Ankara Edebiyat Mahfili’nde ilk okuma: Tatar Çölü incelemesi

15 dakikada okunur

YAZAN: Emame AKMAN HARMANCI 

emameakman@gmail.com

Kültür, sanat ve edebiyatı odağına alarak Temmuz 2024 itibariyle faaliyetine başlayan Ankara Edebiyat Mahfili, ilk kitap tahlil buluşmasını gerçekleştirdi. Sadece kitaplar etrafında buluşmayı amaçlayarak yola çıkan grubun adında yer alan “mahfil” kelimesi, toplantı yeri ve toplanan kimseler için kullanılan bir ifade. Şair, yazar, akademisyen, sanat danışmanı, editör, mühendis gibi birçok farklı meslek grubundan insanı bir araya getirmiş olsa da mahfil üyelerinin esas ve en önemli vasfı, her birinin sıkı birer edebiyat okuru olması. Mesele, edebiyatın gözünden hayata bakmak olunca, herkes diğer tüm sıfatlarını ve hayat telaşelerini bir kenara bırakıp okur gömleğini giyerek bu mahfilin çatısı altında toplanıyor.

Ankara gibi büyük kentlerde insanların meşguliyetlerinin çok olması, ulaşım sıkıntısı gibi nedenlerle güzel amaçlar için de olsa insanların bir araya gelebilmeleri pek kolay değil. Üstelik marka değerinin ve imajın öne çıkarıldığı bunca işin arasında, özü korumaya niyetli edebiyatseverlerin bir araya gelmesi çok değerli. Ankara Edebiyat Mahfili, birçok kişinin memleketinde veya yazlık beldelerde bulunduğu bir zaman diliminde olunmasına rağmen, gerçekleştirdiği ilk buluşmada büyük ilgi gördü. Anlaşılan Mahfil sayesinde, önümüzdeki günlerde Ankara’daki edebiyat ortamının hareketlenip renklenmesine şahit olunacak. 

Nitelikli eserleri ve usta yazarları odağına almayı hedefleyen Ankara Edebiyat Mahfili’nin ilk buluşması, İtalyan yazar Dino Buzzati’nin 1940’da yayımlanan romanı Tatar Çölü üzerinde konuşmak, bu kült eseri daha derinden anlayabilmek maksadıyla gerçekleştirildi. Hem yazar hem de eser üzerine konuşmak için TYB Ankara Şubesi’nin tahsis ettiği bir mekânda toplanıldı. Şimdiye kadar bu kitap hakkında dünya üzerinde belki defalarca konuşulmuştur. Bu toplantıda da katılımcılar romana dair düşüncelerini ve kitabı bitirdikleri andaki hislerini paylaştı. Toplantının atmosferi ve üzerimizde bıraktığı etki öylesine güzeldi ki Tatar Çölü üzerine konuşulanlardan yola çıkılarak eserden biraz bahsetmek ve toplantının sonunda, üzerimizde kalan hoş duyguları yazıya dökerek ölümsüzleştirmek benim için kaçınılmaz hale geldi. 

Genç bir teğmen olan Giovanni Drogo’nun ilk görev yeri olarak Tatar Çölü’ndeki Bastiani Kalesi’ne tayin edilmesiyle hikâye başlar. Kalede uzun yıllar kalmak konusunda çok da hevesli olmayan Drogo, yazarın ifadesiyle içten içe evden ayrıldıktan sonra tanımlayamadığı güçlü bir düşüncenin ağırlığını ve geri dönüşü olmayan bir yola çıkışın sezgisini daha en baştan hisseder. Okur burada, Drogo için bir daha hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlayarak okumaya başlar romanı. 

Drogo, kaledeki diğer askerlere baktığı zaman onların burada bulunmasını ciddi bir fedakârlık olarak görür ve hangi gizemli şey uğruna hayatlarından feragat ettiklerini anlayamaz. Bir an önce daha merkezi bir yere tayin edilmenin hayalini kurarken bir şeyler onu sürekli bunu gerçekleştirmekten alıkoyar. Okur olarak en çok ikileme düşülen nokta burasıdır: Drogo neden elini taşın koyamamış ve bir türlü Tatar Çölü’nü geride bırakma cesaretini gösterememiştir? Kimi bu duruma modern tabirle konfor alanından çıkamamak demiş, kimi bunu karakterin aidiyet duygusunun eksik olmasına, kimi ise asker olmanın verdiği, sorgulamadan itaat etme dürtüsüne yormuştur. 

Drogo’nun Bastiani Kalesi’nde uzun yıllar geçirmesinin nedenlerini anlamaya çalışırken, onun aslında çok kısa sürede alışkanlıkların uyuşukluğunu, askerlere özgü kibri, her günkü duvarlara karşı duyulan evcil aşkı duyumsamaya başladığını okuruz. Nasılsa önünde uzun yıllar olduğunu ve güzel günlerin henüz başlamadığını düşünerek kendini içinden çıkılmaz ve geri dönülmesi zor bir alışkanlık girdabına itmiştir. Burada tüm okurlar durup kendine benzer soruları sorar belki de. Kendi içimizde Tatar Çölü’ne çevirdiğimiz hangi alışkanlıklarımız vardır? Nasılsa döneceğim deyip asla yolu bir daha bulamadığımız ve kaybolup gittiğimiz kuzey çölü neresidir? Aslında roman bize biraz da aidiyet duygusunu sorgulatır. Drogo en çok aile evine mi aittir, Bastiani Kalesi’ne mi? 

