Bazı kitaplar vardır, bilirsiniz: yazarının adını hiç duymamışsınızdır ama kitabın adı ve kapak resmi oldukça etkileyicidir. Merak edersiniz ve arka kapak yazısını okur ve “bu kitap tam bana göre” dersiniz. Yıllar önce ben de yazar Selçuk Altun’un “Ayrılık Çeşmesi Sokağı” romanını gördüğümde içim ısındı ve çabucak kitabı satın alıp kısa sürede okudum ve okuttum. Sizlere de tavsiye ederim. Kendisi de bir bibliyofil olan Selçuk Altun’a bu tabirin anlamını sorduklarında şöyle cevap verir: “Bibliyofil Yunanca kitapsever demektir. Ali Püsküllüoğlu’nun Türkçe Sözlük’ünde bibliyofil için kitap dostu, kitaplara düşkün kimse denmiştir. Sözlüklerin sözlüğü Oxford English Dictionary, bu tanımlara kitap koleksiyonerliğini de ekler. Bibliyofilin bir üst mertebesi bibliyomanlıktır ve hastalık düzeyinde kitap tutkunu anlamına gelir.” Belki de her edebiyatçı bibliyoman yahut en azından bibliyofildir. Sadece kitap yazmakla kalmazlar, kitaplar hakkında da yazar ve söylerler. Önemli edebiyatçıların kitaplar hakkında sarf ettikleri ya da onlara atfedilen birkaç özlü sözü paylaşmak isterim:
YENİ ÇIKANLAR
Çağrışımlar & Biz Kimiz?
Savaş Ş. Barkçin / Mecra
“Bizim Allah’la aramız bozuk. Allah’la aramız bozulmaya başlayınca yaptığımız eylemler, günlük hayatta mesleğimizi icra etme tarzımız yani bir toplumun hayatiyetini devam ettirme yolları da bozulmaya başlıyor. Hastalıklar baş gösteriyor, virüsler yayılıyor. Dolayısıyla bugüne kadarki serencamı kabaca böyle anlatabiliriz.” Savaş Ş. Barkçin, Çağrışımlar programından yola çıkarak hazırladığı bu kitabında, hayatın içinden pek çok konuya temas ediyor. Modern uygarlığın gitgide hayatımızı tahakküm altına aldığı bir çağda medeniyetimizin inceliklerini devlet idaresinden geleneksel sanatlarımıza kadar geniş bir yelpazede örneklendiriyor, Batılı referanslarla hareket edenlere karşı “kendi” olmanın önemini hatırlatıyor.
Gayrinizamî Harp Tarihi Direniş, Ayaklanma, Çatışma
Ahmet Özcan & Emrah Özdemir / Kronik
Gerilla harbi, küçük savaş, ayaklanma, düşük yoğunluklu çatışma ve özel harp gibi farklı adlandırmalarla anıla gelen gayrinizamî harp, tarihsel süreçte antik çağlara kadar uzanır. Temelinde uzun soluklu yıpratma taktiğini esas alan bu yaklaşım; sızma, sıyrılma, baskın ve sabotaj gibi düzenli harp dışı harekât türleri yoluyla düşmanı hedef alırken halk desteğine de büyük önem verir. Devasa orduların ve devletlerarası savaşların ana temayı oluşturduğu son iki yüzyılın siyasi tarih anlatısı içerisinde dahi kendine önemli bir yer bulabilen gayrinizamî harp, düzenli ordular tarafından da politik hedefler doğrultusunda kullanılmaktadır. Antik Çağ’da göçebe halkların mücadelelerini, Roma İmparatorluğu’nun idaresi altındaki bölgelerde karşılaştığı ayaklanmaları, İslam’ın yayılma sürecinde uygulanan stratejileri, karşılaşılan yerel mukavemetleri ve Haçlı Seferlerine karşı Anadolu’da görülen Selçuklu direnişini bu savaş anlayışı dâhilinde incelemek mümkündür. Modern dönemde ise gayrinizamî harp Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında hem partizan hareketler gibi direniş grupları hem de düzenli ordularca kurulan özel birlikler vasıtasıyla kullanılmıştır. 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra ise Latin Amerika, Afrika, Vietnam, Afganistan ve Irak gibi farklı coğrafyalardaki tecrübeler üzerinden literatürde belirgin bir olgu haline gelmiştir. Milli Savunma Üniversitesi Kara Harp Okulu Dekanlığı öğretim üyeleri Emrah Özdemir ve Ahmet Özcan gayrinizamî harp kavramının teorik zeminine ve köklerine inerek bu savaş tarzının gelişiminin izlerini sürüyor. Gerek kavramın tarihsel süreç içerisinde gelişimini gerekse pratikte ne gibi değişim ve dönüşümlerin yaşandığını göstererek tarihöncesi dönemden 21. yüzyılda Irak ve Afganistan işgalleri sırasındaki direnişlerin ve bunlara karşı koyma mekanizmalarının anatomisini çıkarıyorlar. Elinizdeki kitap gayrinizamî harbin teorik ve pratik tarihini sunması bakımından Türkçe literatürde ilk olma özelliğini de taşıyor. Gayrinizamî Harp Tarihi: Direniş, Ayaklanma, Çatışma düzenli muharebeden farklı taktik ve teknikleri barındıran bu yoğun politik mücadelenin kavramsal ve teorik gelişimini ele alan, dünya tarihinde yaşanmış farklı tecrübeleri aktararak zenginleştiren bir başvuru kaynağı.
