Hayata bakışı nedeniyle delilikle suçlanmaktan korkmadığını dile getiren Şerafettin Kaya, “Asıl deliler inanmadığı cümleleri söyleyenlerdir.” dedi.
Kendine has bir kişiliğe sahip Şerafettin Kaya. Hayata farklı bir noktadan bakıyor. Bu nokta kelimelerin elastikiyet kazanarak farklı anlamlara büründüğü alan. Felsefe ile gerçeğin iç içe geçtiği bir noktada yaşamayı tercih eden Kaya’yı ilk şiirleri ile tanıdık. Ona anlam katan yazı hayatına şiirle girdi. O şiire tutunarak hayatta kaldı, şiir ise ona hayallerini gerçeğe dönüştürme imkanı sundu. Şiirden yönetmenliğe uzanan bir hayatı tanıyacağız sizinle…
Kendinizi hangi kelimelerle tanımlarsın?
Bu soru cevaplanması zor bir soru. Kendimi bütün tanımların dışına çıkmaya çalışan bir adam diye tanımlıyorum. Doğar doğmaz kendini bir tanımın içinde bulan ve bu tanımı fark edip onun dışına çıkan bir adam. Hayatı algılamamı tarif etmem gerekirse “Hayatın benle buluşması ve bana hissettirdiği şeylerin” kelimeler ile buluşması. Bu soruyu neden önemsiyorum biliyor musunuz? İnsanın aslında en uzak olduğu şey kendisidir. Çünkü kendimizle aramıza giren onlarca olgu var. Kendimi tanıma sürecim bir an değil; bir süreç. Belli zaman aralıklarında kendimle yüzleşmelerim oldu. Her günümde kendimle yüzleşmedeyim. Bir süre geçti kendimi düşünce olarak biraz daha yukarıya çıkartmaya, hayatı biraz daha anlamaya çalıştım. İyilik, zaman, anlamak kavramları bendeki ana hatları oluşturur. Anlamak; her şey çünkü onunla başlıyor. Bunu fark ettiğimde kendimi anlama sürecim başladı. Hayatla nasıl iletişim kurmam gerektiği ile ilgili de bir çabam oldu. Hem hayatı hem de kendimi şiir, roman, oyunculuk ile anlamaya çalıştım. Bunlarla çıkan şeylerle kendimi gördüm. Kendimi anlama sürecim yaşamım oldu. Siz kendinizi yazdıklarınızla tanımaya çalıştınız. İçimde doğan duyguların cümlesini dışarı çıkartarak fark etmeye çalıştım. Benim için hayat duygularımda var oldu. Duygularımda var olan hayatı algılamamamın, yaşadıklarımın bana hangi cümlelerle geçtiğini şiirlerimin dizeleriyle, repliklerle ortaya koydum. Ayrıca kendimi, farklı duyguları aynı anda yaşayan bir adam olarak da tanımlayabilirim. Aklımı duygumla yan yana tuttuğum zamanlar var; onları buluşturduğum zamanlar var. Aklın duyguyla ilişkisini kurabilmek insanın hayatla iletişim kurabilmesine eş benim için. Duygularımla aklımı iletişimde tutmak; hayatla kendimi buluşturmaktır esasında.
Yazdığınız ilk eser diye sorsam. Neler söylersiniz?
İlk yazdığım şey aslında yazamadığım bir şeydi. Boş bir sayfaydı. O boş sayfa hala bugüne kadar yazdığım her şeyi ifade ediyor diyebilirim. Yazmaya başladığımda boş sayfayı doldurduğumu hissettim. Çocuktum, ilk şiirimi yazdım. Nedense içine kapanık bir çocuktum. Başkalarıyla konuşmaya çekindiğim için kendimle ve doğayla konuşuyordum. Ağaçlar, kuşlar, börtü böcek…Bütün bunlar var oluşumu belirleyen imgeler. Kitaplarımın ana temasını hep bunlar oluşturdu: İçine kapanıklık ve doğaya sığınma. İçine kapanık çocuk kalemiyle açıldı diyebiliriz. Evet, benim içimde dolaşan şeyin ne olduğunu anlamam için onu dışarı çıkarmam gerekiyordu. Bu durum bende hastalık oldu ve içimdeki sızının, acının, öfkenin cümlesini kurdum. Öfkenin cümlesi olur mu? Olur.
Sinemaya geçişiniz nasıl oldu?
