OLYMPUS DIGITAL CAMERA

Arşivler iyi şartlarda saklanmalı

/
19 dakikada okunur

Fotoğrafçı Erdal Yazıcı: “Fotoğraf bir milletin belleği ve belgesidir. Tanınmış isimler şanslı. Onların arşivine sahip çıkılıyor. Ya diğerleri? Burada bu konuda iş insanlarına da büyük görev düşüyor. Onlar da sahip çıkmalı. İyi şartlarda saklanmalı arşivler. Arşivler araştırmacılara, öğrencilere akademisyenlere ücretsiz olarak açılmalıdır. Arşiv saklandığı iyi korunduğu kadar ilgilisine faydalı da olmalıdır.”

Erdal Yazıcı ismini araştırınca karşımıza bir derya çıkıyor. Yaptığı o kadar güzel işler var. Birçok ulusal gazete başta olmak üzere Atlas ve Gezi dergilerinde foto muhabirliği yaptı. Hayatın içinden fotoğraf belgeselleri çekti. Çok sayıda sergiler düzenledi. Fotoğraf gösterimleri yaptı. Neolitik dönem, çeşitli uygarlıklar ve tarih bilinci alanında araştırma kitapları yayınladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile yakın çalışma içerisinde. Sürekli üreten bir isim. Fotoğraf ve tarihe âşık desek doğru bir tarif olur. Fotoğraf sanatçısı, yayıncı, kültür araştırmacısı, tarih izi avcısı Erdal Yazıcı ile siz değerli Litros Sanat okuyucuları için bir araya gelerek uzun bir sohbet gerçekleştirdik.

Erdal Hocam yaptığınız işler takdire şayan. Mesleğe girişinizi ve ilk yıllarınızı anlatabilir misiniz?

1953 yılı Elazığ Ağın doğumluyum. Fotoğrafa hep ilgim vardı. 1982-83 yıllarında profesyonel olarak adım attım. Siyah beyaz filmle başladım. Bir arkadaşla birlikte karanlık oda kurduk. Hem kendi çekimlerimizi hem de diğer fotoğrafçıların çekimlerini tab ediyorduk. Fotoğraflarımız beğenildi. Sonrasında daha geniş kitlelere ulaşmak için medya sektörüne girdim. Birkaç ulusal gazetede de çalıştım. Foto muhabirliği yaptım. Önceleri sosyal fotoğraflar çekiyordum. Çevre kirliliği üzerine yoğunlaştım. Bacalardan çıkan dumanlar, ölen hayvanlar, maske takan insanlar. Bazen fotoğraflar çarpıtılarak veriliyordu. Hoşuma gitmiyordu bu durum. Biz haberi bir gün sonra gazete de gördüğümüz için müdahale imkânımız yoktu. Zaman içinde milletin daha dikkatini çeken polis adliye fotoğrafları istenmeye başlandı. Bunlarda çarpıtıldı. Gazetenin, belediyeler ve devletle iletişimi haberleri direkt olarak olumlu ya da olumsuz etkiliyordu. Sonradan uzun soluklu çalıştığım Gezi ve Atlas dergilerinde kendimi buldum. İki dergide de birbirinden güzel işlere imza attım. 

Fotoğraflarınızla ülkemizi yurt dışına tanıtımında etkili bir isim oldunuz bu süreci nasıl değerlendirirsiniz?

Öyle de diyebiliriz. Ülkemizin tanıtım alanında kitap ve yayınları olan yayınevleriyle çalıştım. Yurt dışında turizm yayınlarıyla ünlü birçok firmayla çalıştım. 2007 yılında kendi firmamız Uranus Yayınları’nı kurdum. Belgesel fotoğrafçı olduğum için arşivimizde birçok sanatsal fotoğraf vardı. Bunun için yayınlarımız kültür sanat ağırlıklı oldu. Yurt içi ve yurt dışında çok sayıda fotoğraf sergileri açtım. Ülkemizin tanıtımı için tarih öncesi Neolitik dönemden,  Osmanlının son dönemine kadar gezilecek görülecek tüm tarihi özellik taşıyan yerleşim yerlerinin envanterini yayınladığımız eserlerle dikkat çektik. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın büyük desteklerini görüyoruz.

Müzeler toplumsal bellektir

Müzelerle ilgili önemli bir kitap çalışmanız var. Bu önemli bir çalışmadan bahsedebilir misiniz?

İstanbul ve çevresinin müzelerini çalıştık. Çok keyifli bir çalışmaydı. Müzeleri tek tek gezdik izinli olarak çekimler yaptık. İstanbul Arkeoloji Müzesi’nden Florence Nightingale Müzesi’ne kadar çalıştık. Bizim çalışmalarımız Avrupa stantlarının üzerinde bir çalışmadır. Bunu açıkça söylemek isterim. Okuyucunun merak ettiği tüm cevapları çalışmalarımızda yer verdik.  Uzun yıllarımızı aldı ama çok nefis bir çalışma çıktı. Böyle çalışmalar zordur. Birçok yerden izin almak durumunda kalıyorsunuz. 

