Çocukken akşamın geceye ilerlediği, karanlığın koyulaştığı vakitlerden ürkerdim. Akşamları anne ve babamla otururken mutfaktan bir şey getirilmesi gerektiğinde içime yerleşen korkuyu çok net hatırlıyorum. Odanın kapısını açıp tekinsiz ve uzadıkça uzayan koridoru geçip mutfağa gitmek, sanki zeminde dolaşan onlarca kobra yılanını, portmantoda uyuklayan yedi başlı ejderhayı ve mutfak penceresine gözünü yapıştırmış benim gelmemi bekleyen devi atlatmaya çalışmak gibiydi. Koridorda yılanlara basmamak için sekerek ilerler, bu sırada da ejderha uyanmasın diye nefes bile almazdım. Hızla mutfağın ışığını yakardım. Aydınlık olursa dev kaybolurdu çünkü. Karanlıktan beslenen tüm canavarlar ve ifritler lamba yanınca puff uçup giderdi.The BFG filmi de gecenin içinde başlıyor. Karanlığa gömülmüş İngiltere sokaklarında gezindikten sonra bir yetimhaneye gidiyoruz ve onun loş koridorlarında battaniyesiyle gezinen Sophie isimli küçük bir kızın şu cümleleriyle hikâyenin içine çekiliyoruz. “Uğursuz saatler geldiğinde ortaya çıkardı. O zaman insanlar kaybolurdu. Müdire uğursuz saatlerin gece yarısı başladığını söylüyor. Kızlar sabaha karşı bir ya da ikide diyor. Bence sabaha karşı üçte başlıyor. Bir tek ben uyanık kaldığımda. Her zamanki gibi. Şimdi olduğu gibi.” Uğursuz saat olan gece 3’te ortaya çıkacak “şey”den çok korksa da kapıyı kilitlemek, el feneriyle etrafı kontrol etmek için gezinen ve uyuyamayan Sophie, balkon kapısı önündeki yatağına yatıp kitabını okumaya çalışarak kendisini oyalıyor. Korktuğu zamanlarda yanlarına gidip sevgilerine sarınacağı anne ya da babası yok. Yetimhane içinde gezinirken bir ev maketinin önündeki ebeveyn yatak odasına gülümseyerek bakması yetim ve öksüz bir çocuğun anne baba özlemini film içinde net olarak göstermiş. Gece yarısı uyandığımda gardırobun üstünde sıraladığım hayali görüntülerden, annemin elini tutarak kurtulduğum anlar aklıma gelince, Sophie’nin bilinmeyene doğru ilerleyişinin aslında kaçınılmaz olduğunu fark ettim. Onu fantastik yaratıklardan koruyacak bir anne eline sahip değil Sophie.
Campell’ın belirttiği gibi, “Macera her zaman ve her yerde bilinenin örtüsünün ötesinde bilinmeyene bir geçittir.” Sophie, bilinmeyenden bir macera daveti almıştır. Sıradan dünya olan yetimhanedeki yatağında kitap okurken dışarıdan gelen sesleri merak ederek çok korksa ve istemese de balkona çıkmış ve dev ile göz göze gelmiştir. Tekinsiz diyarlara açılacak maceranın örtüsü kalkmıştır artık. Sophie, bir kahramana dönüşmüştür. Her kahraman gibi macerayı reddederek yatağına geri dönse ve az önce gördüğü kocaman gözleri unutmaya çalışsa da boşunadır. Siyah pelerini, elinde çantası ve borazana benzer sopasıyla kocaman dev, onu battaniyesiyle kaptığı gibi koşmaya başlamıştır bile.
Filmin bu kısmından sonra aksiyon ve heyecan başlıyor. Devin parmakları arasında bir kibrit çöpü gibi küçücük görünen Sophie, korku dolu bir yolculuğa çıkıyor. Filmde oldukça güzel bir şekilde çekilmiş olan bu sahne, izleyeni sahiden heyecanlandırıyor. Bilinmez diyara olan bu seyahatte dev, hızla koşuyor. Otobanların üstünden zıplıyor, ağaçlara şiddetli rüzgarlar estirerek ilerliyor, gökyüzünde kuş sürülerine karışıyor. Küçük kızın battaniyenin arasından gösterilen korkulu bakışlarıyla sahnede devin aşırı süratli hareket edişinin Sophie gözünden de verilmesi ve sarsıntının hissettirilmesi oldukça başarılı. Devler Diyarı’na girişin, deniz üstündeki çok yüksek kayalıklarda çakan şimşeklerin arasından geçiş ile yapılması da bilinen dünyanın bittiği ve artık fantastik bir aleme geçildiğinin gösterilmesi açısından önemli. Film, Todorov’un sınıflamaları içinde, “Olağanüstü Fantastik”in sınırlarına dahil. Todorov’a göre, olayları açıklamak için doğaüstü yasaları kabul etmek durumundaysak olağanüstü türe girmiş bulunuruz. Dünyanın öbür ucundaki, haritalarda yeri bilinmeyen devler ülkesine hoş geldiniz!
