Anlatıcılar İstanbul’da geziyor

/
11 dakikada okunur

Yazar Nisan Erdem: “Anlatıcılar İstanbul’da fotoğraf makinesi eşliğinde geziyor, çektiği fotoğrafları öykülerin arasına serpiştiriyor, sokaktaki insanlarla konuşuyor, sokakların adları üzerine düşünüyor…”

Genç yazar Nisan Erdem’le ikinci kez bir araya gelerek onun yakın zamanda çıkan kitabı “Rüyanın Oltasında” hakkında bir röportaj gerçekleştirdik. Yazar Nisan Erdem ile yaptığım bu röportajda İstanbul’un onun öykülerindeki yerinden, anlatıcılarının iç seslerinin bu eserde belirgin oluşundan, Sait Faik hayranlığına kadar birçok meseleyi konuştuk.

Bu “Gör İhtarı”ndan sonra sizinle ikinci yolculuğumuz. Aynı zamanda “  Rüyanın Oltasında”  ikinci kitabınız.  O günden bugüne öykücülük anlayışınızda  değişen şeyler oldu mu? Değişimi sordum ama değişmeyen bir şeyden de bahsetmek isterim. Öykülerinizim buram buram İstanbul kokması onlardan biri. Sorumuza geri dönecek olursa siz neler söylemek istersiniz?

Merhaba, beraber yeni bir yolculuğa çıkmak çok güzel! Değişen şeyler mutlaka olmuştur fakat “Rüyanın Oltasında”yı “Gör İhtarı”nın devamı olarak planladım. İlk kitabımda da aşk, ölüm, fanilik, zaman gibi temalara değinmiştim ama nedense İstanbul’un gerisinde kaldılar, sanki yalnızca İstanbul’da yaşamak üzerine bir kitap gibi algılandı. Bu kez, bahsini ettiğim konuların daha yoğun olduğu bir kitapla karşınızdayım. Dediğiniz gibi, öykülerde İstanbul yine önemli bir yerde çünkü İstanbul benim düşüncelerimin mekânı. Anlatıcılar İstanbul’da fotoğraf makinesi eşliğinde geziyor, çektiği fotoğrafları öykülerin arasına serpiştiriyor, sokaktaki insanlarla konuşuyor, sokakların adları üzerine düşünüyor… Tüm şehri ve şehirliyi kendine arkadaş ediniyor adeta.

“Gör İhtarı”nda iç sesini takip etmekten yılmayan karakterler vardı. Öykülerinizdeki insan hallerini seviyorum. Çünkü insanın o yalın halini anlatıyor. Bu yalınlık ikinci kitapta daha belirgin denebilir mi?

Çok teşekkür ederim. İlk kitabımdaki öykülerde kimi karakterlerin iç seslerini dinliyor, tüm hikâyeyi onların çağrışımları, hatıraları ve hayalleri üzerinden okuyorduk. Bu kitapta ise her öykü o şekilde. Hep söylediğim bir şey var ki anlatıcıların zihninin içerisine girmeye çok önem veriyorum.  “Rüyanın Oltasında”da anlatıcıların iç sesleri, iç çatışmaları, düşünceleri daha belirgin. Onların iç seslerini kendi iç sesimizi duyar gibi, filtresiz, çok yakından duyuyoruz. Yalınlık hissine bu sebeple kapıldığınızı düşünüyorum.

Sanatçıların samimiyetini seviyorum

 “Rüyanın Oltasında”, Sait Faik hayranlığınızın daha net hissedildiği bir eser olmuş. Bu tespit hakkında ne dersiniz?

İkinci kitabı çıkarmak, “Ben yazmaya devam ediyorum,” demek. Evet, ben yazmaya devam ediyorum ve bir yandan da -her ne yaparsam yapayım kendime “Neden?” diye soran biri olarak- yazmanın benim için anlamı üzerine düşünüyorum. Sait Faik, kitapta iki yerde alıntıladığım ve son kısma adını veren “Mektup” öyküsünde, yazının ortaya çıkışı üzerine, insanı gülümseten çok güzel fikirler ü

retiyor. Yazı yazmaktan korkmamalı, diyor. Tam da yazmak üzerine düşünen bir kitapta pek çok açıdan benim için önemli olan bu öyküye yer vermesem olmazdı. Bunun dışında, evet, Sait Faik’e, aslında içten olan tüm sanatçılara hayranım. Örneğin “Söylendim Durdum” öyküsünde, gerçekten de adındaki gibi söylenip duruyor Sait Faik’in yazar-anlatıcısı. Sanki okurunun koluna giriyor ve ona sahici düşüncelerini anlatıyor. Bu samimiyeti, yalınlığı, gerçekliği çok seviyorum.