Sizi en çok etkileyen müze hangisiydi?

Benim etkilendiğim ve çok sık gittiğim müzeler var. Örneğin İstanbul Arkeoloji Müzesi etkilendiğim bir müzedir. Fakat bir Orhan Kemal Müzesi’nden de çok etkilendim. Florence Nightingale Müzesi, otomobil müzeleri beni etkiledi. Otomobil müzesinde Mercedes’in 1800 yıllarında çıkardığı ilk arabanın fotoğrafını çekerken çok etkilendim. Kimler bindi kimlere hizmet etti sizde o an hepsini düşündüm. 

Ülkemizde çok müze olmasına rağmen hala şu konuda eksik var dediğiniz oldu mu?

Avrupa ülkelerini gezdiğim zaman örneğin bir kasabada 8-10 tane müzeyle karşılaşıyorum. Orada tekstilden tutun ayakkabının yan parçalarına kadar bir sürü müzeler görürsünüz. Müzeler toplumsal bellektir, kimliktir. Bizde belleğimizi fazla korumayan, koruyamayan bir yapı da var. Bizim ülkemizde de sayı fazla olabilir. 

Bir de arşiv problemimiz var galiba. Çok sayıda fotoğraf sanatçısının ortak derdinin bu olduğunu düşünüyor musunuz?

Açıkçası şu anda; vefat ettikten sonra benim bu fotoğraflarım ne olacak ve arşivim ne hallere düşeceğini düşünüyorum. Aynı düşünceye çok sayıda arkadaşım sahip. Birçoğu da öldü. Arşivleri dağıldı gitti. Fotoğraf bir milletin belleği ve belgesidir. Tanınmış isimler şanslı. Onların arşivine sahip çıkılıyor. Ya diğerleri? Burada bu konuda iş insanlarına da büyük görev düşüyor. Onlar da sahip çıkmalı. İyi şartlarda saklanmalı arşivler. Arşivler araştırmacılara, öğrencilere akademisyenlere ücretsiz olarak açılmalıdır. Arşiv saklandığı iyi korunduğu kadar ilgilisine faydalı da olmalıdır.

Karşımda duran “Kara Tren” kitabı dikkatimi çekti. Kitabın hikâyesini anlatır mısınız?

Belgesel fotoğraf niteliğinde çektiğim fotoğrafları son yıllarda kitaba dönüştürmeye başladım. “Kara Tren” kitabıda bunlardan biridir. “Kara Tren” Karadeniz Ereğli’de çalışan bir trendi.  Maden ocağı ile Ereğli arasında gidip gelen bir trendi. Madencilerle çalışmıştım. Sonradan kitaba dönüştü. İlgi de gördü. 

Altı serilik bir foto belgesel kitabım sırada

Bundan sonra da kitap olacak foto belgesel çalışmalarınız var mı? 

Bir de İstanbul Öyküleri kitabımız gelecek. Örneğin bilirsiniz eski Galata Köprüsü’nde  Erzurum Çay Evi, Eskiciler, Topkapı Bit Pazarı, Haliç Sandalcıları, Eyüp İmarethanesi, Ramazan Davulcuları’na dair fotoğraflar elimde mevcut. Altı serilik bir çalışma olacak.. Ayrıca bir de Keban Barajı ile ilgili bir çalışmam var. Barajla ilgili gelen bir göç hikayesi. Yine ömrüm yeterse ülkemizin birçok köşesinden çektiğim çalışmalar var. Nasip dâhilinde yayınlamayı düşünüyoruz. Tüm bu sosyal içerikli çalışmaların yanında bekleyen bölgesel tarihi çalışmalarda var.

Çok güzel çalışmalar yapıyorsunuz karşılığın alıyor musunuz?

Bunu belirtmek istiyorum. 80 milyonlu nüfuslu bir ülkede İngilizce baskılarımız çok çabuk tükenirken Türkçe baskılarımız bitmiyor. Okuma kusurumuz mu var yoksa her şeyi biliyor muyuz? İşte onu bilmiyorum. Belki resmi ve özel kurumlar bu tür yayınevlerine sahip çıkarak, kitapları satın alarak üniversitelere, öğrencilere ücretsiz dağıtabilirler.  

Yurt dışına kaçırılan eserlerle ilgili de çalışmalarınız var. Bundan da bahseder misiniz?

Bu çalışmalarımızı yaparken üzücü ama maalesef yurt dışına çıkartılan eserler dikkatimizi çekti ve birçok araştırmalarımız oldu. Ünlü müzeleri gezdim, araştırdım. Gezdim gördüm ki kaçırılan o kadar eser var ki üzülmemek elde değil. En güzel eserler, heykeller götürülmüş maalesef. O eserlerden geri getirilenler oldu. Her halde katkımız olmuştur. Bu konuda devletimize bir katkım olduysa bu benim için gurur vesilesidir. Birçok kişinin de katkı verdiğini söylemek gerekir.

