Asrî bir Mevlit

13 dakikada okunur

1920’li yıllardan itibaren değişen/dönüşen bir Türkiye’nin kültürel ve sosyolojik gerçekleri arasında karşımıza çıkan modernleşme ve siyaset ilişkisi birçok alanda kendini belli eder. Bu bağlamda değerlendirebileceğimiz bir bakış açısıyla kayıt teknolojisi ve müzik arasında kurulan denklemin bir sonucu olarak plakların her kesime, sosyal yaşamın içerisine tüm hızıyla sızdığını görüyoruz. Kuşkusuz ülkenin müzikteki iç dinamikleri kadar uluslararası plak şirketlerinin halk tarafından tutulan sanatçı, güncel form ve türleri dikkate alarak üstlendiği ticari rolü de göz önünde bulundurmak gerek. Türk modernleşmesinde bazen içerik paranteze alınarak yola devam edilmiştir. Dönemin siyasi iradesiyle aynı dili konuşma yolunu tercih eden üretimlerin olması bunun doğal bir yansımasıdır.

Telefon, telgraf gibi asrî araçlar yeni bir başlangıcın ilk mahcup adımlarıdır. Ülkenin altyapısı neredeyse yüzyıldır başka bir biçimde sistemleşirken sanat, felsefe, bilim ve toplumsal değerler ulaşılmak istenen idealin yanında hareket eder. Örneğin gazete haberlerinde Ankara’nın gün geçtikçe “asrî ve medeni” bir şehir hâline geldiği, hükümet merkezinde her gün yeni birçok temelin atıldığı, birçok çatının örüldüğü belirtilir. Hattâ “Eskiden çürük ahşap evlerle dolu olan tahta şehrinin yerinde bu gün kâgir binalarla süslü bir şehir vardır.”[1] Zihinler, kavramlar, şehirler, binalar, mezarlıklar, sinemalar, müzik kısacası her şeyde bir asrilik/çağdaşlık vurgusu yapılır. Aslında zamanın ruhunu yansıtan bu sözcükler farklı bir dönemin habercisidir.

Türk edebiyatının dinî konularda en beğenilen, sevilen ve çok okunan eserlerinin başında gelen, Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı Vesilet-ün-Necât (Kurtuluş yolu vesilesi) olan mevlit, Peygamber’e karşı duyulan derin sevgi ve saygının bir ifadesidir.[2] İslâm toplumlarında sosyalleşmenin bir aracı olan mevlit Arap ve Türk edebiyatlarında geniş bir literatür oluşturmuştur.[3] Dinleyenlerde engin heyecan meydana getiren, estetik coşkuyla asırlar boyunca zevkle dinlenen ve okunan bu eserin yazımızla olan meselesine gelelim.

Dönemin kültür ve sanat alanındaki gelişmeleri, ünlü isimlerle yaptığı röportajlarla ve haberlerle duyuran usta gazeteci-yazar Hikmet Feridun’un şahit olduğu bir olay yazımızın iskeletini oluşturacak. Yazar, 1930’un sonlarında, Kasım ayının ilk günlerinde pembe bir kâğıda basılmış, süslü püslü bir davetiye alır… Bu, Taksim’deki bir apartmanda gece okunacak bir mevlidin davetiyesidir. Geleneksel ahşap evlerin dışında, bir apartmanda okunacağına göre mevlit her hâlde “asrî bir mevlit” olacaktır. Çünkü Galata ve Pera’da Batılı tarzda bir yaşam kültürü gelişmiş, apartmanlaşmanın artışı bölgeye olan talebi yükseltmiş, Cihangir, Müslüman ve Hristiyan seçkinlerin tercih ettiği semtlerden biri olmuştur.[4] Mevlide geri dönelim. Hikmet Feridun davete icabet eder ve Taksim’e gider. Kübik tarzda döşenmiş büyük bir salonda yerden yapılı alçak kanepeler, çeşitli elektrik lambaları vardır. Üstelik mevlide gelenlerin kıyafetleri de en son modadır.

Kadınlar kısa kollu gece elbiseleriyle, erkeklerde smokinlidir… Misafirler kümeler hâlinde oturuyor, sigaralarını içerken dedikodu yapmaktan çekinmiyorlardı. Gördükleri karşısında yazarın o an içine bir şüphe düşer, acaba davetiyeyi yanlış mı okumuştur? “Belki kartta yazılan mevlit değildi de bir eğlence davetiydi” diye içinden geçirir. Konukların arasından sıyrılıp dışarı çıkıp usulcacık karta yeniden bakar. Hayır, bu bir mevlit davetiyesidir. Tekrar salona gider. Bir aralık dans da edilir. Bu hikâyenin en ilgi çekici yerine geliyoruz. Bu esnada ev sahibi: “Eh artık mevlide başlayalım değil mi?” der. Herkes “sarıklı, cübbeli bir hocaefendi” beklerken salona koltuğunda iki üç plakla şık bir bey girer. Gramofon kurulur. Plak dönerken mevlit de başlar. Misafirler ellerinde sigaralar kübik kanepelere iyiden iyiye yaslanmış olarak mevlidi dinlerler. Her şey yolunda giderken gramofonun sesi yavaş yavaş kısılır. Misafirlerden bir kadın: “Kurması bitti. Şunu [yeniden] bir kursak” der. Bir erkek de ilâve eder: “İğne de bozuk değiştirmeli.” İğneyi değiştirmek ve gramofonu kurmak için bir an mevlide ara verilir. Ondan sonra tekrar başlanır ancak aksaklıklar bitmez ki. Plağın bozuk yerlerinde, mevlit karışır ve sesler kalınlaşır. Mevlit, “…Ruhu için el Fatiha” diye bittikten sonra bir aşir okunur. Lâkin bu esnada bir aksilik daha olur, plâk çatlaktır ve iğne de eski. Aşirin tam ortasında iğne çatlağa girince plak durur tabii aşir de…