“Odasında yalnızdı, annesi kilisede dua ediyordu, kardeşleri uzaktaydı, yani dünyada herkes Giovanni Drogo’ya hiç de aldırmaksızın yaşayıp duruyordu.” Buna benzer cümlelerle anlıyoruz ki; arada ziyarete gittiği aile evine yabancılaşıp annesine ait ayak seslerinin bile zamanla değiştiğine inanan bir Drogo var karşımızda. Önceki yıllarda hoşlandığı bir genç kadınla görüştüğünde ise kaleyi, eriyen karı, taraçalara akan suyun sesini ve Tatar Çölü’ndeki zavallı baharı düşleyerek kendini bulunduğu ortamdan ve insanlardan soyutlanmış hissediyor. Yeni simalar, yeni alışkanlıklar Drogo’ya artık anlamsız ve uzak geliyor. Drogo bir nevi çöldeki yaşantısına görünmez ancak sağlam iplerle tutunuyor ve tutunmakla kalmayıp kendini oraya ebediyen mahkûm ediyor. Bir süre sonra bakıyoruz ki Drogo, büyük değişikliklerden uzaklaştığı ve eski alışkanlıklarına kavuştuğu için utangaç bir hoşnutluk içinde. Hikâyenin başında yadırgadığı askerlerden birine dönüşmüş artık. “Ya gayet sıradan bir yazgıya sahip sıradan biri olarak yaratılmışsa?” cümlesiyle aslında Drogo’nun akışın içinde sürüklenen, bir şeylere çok da ses çıkarmayan, uyumlu ancak basit bir karakter olduğunu anlatıyor belki de yazar. Zaman zaman tembel ve harekete geçmekten aciz olduğunu fark ediyoruz. Hülasa, çok da enteresan bir kişiliğe sahip değil Drogo, çevremizde sık rastladığımız bir örnek veya bizzat bizden birisi.  

Tahlil sırasında eserin öne çıkan duygusu için birçok şey söylendi ancak en çok umut ve umutsuzluk sözcükleri üzerinde duruldu. İki zıt ifadenin aynı anda hissettirilmesi, romanın insan ruhu üzerindeki zaferlerinden sadece bir tanesidir. Çünkü aslında iyi eser her okurda bambaşka bir lezzet ve anlam bırakır. Tatar Çölü de yer yer okurlarını ikileme sürükledi, sevimli bir tartışma ortamı yarattı ve eser bir kişiliğe bürünmüş gibi hemen herkesi tesiri altına alarak bizlere bıyık altından güldü. Yazarın böyle bir metni kaleme alırken, insan ruhunu bu denli güzel aktarabileceğinden ve bu eserin yıllar sonra bizleri böyle sarsacağından haberi var mıydı, bilinmez.  

Roman; kale, çöl ve Drogo’nun düşman bekleyişi arasında gidip gelen ve sıkışıp kaldığı bu dar çerçeveye rağmen kendini ilgiyle okutan nefis bir dile sahip. Drogo ve kaledeki diğer askerler, daima çölden Tatarların bir gün çıkıp geleceğini düşünerek, kahramanlık hayalleri kurarak geçirir günlerini. Bir süre sonra yaşam öyle bir hâl alır ki, ufuktaki en ufak bir karaltı aylarca karakterlerin sohbet ve merak konusunu oluşturur. Tüm bu umutlu bekleyişe rağmen yazar, Drogo’ya kahraman olmak veya bu uğurda canını feda etmek gibi epik bir final bahşetmez. İşte burası okurun olup biteni sorguladığı noktadır. Tüm her şeye bu amaçsız ve boynu bükük veda için mi sabredilmiştir? 

Drogo’nun o vakte kadar yaşadığı ikilemlerin aşırılığı okura yer yer abartılı gelir. Böyle bir bunalıma ve kararsızlığa sürüklenmek için Drogo’nun aslında elle tutulur bir gerekçesi de bulunmaz. İmkânların el verdiği ölçüde kendine yeni yollar çizmesi mümkünken kalede ömrünün sonuna kadar kalmayı seçmesi, geri dönülmez bir alışkanlık tuzağına saplanmasına bağlanmış, bu durumdan kurtulamamasına neden olan etkenler bazı okurları ikna edememiştir. 

İşte böyledir Tatar Çölü, yaşamda hiç kimseye ve hiçbir yere tam anlamıyla ait olamadan, sadece yolda olanların uğradığı zavallı bir handa yaşamın sonuyla karşılaşmanın buruk hikâyesi… Hayat hep o kuzey çölünde; bir savaşı, bir düşmanı beklemeye benzer biçimde bir şeyleri bekleyerek geçiverir. Nihayete erdiğinde varılan yer ise ancak ölümün kucağıdır. 

“… ama sonuçta dünyada yapayalnızdı ve onu kendisinden başka sevecek kimse yoktu.” Drogo’nun iflah olmaz kimsesizliğini yudumlarken altı çizili onlarca satırla kalakaldık roman bittiğinde. Eser üzerine yapılan tahlil buluşması sayesinde bir sürü farklı zihinden kopup gelen düşüncelerle ufkumuz genişledi. İyi eserlerin izini süren nitelikli okurlarla bir araya gelmenin ve Tatar Çölü gibi nadide bir metni incelemenin hazzını uzun süre daha yaşayacak gibiyiz. Edebiyatın ruhlarımızı iyi edeceğini ve hapsolduğumuz kalelerden bizi çekip çıkarabileceğini artık daha iyi biliyoruz.

Önceki Yazı

EDEBİYAT GÜNDEMİMDE NELER VAR?

Sonraki Yazı

Altın Portakal’ın ulusal yarışma filmleri açıklandı

Son Yazılar

YKY’de son çıkanlar

Yapı Kredi Yayınları eylül ayında birçok yeni kitap çıkardı. Yapı Kredi Yayınları’nın çıkardığı bu kitaplara gelin