Aziz İstanbul’a Âşık Bir Şair

16 dakikada okunur

Özcan ÜNLÜ

Yahya Kemal Beyatlı’nın İstanbul sevgisi, Nedim’den farklıdır. Onun sevgisi, Tanpınar’ın deyişiyle, “Estetik plandan vatanın manevi çehresine doğru genişler.” İstanbul, vatanın özetidir büyük şaire göre; milli ruhun ve ‘Türk zevki’nin zirvesidir: “Türkiye Türklerinin yer yüzünde başka bir eseri olmasaydı; tek başına, yalnız bu eser şeref namına yeterdi.”

Şehirleri şiirler daha da güzelleştirir. Şehirlere başka bir anlam ve ruh kazandırır. Hele, “Dünya tek bir ülke olsa, başkenti mutlaka İstanbul olurdu” denilen bir şehirden söz ediyorsak…
İnsanlık mirası İstanbul, belki de üstüne en çok şiir, hikaye ve roman yazılan şehirdir. İstanbul, dinamiktir. Günün her saati yaşar.
Divan edebiyatının büyük şairi Nedim’in “Bu şehr-i sitanbul ki bi misl ü behâdır/ Bir sengine yek pâre acem mülkü fedadır” şah dizelerinde büyük bir manaya dönüşen İstanbul’un modern şiire yansıyan gölgesi büyük eserlerin ortaya çıkmasına da vesile olmuştur.
İstanbul’a şiirden bir libas diken Yahya Kemal Beyatlı, geçiş dönemi edebiyatının da en büyük temsilcilerinden. Cumhuriyet döneminin ve modern şiirin de en büyük kalemlerinden olan Yahya Kemal, kendinden sonra gelen şairlere de bir İstanbul mirası bırakmıştır. Cahit Sıtkı Tarancı, Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ümit Yaşar Oğuzcan, Orhan Veli Kanık, Necip Fazıl Kısakürek, Ziya Osman Saba, Oktay Rifat, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Mehmet Akif İnan, Attila İlhan ve hatta Aşık Veysel gibi onlarca şairin hazinesi olmuştur.
Sade bir semtini sevmek…
“Aziz İstanbul”a “başka bir tepeden bakan” şair şöyle terennüm eder İstanbul aşkını:
“Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.”
Sadece bir semtini bile sevmenin bir ömre bedel olduğu kaç şehir vardır yer yüzünde?
Fakat gelin görün ki, bu mukaddes şehre bu muazzam mısraları yazan şair şehrin güncel hayatına o kadar da dahil edilmemiştir. Yahya Kemal ölçeğinde şairleri olan ülkelerin bu büyük isimlere yaptıkları anıtlar, sokaklar, parklar, bahçelere bakıldığında biz, sadece Yahya Kemal için değil diğer bütün İstanbul şairleri için de aynı vefasızlığı gösteriyoruz.
İstanbul’a yepyeni bir duyarlılıkla bakan Tevfik Fikret’in “Sis” şiirini öncülerden sayabiliriz. “Sis, Aziz İstanbul’un bir öncüsü olabilir mi?” sorusunu uzun zamandır sorulmaktadır ancak iki şiiri de kendi yazılış şartları ile değerlendirmek daha doğru olacaktır. Çünkü “Sis”, siyasi tarafıyla da ağır basan bir şiirdir: “Bir devri lânetiyle boğan şairin Sis’i. / Vicdan ve rûh elemlerinin en zehirlisi.”
Öncü bir şair
Yahya Kemal için, “Divan Edebiyatı ile modern şiir arasında köprü görevi üstlenmiştir” tespiti doğrudur. “Dört Aruzcular” olarak bilinen Tevfik Fikret, Mehmet Akif ve Ahmet Haşim ile birlikte öncü bir isimdir.
Şiirlerini zor yazmıştır çünkü ustalık isteyen dizelerin her biri mücevher değerindedir. O yüzden yaşadığı sürece hiçbir kitabını görememiştir. Bitmiş gibi görünse de yazdıklarının bir kitap kararlılığı taşıdığına kendini inandıramamıştır.