“Mektup” öykünüz bana “Bir masalın yokmuş’uyum.” şarkı sözünü anımsattı. Kadim hikâye geleneğimizdeki bu önemli ifade; yokluklarının dahi bir varlık ifade ettiği karakterler Nisan Erdem hikayesinde karşımıza çıkacağını düşündürtüyor. Bu karakterler her yönüyle hayatın içindedirler. Hüzne de sevince de eşit mesafede ve şehrin tüm hallerine tanık olmaktadırlar. Şehirle karşılıklı bir iletişim halinde olmaktan memnundurlar. Neler söylersiniz?

“Bir varmış bir yokmuş” hepimizin çok iyi bildiği bir masal girişi formeli, yani masalın dünyasına girmeden önce kullanılan kalıp bir ifade. Bu ifadeyi duyunca biliriz ki arkasından masal gelecek, birazdan pek çok olağanüstülükle karşılaşacağız. Bahsettiğiniz öyküdeki karakter, masal anlatmaya başlamadan önce “Bir varmış bir yokmuş,” diyor ve “Her şeyin özü bu cümleden ibaretmiş,” diye ekliyor. Kitabın fanilik teması için çok önemli bir yer burası. Üstelik, “Hepimiz daha çocukken, masalların en başında tanışmıştık bu fanilikle, neden şimdi şaşırıyor, üzülüyoruz ki!?” diye bir soru soruyor alttan alta. Yorumlarınız için teşekkür ederim. Her yönüyle hayatın içinde bulunmak ve şehirle iletişim halinde olmak vurgularınıza katılıyorum. Size öyküm bir şarkı sözünü anımsatmış, bana da sorunuz başka bir şarkı sözünü anımsattı, onunla cevap vermek isterim: “Gel otur yanı başıma, anlat İstanbul, sokakların dili yok mu kendince?”

“Rüyayı ben bitirdim. Rüyayı korkum bitirdi.” ifadelerinden hareketle belki de korku ve endişe, sudaki balığın dahi boğulmasına bir sebeptir? Yani aslında her şeyi bitiren şey korku ve şüphedir. Rüyanın oltasında asılı kalmak, havada kalmış hayallerimizi de anımsatıyor bana. Sizce?

Asılı kalmıştım ben

-herkes gibi-

bir rüyanın oltasında…

Buradaki, kitaba adını da veren “rüyanın oltasında asılı kalmak” ifadesini herkes farklı yorumladı. Benim aklıma hiç gelmeyen şekilde anlayanlar da oldu, benim yazarken kastettiğime çok benzer şeyler söyleyenler de. Hatta güzel yorumlarıyla “Yahu, ben bunu kastetmemiştim ama içten içe kastetmiş olabilir miyim acaba?” diye beni düşündürenler de! Siz havada kalmış hayaller olarak düşünmüşsünüz; sizin için öyleyse bana bir şey söylemek düşmez, sadece teşekkür etmek düşer. Bencesi metnin içinde gizli, çok fazla açmak bu anlam çeşitliliğine zarar verebilir ve bunu hiç istemem çünkü ifadenin farklı yorumlarından çok mutlu oluyorum!

“Gör İhtarı”, bir ilk kitaptı. Senin öykücülüğün için önemli ve güçlü bir adımdı. “Rüyanın Oltasında” ise “Gör İhtarı”ndan sonra denizin kendini çekişiyle beraber incileri kıyıda bırakması gibi ayrı bir tat bıraktı bende. Sen neler söylemek istersin bu noktada?

“Gör İhtarı” benim ilkim ve her zaman çok özel kalacak. “Gör İhtarı”nın ilk öyküsü “Eltűnt Kuş”un sonunda anlatıcı “Yazdım.” diyor cesurca. “Rüyanın Oltasında”da “Yazdım” diyen o sesin daha da cesaret topladığını görebilirsiniz. Farklı bir tat bıraktıysam ne mutlu bana!

Önceki Yazı

Vefat yıldönümü vesilesiyle “Bu son şarkımda sen varsın”

Sonraki Yazı

Bergman’ın izinde bir yolculuk: Bergman Adası 

Son Yazılar