“Hakk’ta mükennâ bir surette meknuz bir ‘hüsn’ vardır ki mutlaktır. Vücudu Hakk ile beraberdir. Bir de şe’niyet âlemindeki ‘hüsn’ vardır ki izafîdir. Vücudu şe’niyete bağlıdır. Şe’niyet ise fanîdir. Mutasavvıf-şair bu iki hüsnü ‘hüsn-i mutlak’ = ‘hüsn-i hakikî’, ‘hüsn-i izafî’ = ‘hüsn-i mecâzî’ tabiriyle birbirinden ayırd ediyor. Yûnus Emre de feylesof, yani mutasavvıf olmak itibariyle felsefesinin gösterdiği yolda yürümüş, ‘Hakk’a ‘Hüsn-i mutlak’a vusul için daima mecâzî aşkı, mecâzî güzelliği terennüm etmiştir, filhakika biz büyük Anadolu şairinin ibdâ’ ettiği ilâhî parçalarda daima bu kudretin iksirini hissediyoruz.”
Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu
Lirik ile retoriği sırmalı bir çiğdemde birleştirmiştir Yûnus. Ondaki ahlâk Aşk Dini’nin gereğidir. Bir başka deyişle ahlâklı olmak âşık olmak demektir. “Bulan arar” diyenlerin soyundandır. Daima aşka doğrudur. Bizi yeni vakitlere ancak aşkın çıkaracağına inanır. Ahlâk ile Aşk aynı kökten gelir ona göre. Kâinatın mayası Aşk’tan başka bir şey değildir çünkü. Yûnus ahlâkı retoriğe kurban etmez. Aşk simyasıyla lirik bir cevhere dönüştürür. Denilebilir ki Türk şiiri lirizmini, derûnî âhengini, estetiğini, zarafetini ve manâsını büyük ölçüde Yûnus’a borçludur.
I.
Kur’ân-ı Kerîm’de estetikle alâkalı başta cemal, hüsn, zâte behçe, nazra’ ve ziynet birçok kavramın geçtiğini görmekteyiz. Estetik medeniyetimizin en önemli yapı taşlarından Yûnus Emre’nin şiirini bu kavramlardan bağımsız düşünemeyiz. Hatta Yûnus’un söylemini bu kavramlar üzerine inşa ettiğini söylemek mübalâğa sayılmayacaktır.
II.
Kindî, ‘Âlemde bulunan her şey hareketlidir. Hareketse hâllerin değişmesidir.’ der. Yûnus, Divan’ının en güzel şiirlerinden biri şöyle başlar: ‘Hak bir gönül verdi bana hâ demeden hayrân olur/Bir dem gelir şâdî olur bir dem gelir giryân olur’ Ve sonra şöyle der: ‘Bir dem gelir söyleyemez bir sözü şerh eyleyemez/Bir dem dilinden dür döker dertlilere dermân olur’ Ve sonra da şöyle der: ‘Bir dem çıkar arş üzere bir dem iner tahte’s-serâ/Bir dem sanasın katredir bir dem taşar ummân olur’
Öyledir, bir dem gelir, her şey susar, yalnız Yûnus konuşur.
III.
Yûnus, görünmez’in arısıdır ve ‘oğul’ vererek şairane konaklar yeryüzünde. ‘Ballar balı’nı bulup kovanını yağma edene kadar sürer bu…
IV.
Yahya Kemal’e sorarlar: ‘Ne zaman şair olduğunuza inandınız?’ Üstad, hiç tereddüt etmeden cevap verir: ‘Türkçeyi hissettiğim zaman!’ Türkçeyi kalbin dili yapandır Yûnus ve Yûnus’u hissetmeden Türkçeyi hissetmek neredeyse mümkün değildir. Yûnus’un rahle-i tedrisinden geçmek Türkçenin libasına bürünmek demektir.
V.
