Bizde tatil kavramı yoktur. Tabii bu tatilden ne anladığımızla da alakalı bir şey. İzin daha içime sinen bir kavram. Çünkü bu kavram içerisinde sıla-i rahimden tutun da tarih-kültür gezileri, eş-dost ziyareti ve okunmayı bekleyen kitaplara zaman ayırmak gibi birçok faaliyeti sayabiliyoruz.
İzin tarihlerimiz belli ancak ne yapacağımız belli olmadığından zuhurata tabi olduk. Bu tabir tasavvufi çevrelerde sıkça kullanılır. Allah’ın bize ne lütfettiğini, karşımıza ne çıkaracağını merak ederek yola revan olmaktır. Biz de tam olarak bunu yaptık. Maaile her biri en az 500 yıl Osmanlı idaresinde olan ata toprağı Diyar-ı Rumeli’ye doğru yola çıktık. 2016 yılında yaptığımız bir proje dahilinde, tüm Balkanları kapsayan birçok şehri ziyaret etme imkânım olmuştu. Bundan cesaret alarak güzergahı da kısaltarak mini bir balkan turunda bulduk kendimizi. İlk gidişimin dönüşünde içimi çok büyük bir hüzün kaplamıştı bu hüzün zaman zaman içimi tekrar gitme özlemiyle dolduruyor, hasretini içimde büyütüyordu. Nasip bugüneymiş deyip kadim medeniyetimizin iz’ini aramaya koyulduk. Yoğun duygularla Edirne’den başlayan seyahatimiz, Gümülcine ile son buldu. Sizlere yeniden hayran kaldığım medeniyet değerlerimizin bende bıraktığı gurur ve mutluluktan bahsetmek istiyorum.
Camii merkezli şehirler!
Kadim medeniyetimizin izlerini aramaya çıktığımız bu yolculuğun anahtarının camiler olacağını hiç düşünmemiştik. Şehir merkezine yaklaştığımızda bize yolumuzu tarif eden uygulamaya sorduğumuz ilk soru camiler nerede olmuştu. Gezdiğimiz bütün şehirlerde cami konumu bizi zaten şehrin merkezine, tarihine, kültürüne götüreceğini biliyorduk. Bunu yaşayarak bir kez daha idrak etmiş olduk. Esasında Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) Medine-i Münevvere’ye hicretiyle birlikte yaptırdığı mescidi ve onun etrafında oluşan bir Medine’den bahsetmemiz camilerin müminlerin hayatındaki önemini ortaya koymaktadır. Ecdadımızda aynı yolu takip ederek cami merkezli bir medeniyetin en güçlü temsilcisi olmuştur. Cami size şehre ait ne varsa açıyor. Kıldığınız Tahiyyetü’l mescid namazından sonra şehri adımlamaya tarihe, doğaya, çevreye, insana ve tüm canlılara dair ne varsa..
İlk durağımız Filibe oluyor. Şehrin tam merkezinde Cuma Camii yada bilinen diğer adıyla Hüdavendigâr Camii karşılayacak sizi. Hemen yanı başında Roma döneminde yapılan Philippopolis Stadyumu bekliyor olacak.
Sofya’ya geçeceksiniz Bulgaristan’ın başkenti, bilinen tek camii Banyabaşı, diğer adı Seyfullah Efendi Camii onun etrafında Roma dönemi yapılarla çevrili olduğunu göreceksiniz. Yanında Sveti Georgi Bulgar Kilisesi ve kalıntıları, biraz ilerde heybetiyle sizi karşılayan Aleksandır Nevski Katedrali’ni bulacaksınız. Biraz aşağısında sizi Aziz Nikolas Rus Kilisesi beklemektedir. Durmayacaksınız.
