış, son fasikülü ise 1960 yılında basılmıştır. Kitapta Fransızca felsefe terimlerinin Osmanlı Türkçesi, Arapça, Türkçe ve başka Türk lehçelerindeki karşılıkları ile bu terimlerin Yunanca ve Latincedeki asılları, Batı dillerindeki karşılıkları verilmiş, bununla yetinilmemiş, terimlerin muhtelif alanlardaki anlamları da açıklanmıştır. Çok büyük bir emeğin ürünü olarak toplam üç ciltten oluşan bu eseri Prof. Dr. Recep Alpyağıl ilave ve düzeltmelerle yeniden yayına hazırladı. İz Yayıncılık otuz bir yıllık yayın hayatının 1250. Kitabı olarak Büyük Felsefe Lûgatı’nı neşretmekten büyük bir kıvanç duyuyor.
Balıkçı ve Oğlu
Zülfü Livaneli
Toplumsal konulara duyarlılığı ile tanınan edebiyatçı ve fikir adamı Zülfü Livaneli, bu kez Ege balıkçılarının ve hayal kurmaktan bile mahrum bırakılan göçmenlerin kaderine eğiliyor. Usta edebiyatçı Livaneli, Balıkçı ve Oğlu ile son yılların en can yakıcı ve büyük dramı göçmenliği balıkçı Mustafa, Mesude ve Samir bebek üzerinden anlatıyor. O güne dek sıcak evlerinde televizyondan izledikleri haberlerden aşina oldukları ölü insan bedenleri ve yarı ölü bir bebek evliliklerinin tam ortasına düşerek bir bomba etkisi yaratıyor; aile ilişkilerini bambaşka bir çehreye büründürüyor. Balıkçı ve Oğlu, Ege’nin tarihinden bugününe, balık çiftliklerine ve rant hırsıyla dağlara, kıyılara saldıran şirketlerin yarattığı ekolojik yıkıma dair çok şey söylüyor. Bunun ötesinde göçmenlerin bir bilinmeze doğru göze aldıkları yolculuğu, hayatta kalma çabalarını ya da ölümü; kısacası deryaya yakın, dünyadan uzak yaşamlarını odağına alıyor. Livaneli’nin belki de en şiirsel romanı olan Balıkçı ve Oğlu; aile, aşk, ebeveynlik, evlat, kadın dayanışması, dostluk, göç, doğa üzerine çağdaş bir epope. Zülfü Livaneli’nin, uzun bir aradan sonra yazdığı ve heyecanla beklenen yeni romanı Balıkçı ve Oğlu, ustalıkla seçilen tasvirlerle okurun zihninde capcanlı bir anlatı oluşturuyor.
Geç Kalan
Tarık Tufan
“Karşısına çıkan her şeyi yakarak üzerine gelen, sinsice etrafını kuşatan bir hayat yangınında korku içinde ne yapacağını düşünürken gördün onu ilk defa. Kaçmaktan bitap düşmüş bir haldeyken yüzüne baktın, sana elini uzattı, elini tuttun. Korkutucu şimşeklerle yüklü gri bulutların kuşattığı yasaklı gökyüzünden elini uzatan asi bir melekti. Yedi kat göğün ötesinden usulca uzandı zarif eli, bulutların arasından, alevlerin arasından uzandı, yavaşça göğsünü yarıp, delice çarpan kalbine dokundu. Dokunduğu yer sızladı. Açık yara.” Yalnızlık ve varoluş ağrısı. Bir aşkı, bir kadını ve bir mucizeyi yitirmek. Kaybettiği kadını şehrin sokaklarında, hafızasının karmaşık dehlizlerinde ve kendi içindeki karanlık kuyusunda arayan yalnız bir adam. Bir yandan evini terk eden bir annenin geride bıraktığı kapanmaz çocukluk yaraları diğer yandan erken vedalaşan dostların hüznü. Bir terapi koltuğundaki sayıklamalar. Geç Kalan; kendine özgü diliyle, edebiyatıyla, güçlü duygu dünyasıyla okurları büyüleyen Tarık Tufan’ın en şiirsel metinlerinden biri. Parçaları tamamladığınızda yüreğinizde derin bir iz bırakacak sarsıcı bir eser ve unutamayacağınız bir arayış hikâyesi.