O meşhur kare bana ait

Hocam sizin çektiğiniz harika bir kare var. O kareyi Ara Güler’e ait diye yazanlar var maalesef. Bu size ne hissettiriyor?

Böyle şeyler oluyor maalesef. Bazen fotoğraflarımız bir başka ustanın fotoğrafı diye yazılıyor. Arkadaşlarımız bunu düzeltmesine rağmen bu algı değişmiyor. Karşımızda duvarda asılı olan elinde süt ve ekmekle gülümseyen bana ait olan fotoğraf karesi Ara Güler’in fotoğrafı diye geziyor sosyal medyada.  Her defasında uyarılmasına rağmen bu değişmiyor. 

Herkesin yaşadığı şehre sorumluluğu olmalı

Erdal hocam mesleğe yeni başlayan fotoğrafçılara, belgeselcilere, araştırmacılara, öğrencilere neler tavsiye ediyorsunuz?

İlk önce yaşadıkları şehre karşı bir sorumluluğu olmalı. Ona saygıyla hizmet etmeli. O şehrin geleceğine dair bir sorumluluk üstlenmeli. Şehrin başına gelen afetlerde orada olmalı. Örneğin ben İstanbul’da meydana gelen büyük depremde ilk günden itibaren Avcılarda fotoğraf çekmeye başladım. Bunlar vesikadır, belgedir. Ben fotoğrafçı olarak bunları yaptım. Fotoğraf ve video görsel tarihtir. Bu söz Ara Güler’in sık kullandığı benimde sevdiğim bir sözdür. Fotoğrafçılar, gazeteciler, belgeselciler duyarlı olmalılar diye düşünüyorum.

O kadar gezdiniz, gördünüz. Sizde bol anı vardır hocam. Aklınıza gelen bir iki tane varsa bizimle paylaşır mısınız?

Biraz mizah yüklü anılar var. Mesela bir Japon gazetecinin “Bu arşiv Japonya’da olsa bakanlık bundan 100 tane kitap çıkartır” sözlerini unutamam. O cümleler beni hem üzdü hem düşündürdü. Atlas Dergisi için Yörük göçerlerle foto belgesel çekmek için Toros Dağları’nı gezdim. Yaklaşık 25 gün sürdü. Çamur Yaylası’nda iken bir vatandaşa “Şuraya çadırımı kurabilir miyim?” dediğimde “kuramazsın” diye cevap alınca şaşırmıştım. “Niye?” dediğimde; “Benim çadırımın önüne çadır kurdurmam, sen ancak benim misafirim olursun” demişti. Şu anımı da unutamam. Bir kış ayı idi. O vakitler doğalgaz yok. Kömür alırdık biliyorsunuz, ısınmak için. Kömürcüyle konuştuk, anlaştık birkaç güne kadar getirecek. Cebimde parayla geziyorum. Fotoğrafçının vitrininde bir objektif gördüm. Tam bana da lazım olan bir objektif. Kömürcüye diye ayırdığım parayı hiç düşünmeden vererek almıştım o objektifi. Birkaç ay sonra da kömürcünün parasını ödemiştim. 

Hayata belgeselci gözüyle baktım

Tarih öncesi Neolotik dönemden günümüze kadar birçok kitap çalışmamız var. Bir Anadolu Uygarlığı dizisi yaptık. Bölge bölge çalışmalar yaptık. Çalıştığımız bölgelerde uygarlıkların devamını da takip ettik.  Sosyal içerikli foto belgesel kitaplarının yanı sıra İstanbul sepetçileri, İstanbul zanaatkârları, İstanbul kiliseleri, İstanbul camileri ve türbeleri gibi çok çalışmalarımız var.  Hayata foto belgeselci gözüyle baktım. Şu an gözümüzün önünde olanlar zamanla insanlar gibi yok oluyor. Ya da şekil değiştiriyorlar. Bunlar fotoğraflanması lazım. Ben yıllarca böyle düşündüm ve değerli bir arşiv oluştu. Böylelikle ülkemizi tarih öncesi ve sonrasıyla tanıtımını yaptık. Türkiye’yi baştan sona onlarca kez dolaşmışızdır. 40 yıllık çalışmanın üstüne yeni çalışmalar ekleye ekleye bugünlere kadar geldik. Kitaplarımız ülke insanımız, sanatlarım, zanaatların, arkeolojik izler, ibadethanelerimiz yani ülkemizin tüm zenginlikleriyle ilgili. Tarih bilincinin gelişmesini istiyorum. Tarihi eserlere sahip çıkılmasını istiyorum.  

Önceki Yazı

Kolay enstrüman yoktur

Sonraki Yazı

Edebiyat hayatımın bir cüzü

Son Yazılar