Bergman’ın izinde bir yolculuk: Bergman Adası 

9 dakikada okunur

Filmleriyle sinema tarihinin unutulmaz yönetmenleri arasında yer alan ve kendinden sonra gelen birçok yönetmeni de etkileyen Ingmar Bergman’ın izini süren “Bergman Adası” filmi üzerine birlikte düşünelim istiyorum. Filme geçmeden önce biraz Bergman’dan bahsetmekte fayda var. “Yedinci Mühür”, “Yaban Çilekleri”, “Persona”, “Sessizlik” gibi başyapıtlara sahip İsveçli sinemacı Ingmar Bergman, modern sinemanın seyrini radikal bir şekilde değiştirdi. Sinema tarihinin en üretken yönetmenlerinden biri olarak hem filmleri hem de filmlerin içerikleri yıllar boyu tartışılarak analiz edildi. Peki Bergman’ı sinema tarihinde bu kadar özel kılan hususlar nelerdir? Bunun en büyük sebebi belki de filmlerinde ağırlıklı olarak insanlığın ortak temaları olan inanç, yaşam, ölüm, ilişkiler ve aile gibi konuları çarpıcı bir biçimde ele almış olmasından kaynaklanıyor. Sinema haricinde, televizyon ve tiyatro alanında da aktif olarak yer alan Ingmar Bergman, yapıtlarında kendi hayatını merkeze alan, çocukluğunda ailesiyle yaşadıklarından yetişkinliğindeki ilişkileri, çalkantılı beraberlikleri, siyasi görüşleri filmlerine aktarmaktan çekinmeyen bir yönetmen idi. Bu anlamda onun filmleri bir tür iç dökme, arınma gibi görünebilir. Özellikle çocukluğunda yaşadıkları neredeyse tüm hayatını etkileyen, sürekli geri dönüp bakma ihtiyacını hissettiği bir dönem olarak kabul edilir.

Farö Adası’na yolculuğa dair 

Bergman’dan bu kadar bahsedip ara veriyoruz, filme dönecek olursak film; Farö Adası’nda geçiyor. Farö Adası’nın tarihine yolculuk yaptığımızda da youlumuz yine Bergman’la kesişiyor. Bergman, 40 yılı aşkın bir süre Fårö adasında yaşadı ve çalıştı. Yönetmen, ölümünden sonra evinin müzik, film, fotoğrafçılık, tiyatro ve edebiyatla uğraşan insanlar için bir buluşma yeri olmaya devam edeceğini hayal etti. Bu vizyon, iş adamı ve hayırsever Hans Gude Gudesen’in, Linn Ullmann’ın öncülüğünde yeni kurulan Bergman Estate Foundation ile yaptığı işbirliğiyle evleri ve Bergman’ın tüm eşyalarını ve mobilyalarını satın almasıyla gerçeğe dönüştü. Gudesen, bugüne kadar mülklere ve masraflarına büyük bir özen ve ilgiyle bakıyor. Hayırsever mülkiyeti ve katkısı, sanatçılardan ve akademisyenlerden yüzlerce ilham verici ziyarete yol açtı ve çok sayıda sanat eseri ve araştırmayla sonuçlandı. Fårö’deki Bergman Malikanesi, dünyanın dört bir yanından sanatçıları, akademisyenleri, kurgu dışı edebiyat yazarlarını ve gazetecileri Ingmar Bergman’ın malikanesinde çalışmaya davet ediyor. Evleri, Ingmar Bergman’ın başucu masasındaki notlara kadar orijinal halleriyle korunmuş. Ortam, Ingmar Bergman’ın kırk yıl boyunca kendi sanatsal uğraşlarına ilham verdiği gibi, tefekkürlü ve yaratıcı çalışmaları beslemeyi amaçlıyor. 

Fårö’nün doğası ve insanları Bergman’da hem huzur, ilham ve özgürlük duygusu hem de yaratma, çalışma, okuma ve film izleme isteği uyandırdı. Ingmar Bergman ile Fårö yerlileri arasındaki ilişki karşılıklı sevgi ve saygıya dayanıyordu. 

“Büyülü Fener”den bir not 

Özel hayatıylda çokça konuşulan Bergman, “Büyülü Fener”de “Bir film belge olmadığında, bir rüyadır… Kurgu masasında, film şeridini kare kare oynattığımda, çocukluğumun o baş döndürücü büyülü hissini hâlâ hissediyorum” diyor. Bu onun film evrenine bakışını özetliyor. Kapsamı iddialı ancak hassas bir şekilde işlenmiş  Büyülü Fener kitabı, çağımızın en büyük dahilerinden birinin zihnine açılan bir pencere. 

Filmin içeriğine dair 

Filmin ilk yarısında, çiftimizin bu huzur dolu adada yaşadıkları, Bergman’ın izinden giderek farklı alanlarda üretkenliklerini test etmeleri üzerine odaklanıyor. Tony, büyük bir disiplinle yazılarına yoğunlaşırken, Chris ilham arayışında sıkışıp kalıyor ve yazdıklarının kalitesinden tam olarak emin olamıyor. İkisinin de yazıyla olan ilişkisi, Bergman’la kurdukları bağa paralellik gösteriyor gibi: Tony, Bergman’ın çerçevesine sıkı sıkıya bağlı bir hayran iken, Chris, ona sunulandan daha fazlasını sorgulayan, arayış içindeki bir sevgili gibi görünüyor. Chris, yazım sürecindeki tıkanıklığını Tony ile paylaştığında, seyirci bir anda ikinci bir filme adım atıyor. Üstelik bu yeni hikaye, ana filmin karakterleri arasındaki gerilimden çok daha yüksek tansiyonlu bir ilişkiyi gözler önüne seriyor! Chris’in senaryosundan doğan bu ikinci filmin başrollerinde Amy (Mia Wasikowska) ve Joseph (Anders Danielsen Lie) yer alıyor. Filmin ikinci yarısında kurgu ve gerçeklik arasındaki sınırlar iyice belirsizleşirken, Chris adeta yönetmen Mia Hansen-Løve’un rolünü üstleniyor. Ayrıca film boyunca, entelektüel bir kadının yaratıcılığının geleneksel bağlardan ne kadar kopabileceği sorgulanırken, erkeklerin bu alanda hala belirli bir konfora sahip oldukları açıkça vurgulanıyor.

Filmin düşündürdükleri 

Yarı otobiyografik olarak ele alabileceğimiz film, bizi Bergam’ın izini takip etmeye zorlarken; iki çift arasında da, kurulan ilişkinin açmazları üzerine düşünmemize vesile oluyor. Film boyunca bir yazarın ve yönetmenin yaratma macerasını takip ediyoruz. Birbirleriyle gizli bir rekabet halinde devam eden bu yaratma deneyimi, sonunda filmin bütünü içinde bize keyifli bir edebiyat şöleni de sunmuş oluyor. Bu deneyimden faydalanmak için filmi görmeye ihtiyacımız var. 

Bergman üzerine yapılan diyaloglarda, günümüzde yorumlanması ve acaba sinema tarihine mal olmuş yönü gerçeğin tarafında mı noktasına geliyoruz. Bergman yönetmenin gözünden yeniden yorumlanmış bir şekilde karşımıza çıkıyor. Bu hem geçmişi hatırlama hem de şimdiye bir şeyler söyleme bağlamında ele aldığımızda; estetik bir zevk de sunuyor. 

Önceki Yazı

Anlatıcılar İstanbul’da geziyor

Sonraki Yazı

Yerli malı her zaman yurdun malı değil midir?

Son Yazılar