Albert Sorel’in etkisi
Şairin hayat hikayesine kısaca bakarsak…
1884 yılında Üsküp’te dünyaya gelmiştir. Annesi ünlü divan şairi Leskofçalı Galip’in yeğeni Nakiye Hanım, babası dönemin Üsküp Belediye Başkanı İbrahim Naci Bey’dir. Asıl adı Ahmed Agâh’tır. İlköğrenimini Üsküp’te okuduktan sonra 1897’de ailesiyle Selanik’e yerleşmiştir. Annesinin veremden ölümü onu çok etkilemiştir. Babası yeniden evlenince ailesinin yanından ayrılıp Üsküp’e döndü ise de burada çok fazla kalamayıp tekrar Selanik’e gelmiştir. “Esrar” mahlası ile şiirler kaleme almıştır. Orta öğrenimine devam etmek üzere 1902’de İstanbul’a gönderilmiştir. Vefa Lisesi’ne kaydolmuş ve o yılın kış aylarını İstanbul’daki akrabalarının yanında geçirmiştir. Okuduğu Fransız romanlarının etkisi ve Jön Türkler’e duyduğu ilginin etkisiyle 1903 yılında İstanbul’dan Paris’e kaçmıştır. Hiç dil bilmeden gittiği Paris’te Fransızca öğrenen Yahya Kemal, bir yıl sonra Sorbonne Üniversitesi’nin Siyaset Bilimi Bölümü’ne kaydolmuştur. Okulun tarih hocası Albert Sorel’le tanışmış ve tarihe bakış açısı o tanışıklıktan sonra tamamen değişmiştir.
İki aşk: Celile ve İstanbul
Şair, 1913’te İstanbul’a dönüp Darüşşafaka Lisesi’nde tarih ve edebiyat öğretmenliği yapmıştır. Bu tarihlerde Üsküp ve Rumeli’nin Osmanlı’nın elinden çıkması şairi derin üzüntüye sokmuştur. “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik/ Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik” dizeleriyle başlayan “Akıncılar” şiiri böyle bir ruh hali içinde kaleme alınmıştır.
Milli Mücadele’ye destek veren şair, Lozan görüşmelerinde Türk heyetine danışmanlık yapmış, Cumhuriyet’in ilanından sonra milletvekilliği ve yurt dışı görevlerde bulunmuştur.
Yahya Kemal’in Paris sonrası “eve dönen şair” diye tanımlanır ancak birçok edebiyat araştırmacısı onun için “eve dönemeyen şair” demektedir.
Hayatı boyunca iki aşkı olmuştur: İmkansız ve büyük bir aşkla sevdiği Celile Hanım, bir diğeri ise ondaki tarih bilincini daima diri tutan İstanbul…
Mallarme, Verlaine, Valery, Baudelaire gibi Batı şiirinin usta isimlerinden etkilenmiş olsa da yeni bir şiir yapısı kurmayı başaran Yahya Kemal, “Beyaz Lisan”la yazdığı şiirlerinde uçsuz bucaksız Osmanlı coğrafyasını neredeyse İstanbul’da mezcetmiştir. Bütün Osmanlı şehirleri ama ille de eski İstanbul… “İstanbul algısının merkezindeki mekan ise Süleymaniye Camisi olmuştur.”
Türk semtlerini yazdı
Dışarıda -Ankara- iken en çok sevdiği şeyin “İstanbul’a dönmek” olduğunu söyleyen şair, “Siste Söyleniş” şiirinde “Birden kapandı birbiri ardınca perdeler…/ Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye nerdeler?/ Som zümrüt ortasında, muzaffer, akıp giden/ Firûze nehri nerde, bugün saklıdır, neden?”…
“Kar Musıkileri” şiirinde “Birdenbire mes’ûdum işitmek hevesiyle/ Gönlüm dolu İstanbul’un en özlü sesiyle.”…
“İstanbul Ufuktaydı” şiirinde “Gurbetten, uzun yolculuk etmiş, dönüyordum./ İstanbul ufuktaydı…/ Doğrulduğumuz ufka giderken (…)/ Yıllarca uzaklarda yaşarken,/ İstanbul’u hicranla tahayyül beni yordu.” dizeleri yazı ve şiirlerinde bolca/ çokça yer bulan şairin şehre bağlılığı ve aşkının derin ispatıdır.