Kosova ve onun başkenti Priştine’ye girmeden, atamız balkan Fatihi Murad Hüdavendigâr’ın Türbesi gelir uğramadan, destur almadan, bir Fatiha-ı şerif okumadan geçmeyin. Şehrin merkezinde sizi Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Fatih Camii karşılamakta, altında Yaşar Paşa Camii, karşısında Osmanlı döneminde yapılmış bir saat kulesi bulunmakta.
Kendiside Kosovalı olan milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, Balkan Savaşları neticesinde Osmanlı hakimiyetinden çıkan Kosova’ya şöyle seslenir: “Nerde olsam çıkıyor karşıma bir kanlı ova… / Sen misin, yoksa hayâlin mi vefâsız Kosova! / Hani binlerce mefâhirdi senin her adımın / Hani sînende yarıp geçtiği yol “Yıldırım”ın/ Hani asker hani kalbinde yatan Şâh-ı Şehîd/ Ah o kurbân-ı zafer nerde bugün nerde o iyd/ Söyle, Meşhed, öpeyim secde edip toprağını; /Yok mudur sende Murâd’ın iki üç damla kanı?” Diye devam etmekte.
Prizren ah Prizren, Sinan Paşa Camii beklemekte bizi, önünde akan buz gibi su sebili, ortasından geçen Akdere Nehri, üzerinde mücevher gibi duran köprüsüyle.
Bir başka başkent ağırlar bizi Makedonya’da. Üsküp’ün ikindi serinliğidir. Murat Paşa Camii’nde yudumladığınız su ile çarşı içinden Taşköprü’ye yürürsünüz, giderken küçük meydanında sizi uluslararası bir festival karşılar açılış Allah’ın adı ile başlıyordur.
Üsküp iki yakalı bir şehir bir tarafı buram buram tarih kokarken diğer tarafı onlarca heykelden oluşan antik yunanı çağrıştıran ama tam bir görgüsüzlük örneğidir. Bu devasa heykellere rağmen Taşköprü, arasından sıyrılır ve sizi maziye götürmeye yeter.
Tetova’nın muhteşem Alaca Camiisi görenleri hayran bırakır kendisine o ne güzel bir incelik, estetik ve göz alıcılıktır.
Struga’ya uğramışsanız eğer, Mustafa Çelebi Camii ve az ilerde Halveti Hayati Hasan Baba Tekkesi’ni ziyaret etmeli, akşamında Ohrid Gölüne akan Kara Drim Irmağı kıyısında gezintiye bırakmalısınız kendinizi.
Her yeri ayrı güzel, her yeri tarih ve kültür ile iç içe bir şehre Ohrid’e girersiniz, çarşıdasınız bir anda yolunuz Zeynel Abidin Paşa Camii Pir Mehmet Hayati Halveti Tekkesi’ne düşer başka bir alemdir orası, yine az ileride Ali Paşa Camii, tarih kokan sokaklarında ilerlerken sizi sarıp sarmalayan evleri. Güneşin kavurucu sıcağında esintisiyle selamlayan sahili. Bozulmamış yapıları, doğası nasıl anlatılır bilmemki herhâlde gitmek görmek ve yaşamak lazım. Hele antik tiyatrosu gerçekten görülmeye değer.
Stevi Naum Manastırı… Bir dostum o gün aramasa ve buraya mutlaka gitmemi söylemese bu güzelliği görmeden dönmek çok büyük eksiklik olacaktı. Orhan Abi’ye buradan tekrardan teşekkür ederim. Doğanın güzelliğini tasvir etmek istesek hayalimiz ancak buraya yeter.
Manastır, Makedonya’dan çıkışın son durağı yine bizi karşılayan şehrin ortasından geçen bir Dragor Nehri, merkezinde İshak Paşa Camii ve onun karşısında tarihi Türk çarşısı… Manastır’a kadar gidip Manastır Askeri İdadisini görmeden gelmek olmaz. Ve camilere veda.