Kadîm ile Cedîd Arasında
Cem Behar / Yapı Kredi
“İstanbul’un Yenikapı Mevlevîhanesi şeyhlerinden Abdülbâki Nâsır Dede 1794 ile 1796 yılları arasında geleneksel Osmanlı/Türk musıkisiyle ilgili çok önemli iki eser kaleme almıştır. Bunların ilki bu musıkinin kullandığı perdeleri listeleyen, bunların nasıl duyurulacağını gösteren, usûlleri, makam ve terkipleri sıralayıp açıklayan ve musıki icrası hakkında bazı faydalı bilgiler de içeren bir tür musıki teorisi kitabı olan Tedkik ve Tahkik’le birlikte onun kısa bir ilâvesidir. İkincisi ise kendi geliştirdiği bir notalama sistemini açıkladıktan sonra buna örnek olmak üzere yeni bestelenmiş birkaç musıki eserini notaya aldığı risaledir ve Tahririyetü’l Musıki başlığını taşır. Bu eser genellikle Tahririye olarak bilinir. Yani Abdülbâki Nâsır Dede bir yandan müziğin teorisiyle uğraşırken, diğer yandan da eser besteleyip musıki icra ve bu icranın kâğıda dökülmesini sağlayacak bir notalama sistemi geliştirmiştir.” Cem Behar, Abdülbâki Nâsır Dede’nin yapıtları üzerinden dönemin musıki anlayışını, icra yöntemlerini, arka planda yaşanan toplumsal-siyasî gelişmelerin ve geleneksel kadîm ilimlere sirayet eden yeniliklerin musıkiye etkisini inceliyor. Kadîm ile Cedîd Arasında’yla Cem Behar Osmanlı/Türk musıkisi tarihine ilişkin, düz tarihçiliğin sınırlarını aşan çalışmalarına bir yenisini ekliyor.
Kaplanın Sırtında
Zülfü Livaneli / İnkılâp
Otuz üç yıl süren bir saltanat, ardından bir gece yarısı gelen Selanik sürgünü… Tahttan indirilişinin üzerinden bir asırdan uzun bir zaman geçmiş olan II. Abdülhamid’in yaşamının en ilginç evresi Livaneli’nin çağdaş anlatısıyla gün yüzüne çıkıyor. Devrik padişahın, ihtilalci fikirlerin filizlendiği Selanik şehrindeki günleri hem bir vicdan muhasebesi hem de yoğun bir psikolojik gelgit dalgası. Türk edebiyatının kuşak bağı Zülfü Livaneli, II. Abdülhamid’in tahtını kaybettikten sonra yaşadıklarına odaklanırken, bireyi, toplumu, devleti ve iktidarı sorguluyor. Selanik sürgünü boyunca Sultan’ın ve maiyetinin hususi doktoru olan Tabip Yüzbaşı Atıf Hüseyin Bey’in hatıratından hareketle vücut bulan bu tarihi romanda, iktidar kavramına çarpıcı bir bakış açısı sunuluyor.