Sinemaya ilgim film anonsları ile başladı. 94-95 yılları arasında düzenlenen bir uzun metraj senaryo yarışmasında ödül aldım ama şairliğe devam ettim. Leman’da, Öküz’de şiirlerim yayınladı. Bu arada da yönetmenlerle dostluğum sürdü. İlk set deneyimimi TGRT’ye çekilen “Deli Balta” dizisiyle yaşadım. Çamur filminde Derviş Zaim’le buluştuk. Sinemanın hep içindeydim. Direkt sinemaya geçmedim. İçimden bir ses “Tiyatro yapabilirsem sinema yapabilirim” dedi. Ben de onu dinledim. Cibali’de tiyatro kurdum. Oyunları sinemaya uyarlanabilecek şekilde yazıyordum. Bu oyunlardan “Ben İyi Biri Olmadan Önce”nin sinema filmini yaptım ve sırada diğer tiyatro oyunum “Sıradanlar” var. Kafamdaki sinema filmlerini ilk başta tiyatroya uyarlamıştım. Şimdi onları çekiyorum.
Eserlerim hayat kadar komik
Sinema sizin içinizde hangi boşluğun yerini alıyor?
Sinemayı fantastik bir olgu değil gerçekçi bir şey olarak görüyorum. Hayatın tâ kendisi… Sinema bana göre insanın kendi özgün karakterini hayatla buluştururken ki çelişkilerini fark ettirmesidir. Sinemayla kendi varoluşu takip ediyorum. Yazdığım filmlerdeki karakterle kendimi özdeşleştiriyorum. İnsanın içinde yaşadığı psikolojik gerçeklik dışardan absürt gözüküyor. Karakter için normal ama dışarısı için anlamsız. Ben de bu durumu yansıtmaya çalışıyorum. Misal, bir insan içinde yaşadığı hisleri gizlemeye çalışırken komik duruma düşebilir. Ben de bunları yansıtıyorum ama bir komedi olsun diye değil. Eserlerim hayat kadar komik.
“Ben İyi Biri Olmadan Önce” filminin hem yönetmeni hem de yapımcısınız. Bu süreçteki tecrübelerinizi aktarır mısınız? Devlet kurumlarından destek aldınız mı?
Filmin yapım sürecinde hiçbir kurumdan destek almadım. Özgürleşmek istedim. Filmi çekebilmem için birilerinin bana tarif vermesi benim için boğucu bir şey. Filmimi, çekim planlarımı onların takvimine endekslemek ben de rahatsızlık yarattı. O yüzden başvurmadım. Peki nasıl çektim? Kendi birikimlerimi ortaya koydum ve iyi bir teknik çalışmayla büyük bir bütçeye gerek kalmadan filmimi çekebildim.
Set kaç gün sürdü ve bütçeniz ne kadardı?
18 gün. Piyasa koşullarına göre ufak denilebilecek bir bütçeydi. Yeni filmim “Sıradanlar”a hazırlık yaparken sürekli bana soruyorlar “Nasıl çekeceksin paran var mı?” Ben de soruya soruyla cevap veriyorum “Senin var mı?” Bu soruyu sorabilmesi için kişinin parası olması lazım çünkü bu soruyu soracaksa bana göre destek olmak için soruyordur. Destek olmayacaksan “İnşallah çekersin” cümlesini kur. Sinema aşkı sanırım parayı önemsizleştiriyor. Zaten parayı düşünmek sinemayı ticarileştiriyor. Parayı aramaktan hayal ettiğiniz filmi düşünemiyorsunuz. Param olmadığı için filmi çekmekten vazgeçmedim. Nasıl çektim bilmiyorum ama çektim.
Sinema ödüllerine bakışınız nasıl? Festivaller hakkında ne düşünüyorsunuz.
Bir sanat eserine en iyi ödülü zaman verir. Benim için en önemli şey filmi izleyiciyle buluşturmak. Festivallerde bunun için bir aracı. Filmim için iyi bir dağıtım şirketiyle görüşmelerimiz devam ediyor. Filmim izlensin istiyorum. Hemen anlaşılmayacak bir film olduğunu kabul ediyorum çünkü film anlaşılmazı zor bir varlığı anlatıyor. Amacını yitirmiş bir insanın bir başkasına nasıl amaç olabileceğini anlatıyorum. Filmin senaryosunu yazarken filme bazı imgeler yerleştirdim. Herkes yakalayabilir mi bilmiyorum. Filmim dinleri, hayatı sorguluyor bir yandan.
“Nefesini devam ettirebilmek için intihar ediyorsun…”
Ben bazen “Yazmasaydım delirirdim” diyorum peki siz yazmasaydınız?
Yazmasaydım yaşamazdım. İntiharla ölmek arasındaki farkı çok iyi açıklamak gerekiyor. İnsan intihar ettikten sonra da yaşayabilir. İşte yazmak benim için bu. İnsan intihar ettikten sonra yaşayabilir ama ölmek başka. Film çekmek intihar etmek gibi bir şey. Nefesini devam ettirebilmek için intihar ediyorsun orada. Basitlikten kaçarak diyorum ki: Beşinci kattan aşağıya atlayan biri kendini öldürüyor ama birinci kattan beşinci kata atlayarak biri intihar etmeye kalkarsa o kişi yaşar. Kafa karıştırıcı cümleler kurduğumu biliyorum. “Beşinci kattan atlayarak intihar etti.” Yanlış hayır intihar etmedi kendini öldürdü.