Selanik’teyiz hani o meşhur Selanik. 100’lerce camisinden geriye kalan üç cami. Onlara da kilit vurulmuş, mahpus Diyar-ı Rum’da. İç sızlatıyor, bir an önce çıkmak istiyorsunuz.. Gazi Mustafa Kemal’in doğduğu eve uğrayıp, Sultan Abdülhamit Hanı’ın sürgün tutulduğu Alaadin Köşkü’nü arıyorsunuz ama nafile.. Çıkıyorsunuz oradan kaçarcasına. Gecesinde Kavala’dasınız. Sahil göz kamaştırıyor.. Ama camii yok maalesef, Selanik’ten sonra Kavala’da da kapısı açık camii bulamıyorsunuz. Ne mi olmuş Yunanistan’da.. Tarih yok edilmiş.. İnançlara saygı rafa kalkmış.. Medeniyetimize ait her şey kaderine terk edilmiş. Selanik’te uygulama üzerinden yürüyerek ulaştığımız üç caminde işlevselliği kalmamış. İmaret camii kaderine terk edilmiş. İskele cami tam bir harabe ve Hamza Bey camii ortada yok. Kavala’da bulabildiğim iki camiden biri Pargalı İbrahim Paşa Camii kiliseye çevrilmiş diğeri Halil Bey Camii de müzik evi olarak kullanılmakta.
İçimiz buruk gecenin son durağındayız Gümülcine. Elhamdülillah gecenin ortasında bizi karşılayan ve bağrına basan bir camii. Camide görevli hocamızla ayak üstü hasbihal ediyoruz Gümülcine’de tam 21 cami olduğunu öğreniyor ve içimize su serpiliyor.
Su medeniyettir!
Sözün başında bahsettiğim ilk ziyaretim “Tarihi Su Yolu Şehirleri Buluşması”adıyla, Esenler Belediyesi öncülüğünde, 10 Ülke, 11 Şehri kapsayan ve suyun izini arayan bir yolculuktu.. Su hem barışın ve hemde savaşın adıydı. Bu gezi de fark ettiğim bir başka şey insani bir hak olan suyun bizim medeniyetimizde yerini tas tamam aldığıydı. İslâm’a göre de ilke olarak su bütün insanların ortak malıdır. Hz. Peygamber de insanların suda, otta ve ateşte ortak olduklarını belirtmiştir. (İbn Mâce, Ebû Dâvûd) Su konusunda ilk vakfı’da yine Hz. Peygamber’in teşvikiyle Hz. Osman tarafından bir yahudiden satın alınıp müslümanların hizmetine vakfedilen Akik yöresindeki Rûme Kuyusu olmuştur. Tüm bunları gurur duyduğum ve bu gezide fark ettiğim bir uygulamayı paylaşmak için vurguladım. Gittiğimiz bir çok caminin önünde Osmanlı döneminde yapılmış ve 7/24 akan su sebillerinin mevcudiyeti.. İçenden ne para isteniyor, ne ırkı ne milliyeti soruluyor…
Balkanlar’daki gururumuz!
Bizi gururlandıran bir başka şey ise ecdadın bize bıraktığı mirasa geçte olsa sahip çıkan bir neslin gelmesi. Biz bunu Çanakkale şehitliğimizin önceki halini ve bugün gittiğimizde gereken önemin verildiğini görmekteyiz. 500 yıla yakın idaremizde olan Balkanlar’da da ecdadın bıraktığı yıllar boyunca sahip çıkılamayan, birçoğunun yok olduğu tarihi mirasımızın TİKA tarafında yeniden ihya edildiğini görüyoruz. Emeği geçen herkese teşekkürü borç biliriz. Dileğim aynı çalışmaların Yunanistan’da bulunan tarihi değerlerimizin de en kısa zamanda ihyası. Burada yazılacak çok şey var ama bir tarih ve kültür gezisinden medeniyet tartışmasına girmek istemiyorum çünkü gördüklerim tartışmayı gerektirmeyecek kadar ilerde olduğumuzdur.