Onun şiirlerinde Batılı yaşam tarzını benimsemiş semtler yoktur. Daha çok “Türk” geçmişi olan semtleri şiirleştirir: Süleymaniye, Kocamustafapaşa, Emirgan, Atik Valide, Çamlıca, Kandilli, Çamlıca, İstinye, Adalar, Üsküdar, Kavaklar, Hisarlar…
Tanpınar’a göre Beyatlı
En iyi talebesi Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre, Yahya Kemal Beyatlı’nın İstanbul’la ilişkisi şöyledir:
“Evet, İstanbul’u ve bütün vatanı, tarihimizle, halkımızla ızdırap ve neşemizle bizi birçok o kadar üstün yapan macera ve tecrübelerden miras hayat ve dünya görüşümüzle, kendimizi hep onun sesinde duyduk (…) Nedim, bu İstanbullu şairlerin başında gelir. O hastalığını, sefaletini, hiddetini, ruh tezatlarını İstanbul’a geçirmemiştir. Fakat neş’esi etrafımızda hala yaşamaktadır. Nedim’i hatırlamadan eski İstanbul’u, mevsimlerini, eski bayramları, şehirli hayatını, İstanbul güzelini hatırlamak pek az mümkündür. Baki ondan çok evvel, Yahya Efendi Baki’den az sonra, başka bir tarzda olsalar bile, Cafer Çelebi ve Atai hep İstanbullu şairlerdir. Şeyh Galip, bu mirası az çok değiştirmiş, yaşadığı şehri yeni denebilecek bir hayal dünyası arasından görmeye çalışmış, hiç olmazsa Boğaziçi mehtabını yeni bir iklim gibi bulmuştur. Bütün bu şairlerin İstanbul’u çok sevdikleri ve bize parça parça verdikleri muhakkaktır. Yalnız şu nokta vardır ki, hepsi az çok şehir çocuğu olarak bunu yapmışlardır. Yahya Kemal’in onlardan farkı, İstanbul’un şairi olmasıdır. O yaşanan bir medeniyetin hazır çerçevesinden değil, bir ferdiyetin adesesinden, bir daüssılaya benzeyen sevgiden ve bir tefekkürün arasından İstanbul’u gördü ve teganni etti. Belki daha ileri gitti; bu şehrin güzelliklerinde sanatının nizamını aradı.”
Aşiyan’da yatıyor
Son günlerini İstanbul’da Park Otel’de geçiren Yahya Kemal Beyatlı, şiirleri ile bir İstanbul monografisi yazmıştır. Yakalandığı bağırsak iltihabı sebebiyle tedavi için 1957’de Paris’e gitmiş, 1958’de İstanbul’a dönüp Cerrahpaşa Hastanesi’ne yatmıştır ve burada da hayatını kaybetmiştir. Cenazesi Aşiyan Mezarlığı’na defnedilmiştir. Vefatından sonra İstanbul Beyazıt’ta açılan Yahya Kemal Enstitüsü, şairin Nihad Sami Banarlı’nın gayretleriyle hazırlanan eserlerini neşretmiştir. Çok titiz bir şair olan Yahya Kemal, sağlığında hiç kitap yayınlamamış, bütün eserleri vefatından sonra okurlarıyla buluşmuştur.

YAHYA KEMAL’İN ESERLERİ

Kendi Gök Kubbemiz (1961)
Eski Şiirin Rüzgârıyle (1962)
Rubailer ve Hayyam’ın Rubailerini Türkçe Söyleyiş (1963)
Edebiyata Dair
Aziz İstanbul (1964)
Eğil Dağlar
Tarih Musahabeleri
Siyasi Hikayeler
Siyasi ve Edebi Portreler
Çocukluğum, Gençliğim, Siyasi ve Edebi Hatıralarım (1972)
Mektuplar-Makaleler
Bitmemiş Şiirler
Pek Sevgili Beybabacığım (Yahya Kemal’den Babasına Kartpostallar, 1998)
Gemi Elli Yıldır Sessiz (Özel Mektupları ve Yazışmalarıyla Ölümünün 50. Yılında Yahya Kemal)

Önceki Yazı

Marmara Yaptıklarımızı Yüzümüze Kusuyor

Sonraki Yazı

Boğaziçi Günümüz Edebiyatına İlham Verir mi?

Son Yazılar