Tanpınar anlatıyor: ‘Yunus Peygamber’in hikâyesini hepimiz biliriz. O, bir balığın karnında günlerce kalan ve orada pişmanlık yaşları döktükten sonra ışığa dönen insandır. Bu macerayı karanlığın yuttuğu ve karanlıktan dönen insan diye hülâsa ederiz. Yunus bu adı benimsemekle şüphesiz bu peygamberin çilesini ve talihini benimsemiş oluyordu. Filhakika Tapduk Emre’ye intisabı, dergâhında kalışı, oradan ayrılışı, tekrar gelişi ve nihayet izin alıp insanlar arasına irşât için yeniden girmesi, bütün bu kaybolma, kapanma, yeniden ve başka bir hüviyetle doğma hikâyesi, hep bu adın etrafında toplanabilecek vâkıalardır.’
İsimlerin de kaderleri vardır…
VI.
Itrî ‘şafak vaktinin cihangîri’ idi, Yûnus fecir vaktinin cihangîridir.
VII.
Yûnus’un şiirini okumak bende Tanpınar’ın Dede’nin Mahur Beste’sini ilk defa dinlediği zamanki hislerine yakın hisler uyandırır. ‘Birdenbire gözlerimin önünde çıplak bir manzaraya tek başına hâkim olan büyük bir ağaç canlanır.’ Bu hayâl, uyanık hâlde bir rüyâdır. Ve sonra rüzgârın musikisi ve alabildiğine buğday başakları…
VIII.
‘Et tevhid enla yera gayrullah lienne leyse bi şey’in fil hakikati illallah’ sırrına mazhar olanlardandır Yûnus.
IX.
Muhammed Bin Hamza, Makamat-ı Evliyâ’da anlatıyor: ‘Evliyâullah Hz. Resul’ün mübarek ruhundan Zât’ı müşahade ettiğinde, daima vücudunu o makamda fenâ kılar. Yani varlığı yok olur. O demde eğer sekiz uçmağı arz eyleseler, cehennem gibi görür. O fenâ bulan vücudunda hakk’ın Zât ilminden o kadar zevk hasıl olur ki, cennet arzularını unutur. Daima didârı yani Hakk’ın cemalini bekler. Ömrü olduğunca tavr-ı akılda yürümez. Âlem halkı ona deli veya saralı derler. Halbuki o fârıktır, yani iyiyi kötüyü seçicidir, bütün âlemin farkındadır. Gerçi tasarrufu vardır ama sûret-i beşeriyesinde divane şeklinde yürür. Kimseyle ilgilenmez, Kutb-ı Âlem’dir. Hükmü on sekiz bin âlem üzerinde çağrılır. Ondan ileri beşerin makamı yoktur.’
Anlatılan bu hâl ilmine mazhar olmuş Yûnus için ‘cennet de mâsivâdır’ desek mübalâğa etmiş sayılır mıyız?
X.
Ne zaman Hacı Bayram-ı Velî’nin ‘Çalabım bir şâr yaratmış, iki cihân arasında/Bakıcak didâr görünür, o şârın kenâresinde/Nâgehân ol şâra vardım, ol şârı yapılır gördüm/Ben dahi bile yapıldım, taş ü toprak arasında’ mısralarını okusam Yûnus gelir aklıma; onun ‘Bu dünyanın meseli bir ulu şâra benzer/Velî bizim ömrümüz bir tîz pâzâra benzer’ mısralarıyla başlayan ilâhisi…
İsmail Hakkı Bursevî, Şerh-i Rumûzât-ı Hacı Bayram-ı Velî isimli eserinde, söz konusu ilâhîde ‘şâr’ ile kastedilenin ‘kalb’ olduğunu söyler ve şöyle devam eder: ‘Kalb ehline gizli değildir ki, hakikatler, kalbin şiârı üzerinde devredicidir ve başka mahfillerde uygulaması yoktur. Kalb’in ‘şehir’ ile tâbir edilmesi, bütün kuvve ve isimlerin toplandığı yer ve yüce harfler ve süflî satırlar dairesinin merkezi olmasındandır. Kalb, kemâle erdikten sonra ruhtan daha yetkin olma hususiyetine sahiptir. Ruhun bedene ilişmesindeki maksat, tecelliler esnasında, kalbi, bir halden bir hale çevirmek içindir.’ ‘İlâhî sırların, tecellî biçimleri itibariyle birkaç taayyün-beliriş mahalli varsa da, bu, durak ve konak yerleri bakımından olup payitaht mahalli, kalbdir.’