ÖNERDİKLERİM
Kötülük Estetiği
Hacer Selçuk / Ketebe
Güzellik algısının bütünüyle değişim göstermeye başlamasıyla daha önce sanatın güzelliğinden mahrum bırakılan kötü, çirkin gibi negatif unsurlar edebiyatta kendilerine yer bulmaya, estetik bir unsur olarak görülmeye ve işlenmeye başlanır. Edebiyat da bireysel bir iç durumu, çekici ve derin bir tutumu, psikolojik bir tutarsızlığı veya çelişik bir bozukluğu, şiddeti, güç unsurunu, çirkinlik ve sahtelik olarak kötüyü neredeyse sayısız çehresiyle konu edinir. Edebiyatın kötüye değer atfederek onu yükseltmesi ve sanatsal bağlamda estetik olarak var kılması gibi kötü de değişen ve derinleşen yüzüyle edebiyatı yaratıcılık noktasında olumlu anlamda etkilemektedir. Hacer Selçuk, Kötülük Estetiği’nde, farklı dönem ve edebiyatlardan seçilen üç kötücül kahraman üzerinden kötünün ve kötülüğün ele alınışındaki değişimi incelemektedir. Ayrıca, edebiyatın kötüyü işlemede diğer sanat dallarından nasıl ayrıldığını, kötüye yaklaşımın değişmesinde, kötünün yaratıcı bir unsura dönüşerek güzel ve iyi üzerinde etkili olmasında, zekâ ve bilginlikle birleşerek hayranlık uyandırmasında ve nihayetinde estetik bir unsur olarak işlenmesinde nasıl işlevsel olduğunu da sorgulamaktadır.
Muhteşem Oz Diyarı
L. Frank Baum / Türkiye İş Bankası
Oz Büyücüsü’nün yayımlanmasının ardından Korkuluk ve Teneke Adam’la ilgili yeni hikâyeler isteyen okurlarını geri çevirmeyen L. Frank Baum, 1904’te Muhteşem Oz Diyarı’nı kaleme alır. Dorothy’nin Kansas’a dönüşünden kısa süre sonrasında geçen hikâyede bizi hem tanıdık yüzler hem de yeni tanışacağımız karakterler beklemektedir. Baum, Edward Bellamy ve William Morris gibi ütopyacı yazarlardan etkilenmiş, sanayi toplumu ile pastoral düzenin kesiştiği bir diyar yaratmıştır. Oz’da her şey “canlı” olabilir ve Oz’un ütopyasını tanımlayan değer sistemi, insanlarla sınırlı olmayıp cansız ve mekanik varlıkların yanı sıra flora ve faunayı da içine alacak şekilde genişletilmiştir. Örneğin Tip’in Hayat Tozu’yla canlanan grotesk Jack Kabakkafa’ya yönelik sahiplenici tavrı, Victor Frankenstein’ın kendi yaratığını reddedişine benzemez. Baum’un önyargısız bir iş birliğini teşvik eden görüşleri çocuklar ve yetişkinler için ilham vericidir. Ayrıca kadınların oy hakkı hareketinden etkilenen Baum’un Komutan Jinjur vesilesiyle gelenekselleşmiş cinsiyet rollerini tersyüz etme girişimi de dikkate değerdir.
Serâb-ı Ömrüm
Rıza Tevfik Bölükbaşı / Kapı
Rıza Tevfik Bölükbaşı… Şair, kültür ve siyaset adamı. Estetikçi. Feylesof lakabıyla ünlenmiş belki de ilk aktivistlerimizden. Kişiliği kadar zengin bir hayatı oldu. Osmanlı’nın son dönemi ile Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını içeriden yaşadı. Şairdi. Lirizmle atbaşı giden coşkulu duyuşları, Halk ve Tekke Şiiri’nin kaynaklarına kadar uzandı. Spora düşkündü ayrıca. Durulmaz bir zihin yapısı vardı. Ve Serâb-ı Ömrüm… Rıza Tevfik’in sevilen şiirlerinin toplamı. Yetmedi, hemen hemen yazdığı diğer bütün şiirleri… Şiir ve hasret … Bugün ve geçmiş. Öfke ve hiciv. Zekânın uzak yoklayışlarıyla örülmüş bir şiir evreni. Varlık ve yokluk arayışlarının kalp çarpıntısıyla dile duruşu. Aşk kadar tabiatın da coştuğu çarpıcı bir dil akışkanlığı. Şiirimizin dünden bugüne geçirdiği merhaleleri izlemek için eşsiz bir kaynak.
