Savaş, en güçlü bağları bile paramparça edebilir; ancak bir annenin ailesini koruma içgüdüsü, bu yıkıcı güce karşı dimdik ayakta kalır. Yaşanan katliamların arasında bir kadın olabilmek, anne olabilmek çoğu zaman yara almaktır, her ne olursa olsun mücadele etmeye devam etmek, aileni bir arada tutabilmek için son ana kadar çabalamaktır. Jasmila Žbanić’in Nereye Gidiyorsun, Aida? (Quo Vadis Aida) filmi, işte bu yaranın içinden sesleniyor bize. Srebrenitsa katliamının korkunç gerçekliği içinde, Aida’nın hikâyesi, sadece bir trajedinin değil, aynı zamanda bir kadının olağanüstü direnişinin hikâyesi. Aida, kaosun ortasında ailesini kurtarmak için her şeyini riske atarken, izleyiciye savaşın sadece cephede değil, annelerin yüreğinde de yaşandığını hatırlatıyor. Ve bunu yaparken insan olmanın en temel sorularını sormamıza neden oluyor: Adalet nedir? Hatırlamak mı, unutmak mı daha zor? Ve en önemlisi, geride kalanlarla nasıl başa çıkılır?
Savaşta ve sinemada kadın olmak
Bugüne kadar yapılan savaş filmlerini genellikle cepheden izledik, erkeklerin savaştığı ve kadınların acı çektiği, çoğu zaman arka planda kaldığı bir cepheden. Fakat savaşılması gerekiyorsa, hiçbir savaşçı annelik içgüdüsünü kuşanmış bir kadından daha mücadeleci bir ruha sahip değildir. Nereye Gidiyorsun, Aida? filmini diğer savaş filmlerinden ayıran çizgi de bu düşüncede başlıyor biraz. Savaş dendiğinde ekranda ilk kez birbirine silah doğrultan askerler değil de bir ağacın dalları arasından kendini gösteren bir tank namlusuyla karşılaşıyoruz. Bu ilk sahneden itibaren, karşımızda bir kadın yönetmenin elinden çıkmış, farklı bir perspektifle anlatılan bir savaş hikayesi olduğunu hissediyoruz. Bu anlamda filmin yönetmeni Žbanić’in ayrıca takdir edilmesi gerek diye düşünüyorum. Zira daha önce işlenmemiş bir konuyu, daha önce işlenmemiş bir karakter ve tutumla seyirciye sunmak riskli olduğu kadar beceri de isteyen bir durum.
Filmin ana kahramanı Aida, Srebrenitsa katliamı sırasında Birleşmiş Milletler’de tercüman olarak görev yapan Bosnalı bir kadın. 1995 senesinde, Sırp ordusu BM tarafından güvenli bölge ilan edilen Srebrenitsa’ya girdiğinde, halk sığınmak için Birleşmiş Milletler üssüne akın eder ve Aida, halk ile BM çalışanları arasında iletişimi sağlamakla görevlidir. Ancak Aida’nın öncelikli meselesi, ailesini bir arada tutabilmektir. Bu süreçte karşılaştığı ilk zorluk, yalnızca küçük oğlunun üsse kabul edilmesi olur. Eşini ve diğer oğlunu da güvenli bölgeye alabilmek için mücadele eden Aida, sonunda başarılı olur. Ancak bu başarı, bir bedel ile gelir; Aida’nın eşi, Boşnak halkını temsilen Sırp General ile görüşmeye gitmek zorunda kalır. Bu görüşmenin ardından, sivil halkın güvenli bir şekilde tahliye edileceğine dair bir anlaşmaya varılır. Ancak filmin asıl trajedisi, bu ilk duygusal kırılma noktasından sonra başlar. Aida, ailesi ve tüm siviller, artık kendileri için gerçekten güvenli bir yerin kalmadığının farkına vararak çaresizce kaçacak bir yol ararlar. Eşini ve çocuklarını da Birleşmiş Milletler personeli olarak göstermeye çalışan Aida, ailesini kurtarabilmek için her kapıyı çalar, gidebileceği herkese gider ve sonuna dek mücadele eder.
2020 senesinde Bosna Hersek’in Oscar adayı olan ve yabancı film dalında yarışan film, teknik anlamda incelendiğinde aslında belgesele çok yakın bir anlatıya sahip. Öyle ki bazı sahnelerde kurmaca bir film izlediğiniz hissi git gide azalıyor. Bu noktada filmin belgesel ve kurgu arasındaki çizgiyi net bir şekilde korumakta güçlük çektiği söylenebilir. Bazı sahneler filmin anlatısına göre fazla karikatürizeyken, bazı sahnelerde -özellikle Aida’nın iç dünyasını ve çatışmalarını izlediğimiz sahnelerde- sanki o dönemlerde yaşayanlara dördüncü bir duvar olmadan şahitlik ediyormuşuz hissi mevcut. Bununla birlikte, filmin gerektiğinden daha soğuk olan renk skalası seyirciyi bir noktada özdeşleşme hissinden uzağa itiyor. Yine de tüm bu teknik konuları bir kenara bıraktığımızda, Tabii platformundan rahatlıkla izleyebileceğimiz film, ele aldığı içler acısı konu itibariyle ve kahramanların olağanüstü oyunculuk performanslarıyla gönlümüzde taht kuruyor.
Dünün Srebrenitsa’sı, bugünün Gazze’si
“Srebrenitsa’nın kadınları ve onların katledilen 8372 oğlu, babası, eşi, kardeşi, kuzeni ve komşusu için…” Nereye Gidiyorsun, Aida? filminin ithafı bu şekilde yapılmış. Srebrenitsa’nın kadınlarına ve onların katledilen ailelerine. Avrupa’nın tam ortasında, nispeten modern çağda, herkes kafasını başka bir tarafa çevirmeye hiç olmadığı kadar meyilliyken kaçacak bir yeri olmayan, Boşnak olduğu için öldürülmelerinde bir beis görülmeyen ve böylelikle hayatları ellerinden alınan insanlara ithaf edilmiş. Şimdi uzaktan bakınca bu büyük cümleleri anlaması güç gibi duruyor. Fakat çok da uzaklarda aramamalıyız aslında bütün bu olaylara sorulacak bir “Nasıl?” sorusunun yarattığı dehşeti. Başımızı Srebrenitsa’nın biraz doğusuna çevirdiğimizde bugün, Gazze’de yaşananlar da bundan çok uzak bir senaryo değil sonuçta. Yine dünyanın başını çevirmek isteyen herkesin açıkça görebileceği bir noktasında insanlar katlediliyor, toplu mezarlara bile zahmet edilmeden bir torbaya tıkıştırılan kemikler halinde yakınlarının ellerine tutuşturuluyor. Kim bilir kadınlar, Aida’lar ne savaşlar veriyor ve kaybetmeye devam ediyor. Tüm bunlara rağmen, bizler de filmdeki Birleşmiş Milletler komutanlarından bir adım öteye geçemiyoruz. Elimizden gelen tek şey, her an, her saniye gözümüzü Gazze’ye dikip sesimiz yettiğince haykırmak oluyor; Nehirden denize özgür Filistin. Ve Kongo, ve Sudan, ve Suriye, ve Srebrenitsa ve daha sayamadığımız nice işgal altındaki yürek…