Bazı bakışsızlıklar ve haksız bahçeler

5 dakikada okunur

Hayvanat bahçelerine gidiyorum, Rilke gibi şiir yazmaya da değil üstelik, doğrudan temaşaya. Bilet alıyorum girişte hiç utanmadan.  Hayvanat bahçesi adını verdiğimiz, ferah bahçeye değil kara zindana benzeyen bu esir pazarlarında sergilediğimiz canlıları tabiatlarından ayırdığımızı biliyoruz aslında. Ayrılığın tahribatıyla da ilgilenmiyoruz. İnsanız ve buna hakkımız var?

Nihayetinde neşeli sandığımız maymunlar sinirli, çocukları eğlendiren filler çamurlu günlere hasret, cıvıl cıvıl görünen kuşlar kanatlarıyla kavgalı, görkemiyle büyülendiğimiz o kaplan ise yalnızca intikamının peşindedir o anda orda, o zindandan bozma bahçede. Aslanın yorgun gözlerinde birikmiş nefretini, dikkatli bakan herkes görebilir mesela. John Berger’in hayvanat bahçelerini bakışlar üzerinden tasvir ettiği yazısındaki iki görme biçiminden bahis açtığı düzlemi tekrar düşünebiliriz. Bakış ve bakışsızlık. Ziyaretçilere sunulan kafeslerdeki hayvanlara bakma imkânı, içinde merak ve hayreti barındıran seyirlik temaşayı anlatırken, hayvanların bakışsızlığı başka meseleleri önümüze getirecektir. 

Ne zaman yolum bir hayvanat bahçesine düşse, hep aynı huzursuz hissiyat sarıyor ruhumu. Doğru yerde değilim duygusu, evet. Kocaman yanlışlıkların ortasındayım. Hakkım olmayan bu seyirliğin müşterisiyim. Ruhum huzursuz, kıstırılmış ruhların azap içinde ölümü bekledikleri haksız bir bahçe çünkü burası. Adil değil, makul değil, masum değil, hakkaniyetli değil. Olup-bitenlerin alabildiğine farkındayız. Çok hayvanlı bu şenlikli tecrübeyi başka türlü yaşamanın mümkün olamamasının ya da mekânın aslında çocukların merak ihtiyacını karşıladığına inanmamızın hafifletici sebep sayılamayacağı ortada. İnsanın zorbalığını suhuletle konuşturduğunu söylemenin tam sırası mı? İnsan ki insan, canlıları mülk addederken merhametin sınırlarını ihlal eden o mutlu zorba. 

Doğalarından ayrı düşen esirlerin sergilendiği bu tip mekânlarda, gerçek bakışlara rastlayabilmek olası/mümkün değil. Hayvanlar boşluğa, yan tarafa ya da daha ileriye doğru bakarlar burda. Neşeli gibi görünenler bile derinden mutsuzdur, nihayetinde zayıflatılmış, başkalaştırılmış, iradeleri zorlanmıştır. Evet, doğaları yaralıdır, bunu asla unutamazlar. Hayvanların kapatıldığı haksız bahçeler, hayvanlar üzerinde kurulan tahakkümün en ağır evrelerinden birini temsi ediyor, yaşamalarına izin verildiği için minnettar olmaları gerekiyor çünkü. Hayvanlar bizim mülkümüz değil, buradan başlayabiliriz belki, muhakkak ki yeryüzü yalnızca insanlar için yaratılmadı.

Hayvanlarla gerçek bir mesafeden hiza alarak göz göze geldiniz mi hiç? Gözlerindeki dil yeteneği tek kelimeyle kusursuzdur. Martin Buber Ben ve Sen adlı kitabında şöyle diyor; “Bir hayvanın gözleri, büyük bir dil yeteneğine sahiptir. Bağımsız, hiçbir ses ve jest yardımına gerek duymadan, hareket etmeden tamamen bakışlarıyla, tabiî tutkunluğu, yani oluş kaygısı içindeki sırları en etkili şekilde ifade eder. Sadece hayvan tarafından bilinen bu gizem durumunu, bize, yalnızca o açabilir -çünkü bu, ancak açılabilir olandır, ifşa edilebilir olan değil.”

Hayvanat bahçelerine gidiyorum, Rilke gibi şiir yazmaya da değil üstelik, doğrudan temaşaya. Bilet alıyorum girişte hiç utanmadan.  

 

Önceki Yazı

Çehov beni çağırıyor

Sonraki Yazı

NYC kitapçıları

Son Yazılar