Ömrünü Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın hayat ve eserini anlamaya adamış Abdullah Uçman imzasıyla… “Uçun kuşlar uçun! Doğduğum yere; / Şimdi dağlarında mor sünbül vardır. / Ormanlar koynunda, bir serin dere, / Dikenler içinde sarı gül vardır…”
Ya Paranı Ya Canını:
Orta Çağda Ekonomi ve Din / Jacques Le Goff / Dergâh
Dünyanın önde gelen Orta Çağ uzmanlarından olan ve Türkçeye de çok sayıda kitabı çevrilen Fransız tarihçi Jacques Le Goff bu kitabında kapitalizmin ayak seslerine dikkat kesiliyor. Kapitalizmin doğuşunun büyük ya da küçük anlatılarının arasında konsüllerden kilise kayıtlarına, kıssalardan vaazlara uzanan bir arkeolojik kazıya girişiyor. Balzac’tan Dickens’a ve Gide’e kapitalist düzeni anlatan her romanda karşımıza çıkan tefeci figürünün öncülü olan; İsa’nın tapınaktan kovduğu murabahacının ve murabahanın izlerini, içinde bulunduğu ekonomik ve dinî yapılar ve pratikler içinde sürüyor. Murabahayı tamahkârlığın cisimleşmiş hâli olarak reddeden, Tanrı’ya ait zamanı satan bir fiil olarak onu cehenneme mahkum eden Kilise’nin Orta Çağlar boyunca bu tavrında yaşanan dönüşümleri din ve para ekonomisiyle birlikte okuyor. Eserlerinde, bir zamanların geçirgen olmayan sınırlarla dolu Orta Çağ tasavvuruna şiddetle karşı çıkan Le Goff, elinizde tuttuğunuz bu küçük kitapta da hukuktan dinî yaşama, ekonomiden kurtuluş tasavvurlarına canlı bir Orta Çağ resmi çiziyor. “Ya paranı ya canını” diyen Kilise’ye karşı murabahacının nasıl “hem paramı hem canımı” diyebildiğini gösteriyor.
Ümit Meriç’ten tavsiyeler
Bu sayımızda “Babam Cemil Meriç”, “Türkiye Kanatlarımızın Altında”, “Ahmet Hamdi Tanpınar: Ebediyetin Huzurunda”, “21. Yüzyılın Eşiğinde Sosyoloji Konuşmaları”, “Cevdet Paşa’nın Toplum ve Devlet Görüşü”, “Seyyahların Aynasında Şehirlerin Sultanı İstanbul”, “5 Vakit İstanbul”, “İçimdeki Cennete Yolculuk”, “Dualar ve Aminler” eserlerinin yazarı Sosyolog Ümit Meriç’e “Hangi kitapları okuyalım?” diye sordum. İşte aldığım cevaplar:
Bıçağın Ucu
Attila İlhan / Türkiye İş Bankası
Saplantılarıyla boğuşan, genel geçer ahlak kurallarının hor gördüğü bir durumu içinde hissederek yaşayan, Bayraktar Paşazadelerin kızı Suat… Kadınlardan korkan, onları doğru dürüst tanımayan ve fahişelerin dışında hemen hiçbirisine yanaşmamış, Manisa eşrafından Hacıbeyoğlu’nun oğlu Halim… Bu iki insan, hapsedilmiş bir ozanın kurtarılması için düzenlenen bir toplantının, kışkırtılmış halk kalabalıklarınca basılıp, polisçe dağıtıldığı kargaşanın içinde birbirlerine itilirler… Bıçağın Ucu bir cehennemi anlatıyor. Bu cehennem Türkiye’deki aydınların yaşamıdır. Roman kahramanı Halim’in dediği gibi: Gerilime alıştık bir tanem, yıllardır bıçağın ucunu kalbimizin üstünde duyarak yaşıyoruz, koymuyor.
Bu Ülke
Cemil Meriç / İletişim
“Meriç’in “aynı kaynaktan fışkırdılar” dediği eserler dizisinin önemli bir halkası. Bir çağın, bir ülkenin vicdanı olmak isteği Meriç’in bütün çabasına her zaman yön vermiştir: “Bu sayfalarda hayatımın bütünü, yani bütün sevgilerim, bütün kinlerim, bütün tecrübelerim var. Bana öyle geliyor ki, hayat denen mülakata bu kitabı yazmak için geldim; etimin eti, kemiğimin kemiği.” Bu Ülke, Meriç’in sürekli etrafında dolandığı Doğu-Batı sorunu yanında, sol-sağ kutuplaşmasına ve kalıplaşmasına ilişkin önemli tesbit ve aforizmalarını da içeriyor.
Hz. Peygamber’in Sünnetinde Terbiye
İbrahim Canan / Tuğra
Eser, Hz. Peygamber’in sünnetinde terbiye ve eğitimin önemini, terbiyenin aşamalarını, ahlaki, bedeni ve sosyal terbiyenin nasıl kazanılacağını ve bu terbiyenin edinilmesi için gereken çevresel (sosyal ve fiziksel) şartların nasıl olması gerektiğini anlatıyor. Terbiye ile ilgili görüşleri karşılaştırmalı bir şekilde vererek geniş bir perspektif sunuyor.