Bundan sonra mevlit şekeri, mevlit şerbeti makamında pastalar, çaylar ve likörle ortaya çıkar. Pastalar yenilir, çaylar içilirken dans başlar… Mevlit, kadınlardan birine pek dokunur. Onun ricası üzerine bir daha tekrar edilir…Ve bu “asrî mevlit” gece yarısına kadar böylece devam eder. Hikmet Feridun’u tedirgin eden bir nokta, plakçılıkta bu ilerleme devam ederse aşir ve mevlit okuyan birçok hafız ve hocanın pabuçlarının dama atılacağıdır.[5] Bu serüvende yenilik perspektifinde geleneğe özgü üslup özelliklerinin devam ettiğini görsek bile yeninin geleneksel kültür üzerindeki izleri yeni terkipleri ve dengeleri ortaya koymaktadır. Cemil Oktay’ın sözlerini anımsarsak “Eski malumat revaçta olmadığına göre, yeni malumat ne olmalıdır sorusuna verilen yanıt, eski meşruiyet kalıbının içine doldurulan terakki ve medeniyet anlayışıdır.”[6]

Modern ekipmanların, sesi her tarafa eriştiren o özel yanı ilerleme ve asrilik sayılırken ünlü olan sanatçıların herkes tarafından büyük bir zevkle dinlenen plaklarının ister istemez her yere girebildiğini de unutmamak gerekir. Zaman ve mekân böylesi plakların dinlenmesi için oldukça önemlidir. Sonuca dair bir örnekle yazımızı nihayet erdirelim. Firmalar Hâfız Kemal’in plağa mevlit okumasını isterler. O da hemen İbnülemin Mahmud Kemal’e gelip “Bu konuda ne buyurursunuz?” diye fikrini sorar. “Sakın ha, böyle bir şey yapma” yanıtını alır. Hâfız Kemal Bey de “Peki efendim” deyip ayrılır. Aradan bir süre geçer ama aynı teklif tekrarlanır. “Katiyen olmaz, asla kabul etme!” dese de İbnülemin Mahmud Kemal, Mevlid-i Şerif çoktan plağın üzerine işlenmiştir. Üstat bir gün Sultanahmet’ten konağına doğru giderken Çarşıkapı’daki Cami’de mevlit okunduğunu zanneder. Hafız Kemal’i sevdiğinden dolayı “Niçin bana haber vermedi” diye ayrıca üzülür. Fakat biraz daha ilerleyince “Mevlit sesinin camiden değil Agop Güleryüz’ün meyhanesinden geldiğini anlar…”[7] Bu durum Mahmud Kemal’i bir hayli üzer.  Hattâ  Hafız Kemal’in yaşamının son yıllarında başına gelen trajik olayları bu hadiseyle ilişkilendirir. Anlaşılan o ki modern teknoloji yaşamın her alanına nüfuz ederken dinî edebiyatın en önemli yapıtlarından olan mevlidi de plak üzerine kaydetmiş, bu durum mevlidi her yere erişimini kolaylaştırırken bu ritüelin dayandığı geleneksel adap ve uygulamaya ters düştüğünü düşünen çevreler de eleştiriyle karşılaşmıştır.

[1] “Ankara’da Büyük Binalar”, Akşam, 5 Kânunusani 1929, s. 1.

[2] Faruk, K. Timurtaş (haz.). Süleyman Çelebi, Mevlid (Vesîlet-ün-Necât), İstanbul, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, 1990, s. I.

[3]MarionHolmesKatz, Mevlid, İslâm Dünyasında İbadetler ve Dindarlık, çev. Firdevs Bulut, İstanbul: Açılım Yayınları, 2014. Ayrıca bkz. Ahmed Ateş (haz.).Vesîletü’n-Necât: Mevlid, Süleyman Çelebi, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları, 1954.

[4] Burcu Özgüven, Burcu Pehlivanoğlu ve Aslı Akyıldız, “Cihangir (İstanbul) Semti Tarihî Binaları Envanter Çalışması 2005”, TÜBA-Kültür Envanteri Dergisi, 5/2006, s. 104.

[5] Hikmet Feridun [Es], “Asrî Bir Mevlit”, Akşam, 4 Teşrinisani 1930, s. 3.

[6] Cemil Oktay, Siyasi Kültür Okumaları, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2017, s. 54.

[7] Dursun Gürlek, (haz.). İbnülemin Mahmud Kemal İnal, Dârü’l Kemal ve Erbâb-ı Kemal, İstanbul, Timaş Yayınları, 2020, s. 435.

Önceki Yazı

Mutluluğun haritası mutsuzluk anlarında çizilir

Sonraki Yazı

Metaverse ve kaygı

Son Yazılar