Kadim bir anlatı türü olan masal, toplumlar içinde zamanla anonimleşmiş ve masal anlatıcıları ile bir kültür taşıyıcısı formunda kuşaktan kuşağa aktarılmış. Sonraki dönemlerde ise, sözlü gelenekle ilerleyen bu masallar yazılı hale dönüşerek kitaplarla insanlara ulaşmış. Bu noktada, The BFG’nin kitaptan uyarlama bir film olduğunu belirtmem gerekiyor. İngiliz çocuk edebiyatı yazarı Roald Dahl’ın 1984 yılında yayımlanan bu kitabı, tıpkı diğer eserleri gibi oldukça sevilmekte. Yazılı hale çevrilen masallar, günümüzde ise modern bir anlatı şekline dönüşerek filmlerle karşımıza çıkıyor. Zamanın modern masal anlatıcıları senaristler ve yönetmenlerdir demek mümkün. The BFG, ünlü yönetmen Steven Speilberg tarafından 2016 yılında çekilmiş, senaryoyu ise, yine Speilberg’e ait olan E.T’nin harika senaryosuna imzasını atan Melissa Mathison yazmış.
Filmde masalsı atmosfer, devin evine girildikten sonra güzel bir şekilde veriliyor. Bir kaya ile örttüğü evinin kapısından yerin derinliklerine inen devin yaşadığı alanın, yer altında bir oyuk olarak seçilmesi klasik masal anlatısına uygun. Devler genellikle karanlık ve kuytu yerlerde yaşarlar. Filmde, BFG’nin evi ilk bakışta bilinen evlere benzeyen fakat tüm eşyaların çok büyük boyutlarda olduğu bir yer. Film ilerledikçe evdeki olağanüstü öğeler gözler önüne seriliyor. Devin yatağı su üzerinde duran bir gemi. Ayrıca evinin içinde gizli bir bölme var. Bu kısım küçük bir şelalenin ardında ve buraya sular arasındaki bir köprü aracılığıyla geçiliyor. Suyun öteki tarafında ise, içlerinde rengarenk hareketli ışıkların bulunduğu kavanozlarla dolu raflar ve ağaçlarla bezeli gerçeküstü bir mekân karşımıza çıkıyor. Seyirci olarak ben de tıpkı Sophie gibi büyülenmiş bir şaşkınlıkla bu acayip yeri ve ışıklarını izledim.
Bu masalsı anlatı içinde bir dev tarafından kaçırılmış olan Sophie’nin, dev tarafından afiyetle mideye indirileceğinin gerilimi filmde oldukça güzel verilmiş. Fakat anlatılan bildiğimiz masallardan olmadığı için, modern anlatı devreye giriyor ve isminin BFG, yani Big Friendly Giant (Koca Sevimli Dev) olduğunu öğrendiğimiz devin, insan fasülyesi yemeyi tercih etmediğini, vejetaryen ve dost canlısı olduğunu öğreniyoruz. “Devim diye insan yiyen bir barbar mı sandın beni?” cümlesi ile az sonra akşam yemeği olacağından korkan Sophie’nin içine su serpiliyor. Shrek örneğinden de hareketle, modern anlatılarda artık klasik masal devinden ziyade sevimli dev imajı çizilmekte olduğunu biliyoruz. Bu noktada bu filmde iki dev türünün de bulunduğunu söylemem gerekli. BFG dışındaki “Acımasız kalpli, Tek lokmada yutan, Obur mide” gibi isimlere sahip diğer devler bildiğimiz klasik anlamdaki masal devleridir, insan eti yerler, çirkin ve pistirler. Mitoloji sözlüğünde devler “Masal ve halk kültürü ürünlerinde korkunç, iri cüsseli, aptal, insan eti yiyen varlıklar” olarak tanımlanır. Devler, mitik yaratıklardır. Klasik Mitoloji’de Zeus’un titanları yenerek hakimiyetini sağlamasında yer altında yaşayan yüz kollu üç devi, yer yüzüne çıkarmasının payı büyüktür. Ayrıca yine Yunan mitlerindeki, tek gözlü dev olan Kykloplar, şimşek tasarlayan usta zanaatkârlardır. Tam bu noktada filmde, BFG’nin Devler Diyarı’na şimşeklerin içinden geçtikten sonra ulaşması ve onun da farklı bir alanda olsa da usta bir zanaatkâr olduğu dikkatimden kaçmadı. Tek gözlü devler denince Dede Korkut’taki Tepegözü de anmadan geçemeyeceğim.