Anladığım kadarıyla siz intiharı kendini öldürmek olarak değil yaşatmak olarak görüyorsunuz.
Bana göre intihar o anki ruh halinizin yerine başka bir şey koymak. Olumsuz ruh halinin yerine bir şey koyduğunuzda yaşarsınız. Eğer koyamazsanız ölürsünüz. Yerine bir şey koyup yaşamaya devam ederseniz de intihar etmiş olursunuz. İntihar ettikten sonra yaşayamıyorsanız o zaman ölmüş olursunuz. İnsanlar intihar etmeyi yanlış tanımladıkları için kafaları karışacak ama bize intihar diye sunulanlar insanın kendini öldürmesiyle alakalı şeyler.
“Yazdığım ilk şiirle intihar ettim”
Kaç kere intihar ettiniz?
İlk şiirimle intihar ettim. Ondan sonra ise sayamayacağım kadar…
İlk şiirinizi kime yazdınız?
Onu söyleyemem. İntiharı anlamak için onu denediğim bir teşebbüsüm oldu.
Kendinizi öldürmeyi mi denediniz?
Evet. İntihar ederken az kalsın ölüyordum.
Bir deliyle konuştuğunu sanacaklar
Özel bir soru ama ölümden sizi kurtaran ne oldu?
İntiharı fark ettim. Yazarak kopardığım şeyler beni hayata bağladı. Bu yüzden intihar ederek yaşamak çok özel bir şey. Bu röportajı yazıya çevirdiğinde bunu okuyan insanlar senin bir deliyle konuştuğunu sanacaklar.
Bu sizi rahatsız eder mi?
Hayır etmez. Kurduğum cümlelere inanıyorum. İnanmasaydım bu cümleleri kurmazdım. Deliler: inanmadığı cümleleri konuşanlardır. Bir tiyatro oyunumda “İyi kötüdür, kötüde iyi. Hadi uçalım sisli havalarda. Kısır kalmaktansa daha iyi değil midir ki düşük yapmak.” Repliği var. Yaptığın işi samimi bir şekilde yapmalısın. Bir cümleyi kurarken insanlar bunu takdir edecek mi etmeyecek mi düşünmem. Kendi tatminimi düşünürüm. Ben ne kadar anlatabildiysem o kadardır. Başkalarının yaptığın şeye mükemmel demesi de kötü demesi de bunu değiştirmiyor. Çünkü o o’dur. Başkasının düşüncesi onu değiştirmez. Misal biri bana iyi dedi diğeri de kötü. Hangisiyim?
Kusursuzluk bir suçtur
Siz grisiniz…
Evet çok güzel özetledin. Kusursuzluk Allah’a mahsustur. O yüzden kusursuzluk bir suçtur. Kul’da hem fiziksel olarak hem de ruhsal olarak mükemmellik beni rahatsız eder. Biri hiç hata yapmıyor, kusursuz gözüküyor ben ondan korkarım mesela. Bir kusur göremeyince kendisini maskelerin ardında çok iyi gizlediğini düşünüyorum.
Filmin ismini neden “Ben İyi Biri Olmadan Önce” koydum diye bana sorduklarında. Karakterimi önceden kötü biri olarak algılayabilir insanlar. Aslında öyle değil. İyiliğin kirlendiğinden bahsediyorum. İnsanlar kendi çıkarları nedeniyle iyi olmak ve iyi kalmak durumundalar. Biri “iyi olmaya çalışıyorum” dediğinde şu soru akla geliyor “Acaba kötü ne oldu da iyi olmaya çalışıyorsun? Sen neden iyi kalmaya çalışmadın?” İnsan dünyaya geldi iyi kalmaya çalışsın ki sonradan iyi olmaya çalışmasın. İyilik kavramı ortaya çıkmadan öncede “iyilik” vardı. İsimlendirilip topluma yerleştirildikten sonra iyilik kavramının içine yerleştirilmiş kötülükler var. Görünüşte iyilik yapılırken öbür tarafta farklı şeyler… İyiliğin kirletildiğini düşünüyorum.
Anladığım kadarıyla siz bazı durumların “iyilik, kötülük, anlam vb…” gibi isimlerle onlara sınırların çizilmesine karşısınız.
Evet. Anlamak kavramı mesela: Hayatı anladığınızda hayatla iletişiminiz artmaz mı? Artar. Bu yüzden anlamak kavramı, kavramların en yücesi. Birbirimizi anlamamız lazım. Buna empati diyorlar ama bana patik gibi geliyor empati kelimesi. Birbirini anlasana. Kendimi onun yerine koyacağım. Nasıl koyacaksın? Sen onu anlamadan kendini onun yerine koyabilir misin? Koyamazsın.