Bursevî, Kalb’in iki yönüne işaret eder: Biriyle ‘gayb’ âlemine, diğeriyle ‘şehadet’ âlemine yönelmiştir. ‘Kalbin kemâli Allah ilmiyledir ve diğer âzâ ve kuvvelerin olgunluğu da onun kemâlâtına bağlıdır. Yani onun kemâli, zât ile kastedilen ile; ondan gayrı olanların kemâli ise âraz ile kastedilen iledir.’ Kur’an’da Yüce Yaratıcı, ‘O’nu, ruhu’l emin, senin kalbine indirmiştir.’ buyurur. Yûnus Emre, her şeyden önce o kalbin mimarıdır: ‘Kalb kalesi’nin…
‘Bu şârın sultânı var cümleye ihsânı var/Sultân ile bilişen yok iken vara benzer.’ İşte, Yûnus’un şehri bu şehirdir; -‘Sultân ile bilişen’lerin şehri…
Yûnus’un ‘kalb’inden Hacı Bayram-ı Velî’nin ‘kalb’ine bir yol var hiç şüphesiz…
XI.
‘Aşk gelicek cümle eksikler biter’ diyen koca Yûnus, bir rahmet yağmurudur, cân aynasıdır, ‘iç âlem fâtihi’dir…
XII.
‘Adım adım ilerü beş âlemden içerü/On sekiz bin hicâbı geçdüm bir dağ içinde’
Dağ başında bir tarlamız var; o tarlada bir alıç ağacı. Oturdum o ağacın altına bir eylül ikindisi, Yûnus’un diliyle şöyle dedim kendime:
‘Sûretden gel sıfata yolda safâ bulasın’ cânım efendim…
‘Sen cânından geçmeden cânân arzu kılarsın’ cânım efendim…
‘Aşk ilinin haberin işide misin’ cânım efendim…
‘Aşk eteğin tutmak gerek âkıbet zevâl olmaya’ cânım efendim…
‘Söylememek harcısı söylemeğin hâsıdır’ cânım efendim…
‘Ölümden ne korkarsın korkma ebedî varsın’ cânım efendim…
‘Tûl-ı emel defterin dürmeyen âşık mıdır’ cânım efendim…
‘Kendi mikdârın bilen bildi kendi hâlini’ cânım efendim…
‘Sevdiğim söylemez isem sevmek derdi beni boğar’ cânım efendim…
‘Dört kitâbın manâsı bellidir bir elifde’ cânım efendim…
‘Ne gördü Leylâ’nın gözünde Mecnûn’ cânım efendim…
‘Ben bir aceb ile geldim kimse hâlim bilmez benim’ cânım efendim…
‘Teferrüc eyleyü vardım sabâhın sinleri gördüm’ cânım efendim…
‘Aşk bir güneşe benzer’ cânım efendim…
‘Sensiz yola girer isem çârem yok adım atmağa’ cânım efendim…
‘Aşk imamdır bize gönül cemaat’ cânım efendim…
‘Cânını aşk yoluna vermeyen âşık mıdır’ cânım efendim…
‘Bu vücûdum şehrine bir dem giresim gelir’ cânım efendim…
‘Hak bir gönül verdi bana ha demeden hayrân olur’ cânım efendim…
‘Baksam seni görür gözüm söyler isem sensin sözüm’ cânım efendim…
‘Bu dünyânın meseli bir ulu şâra benzer’ cânım efendim…
‘Benim yüzüm yerde gerek bana rahmet yerden yağar’ cânım efendim…
‘Bize dîdâr gerek dünyâ gerekmez’ cânım efendim…
‘Dost yüzüne bakmağa key safâ nazar gerek’ cânım efendim…
‘Manâ eri bu yolda melûl olası değil’ cânım efendim…
‘Ben bu aşk kitâbını okudum tahsîl kıldım’ cânım efendim…
XXIII.
Yûnus, ‘aşk olsun’un manâsıdır.