Diğer devler tarafından sürekli zorbalığa uğrayan ve insan yemediği için “türünün yüz karası” olarak tanımlanan sevimli dev BFG, yalnızlığını çocuklarla arkadaşlık kurarak gidermeye çalışmış. Sophie’den önce geçmiş yıllarda da bir çocukla arkadaş olduğunu ve bir müddet onu misafir ettiğini öğreniyoruz. Fakat diğer devler tarafından bu çocuğun yenmiş olduğu bilgisi veriliyor. Tüm bunlara rağmen filmde, insan yiyen devlerin Sophie’yi bulmaya çalıştığı için her yeri yıkıp döktüğü ve BFG’ye zorbalık yaptığı sahneler dışında şiddet unsuru bulunmuyor.
Filmin beni en çok etkileyen kısmı ise, rüyalarla ilgili bölümler oldu. BFG, daha önce de belirttiğim gibi bir rüya yapım ustası. Rüyalar Diyarı’na giderek düş topluyor ve onları hazırlayarak kavanozlara koyuyor. Her rüyanın neye dair ya da kime ait olduğunun notlarını düştüğü küçük etiketlerle kavanozların karışmasını engelliyor. Geceleri ise, yerleşim yerlerine giderek yatak odalarının camlarından insanlara rüya üflüyor. Ağızlarından içeri giren ışıltılı düşleri yutanlar gördükleri rüyalara dalarak uykularında derinleşiyorlar. Sophie artık bu rüya ustası dev ile birlikte yaşadığı için Rüyalar Diyarı’nın bilgisine sahip. Görsel bir şölen olan Rüyalar Diyarı sahnesini, hayalin zihnime ve ruhuma bıraktığı leziz tatla izledim. Bulutlar ardındaki yüksek bir dağa tırmanıp, kocaman bir ağaca asılı duran rüyaları toplamaları, masallardaki Kaf Dağı’na tırmanarak onun ardındaki ağaçtan meyve koparmak gibi bir çağrışım yaptı bende. Filmde, ağacın sudaki yansıması sandığımız aşağıda duran görüntüsünün gerçek olduğunu, BFG’nin suyun içine atlayarak diğer kısma yani düşlerin bulunduğu bölüme geçmesiyle anlıyoruz. Aslında Rüyalar Diyarı suyun içinde. Bu noktada yüksek bir yere tırmanmanın ve suyun bilinçdışının sembolleri olduğunu hatırlamak gerekiyor. Jung’a gidersek de rüyanın kökeninin bilinçdışı olduğunu biliyoruz. Filmde, rüyaların dev bir ağaca asılı bulunması, yapraklardan damlaması gerçekten enfes bir düşlemin ürünü. Sembol olarak ağaç, İncil’de bahsi geçen sonsuz yaşam ağacını, iyi ve kötüyü bilme ağacını çağrıştırdı bende. Ağaç sembolü, bilgiyi, sonsuzluğu ya da yaşamı temsil edebilir.
Rüyaların etrafta uçuştuğu bu ortama yani düşler ülkesine duygular hâkim. Korku, öfke, mutluluk gibi duyguları taşıyan birçok rüya bulunuyor. BFG, duyguları içeren bu rüyaları hazırladığı aşamada, kime hangi rüyayı göstereceğini düşünerek ilerliyor. Birden çok rüya türünü görüyoruz filmde. Bir çocuğa sevindirici, onu mutlu edecek bir rüya hazırlıyor. Kraliçe’ye ise, haberci bir rüya. Sophie’nin planı doğrultusunda çocukları yiyen devlerden kurtulmak için yardım mesajı içeren haberci bir rüya yapıyor BFG. Ayrıca filmde Sophie’ye özel bir rüya da hazırlandığını görüyoruz. “Sophie’nin Rüyası Bir Yüreğin Arzusu” BFG, kocaman kulaklarıyla Sophie’nin kalbinden geçirdiklerini duymuş ve ona hayalini kurduğu ailenin rüyasını kurgulamıştır. Burada Fromm’un kişinin uykuda yoğun bir ilgi, arzu ya da düşünceye yöneldiğini ve bunu rüyalarında ortaya koyduğunu ifade etmesi aklıma geliyor. Fromm için, rüyalar kişiliğimizin somut gerçekleriyle ilgilidir. Sophie’nin de gerçekliği bir ailesinin olmaması ve bunun özlemini derinden çekmesi olduğuna göre Bir Yüreğin Arzusu isimli rüyaya sahip olması oldukça anlaşılır. Bir diğer rüya ise, devler için. Onların çaresiz ve aciz hissetmelerini, insan yedikleri için pişman olmalarını ve duygu değişimlerini sağlamak amacıyla hazırlanmış rüyalar bunlar. Toplam olarak bakınca, film boyunca hayata yön vermek, yeni kararlar aldırmak, bir konuda bilgi vermek, gidişatı göstermek, yapılan kötülükler sonucu ne yaşanacağını bildirmek bir nevi vizyon oluşturmak amacıyla rüyaların kullanıldığını görüyoruz.