Kur’an Mesajı
Muhammed Esed / İşaret
Çağdaş İslam düşüncesi tarihinde Kur’an hakkında çok yetkin ve derinlikli çalışmalar yapılmış olmasına rağmen doğrudan Kur’an’ın kendisinin aynı ölçüde derin ve köklü bir yorumu fazla değildir. Esed’in Kur’an Mesajı adlı çalışması işte böyle bakir bir alanda, Esed’in sahip olduğu objektif vasıfların ve halisane niyet ve çabalarının ürünü olarak ortaya çıkan değerli bir eserdir. Esed, bu çalışmasıyla çağdaş İslam düşüncesine en zengin ve değerli katkılardan birini gerçekleştiren bir düşünür olma sıfatını fazlasıyla hak etmiştir. Nitekim, bir asrı bulan ömrünün otuz-otuz beş yılını Arap ve diğer İslam ülkelerinde, uzun bir süre de bedevilerle birlikte çöllerde geçiren Esed, halisane bir adanmışlığın ürünü olarak Arapçaya üstelik Kur’an Arapçasına hâlâ en yakın dil olan bedevi Arapçasına ana dili ölçüsünde bir vukufiyet kesbetmiştir. Esed’in sahip olduğu bu dil hakimiyetine eşlik eden derin İslamî duyarlılığı, bitmeyen heyecanı, İslamî düşüncenin, İslam tarihi ve coğrafyasının sorunlarına gösterdiği derin entelektüel bakış ve tahlil yeteneği, bu çalışmasına da en geniş şekilde yansımıştır. İslam dünyası için böyle büyük bir önemi haiz olan bu meal-tefsir çalışmasını İşaret Yayınları, altı yıllık bir çalışmanın mahsulü olarak “Düşünen bir topluma” sunmuştur. Şair Cahit Koytak ve Bürokrat Ahmet Ertürk’ün yoğun ve oldukça titiz çalışmalarıyla İngilizce’den Türkçe’ye çevrilen Kur’an Mesajı, Kudret Büyükcoşkun tarafından yayına hazırlanmış olup, Ertuğrul Özalp ve Dr. İsmet Uçma’nın editörlüğünden geçmiştir. Baskı kalitesi açısından da hiçbir fedakârlıktan kaçınılmadan okuyuculara ulaştırılmış olan Kur’an Mesajı, her Müslümanın kütüphanesinin başköşesinde yer alması gereken nadir eserlerden biridir.
Memleketimden İnsan Manzaraları
Nazım Hikmet / Yapı Kredi
Türk şiirinin çizgisini değiştirmiş, çok yönlü, evrensel boyutlu bir şair ve yazarın bu basım için yeniden gözden geçirilmiş, kaynak metinler esas alınarak düzeltilmiş “külliyatı”…
Tasavvuf
Mahir İz / Kitabevi
Tasavvuf, Kur’an’a ve Sünnet’e yapışmak, heva, heves ve bid’atleri terk etmektir. Tasavvuf, Allah’tan gayriye -makam, mevki, mal, mülk, para, kadın, hırs ve şehvetlerine- kul olmamaktır. Tasavvuf, Allah’tan gayri kimseden bir şey ummamak, şöhretten kaçmak ve hayırlı olmayan şeylerden uzak durmaktır. Tasavvuf, Allah’ın emirlerini yerine getirir ve yasaklarından kaçınırken sabredip, devam etmektir. Tasavvuf, ihtirası bırakıp Hakk’ın verdiğine şükretmek, şikayeti bırakıp sıkıntıya alışmak, kibri bırakıp tevazuu huy edinmek, tembelliği bırakıp çalışmaya devam etmek, hayalleri bırakıp tatbikata bakmak, uykuyu ve gafleti bırakıp ibadete devam etmektir. Şeriat bir fetva, tasavvuf ise bir takva yoludur ve hiçbir zaman birbirinden ayrı değildir. Şeriatten kıl kadar ayrılan, tarikatten dağ kadar ayrılır. Şeriat ve tarikatın cahilleri birbirleriyle mücadele ederler, alimleri daima sulh içindedirler. Tasavvuf, temiz bir niyet ve tam bir ihlas ile ilahi şeriatin iç ve dış bütün hükümlerini yerine getirmektir.