Filmde kraliçe oldukça iyi bir şekilde karakterize edilmiş, Sophie zaten hem yetim hem öksüz olan hayalperest temiz kalpli bir kız çocuğu. BFG ise, saf bir dev. Bu noktada filmde, haber veren ve berrak rüyalar gören bu kişilerin hepsi iyi. Burada saflık ve masumiyete vurgu bulunmaktadır. Film boyunca bu saflık ve masumiyetten yola çıkarak gerçekleşen rüyalar görüyoruz.
Buraya kadar bahsettiğim tüm bu masalsı anlatı, düşlerle örülü görsellik ve konu, son kısımda bozuluyor. Bütün sihir bir anda yok oluyor ve gerçek zemine çakılıyoruz. Olağanüstü fantastiğin bitip reel hayatın başlamasından bahsetmiyorum. Kastım büyülü bir atmosferden Hollywood filmi ortamına hızla yapılan geçiş. İngiltere kraliçesinin ve ona bağlı generallerin kurtarıcı olduğu, askeri uçaklar ve helikopterlerle devler ülkesine gidilerek diğer devlerin bağlanıp uçaklara asıldığı ve çok çok uzakta bir adaya bırakıldıkları bir son sunuluyor. Sudan nefret eden devler bu adadan bir yere ayrılamayacaklardır. Film boyunca BFG’nin insan yemediği için yemeye mahkum bulunduğu ve tadının da tıpkı bize gösterilen görüntüsü gibi berbat olduğunun vurgulandığı “zalatalık” ve zalatalık tohumları atılıyor uçaklardan. Devlerin kafasına çarpan bu korkunç tattaki zalatalıklar, artık onların tek besini.
Filmde İngiltere dışında tek bir ülkenin bahsi geçmekte. ABD. Yönetmenin eklemesiyle, orijinal metinde bulunmayan bir rüya sahnesinde, BFG, bir erkek çocuğuna mutluluk veren bir düş üflüyor. Rüyanın içeriğini soran Sophie’ye verilen yanıtla, çocuğu rüyasında ABD başkanının telefonla aradığını ve babasının şoke olarak çocuğa telefonu uzattıktan sonra bayıldığını öğreniyoruz. Bir çocuğu mutlandıracak, neşe ile dolduracak bir düşün, ABD devlet başkanıyla hiçbir ilgisi olmayacağı çok açıkken bu şekilde kasıtlı bir sahnenin yerleştirilmesi sahiden nahoş. Dahl’ın yazdığı kitapta birçok ülke ismi geçiyor olmasına rağmen filmde yalnızca Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık anılmış. Bu da dikkate değer.
Sonuç olarak bu kadar düşlerle örülü ve büyülü bir şeyler anlatıyor olmasına ve BFG ile Sophie’nin aralarındaki dostluğun gücüyle mutlu sona kavuşulmasına rağmen duygu noktasında bir şeylerin eksik olduğu çok aşikâr. Filmin sonunda BFG, Devler Diyarı’nda yalnız yaşıyor ve hediye edilen çeşit çeşit tohum ile bu kayalıklardan ibaret olan ülkeyi yemyeşil bir bahçeye dönüştürüyor. Oscar Wilde’ın çocukları kovduğu için bahçesini kaybeden Yalnız Bencil Dev’inin, çocuklardan af diledikten sonra bahçesinde tekrar nefis renkli çiçeklere, bahar mevsimine, kuşlara kavuşmasını anımsattı. BFG de, Sophie ile dostluğu sonrası huzurlu bir ülkeye, güzel bir bahçeye, yepyeni ve rengarenk bir hayata kavuşmuş oldu.
Yazım biterken sevimli dev BFG’nin, dev kulaklarıyla duyduklarını yazmak istiyorum.
“Bulutsuz gecelerde gökyüzündeki o uzak yıldızlardan gelen müziği duyarım
Toprakta dolaşan karıncaların birbirleriyle konuştuklarını duyarım
Tırtıllar en geveze olanlarıdır, hiç durmadan içlerinden hangisinin en güzel kelebeğe dönüşeceğini konuşurlar
Yaprağın üzerinde yürüyen uğurböceğinin ayak seslerini duyarım
Ama en komik hikayeleri bitkilerden ve ağaçlardan dinlerim
Evet, onlar yaşar, büyür, güler ve sohbet eder tıpkı sen ve ben gibi
Hem harika hem de korkunç şeyler duyarım
Dünyanın tüm fısıltılarını”
En güzeli de BFG, bir çocuğun kalbinin derinliklerinden geçen dilekleri duyuyor.