Enformasyon Çağı. Küreselleşme. Postmodernizm. İletişim Devrimi. Yeni Medya Çağı. Ekonomik Liberalizm… İçi boşaltılmış, yanlış noktalardan bakılmış, pek çok tanımın altında kaygıyla cevap aradığım bir soru var, “Tüm bunların neresinde duruyoruz ve durduğumuz yeri derinleştirecek disiplinlerarası bir vizyonumuz var mı?”
Bu soruya her defasında, en iyi bakabildiğim yerden, kültür sanatın durduğu noktadan bakarak bir cevap arıyorum. Eğip bükmeden söyleyeyim, bulduğum yanıtlar var olan yırtılmayı büyüten, anlamla göstergenin arasındaki mesafeyi açan türden. Üstelik bunun için öyle çok da uzağa gitmeye gerek yok. Yalnızca yönelimlere; Türkiye’deki kültür sanat programlarının, kitap fuarlarının, masal anlatılarının, festivallerin işleyişine bakıldığında bile aşağı yukarı bir cevap bulabilmek mümkün.
Birkaç sene önce, kitap fuarının yeni yeni düzenlenmeye başlandığı bir şehre davet edildim. Nitelikli çocuk edebiyatına dair çerçeve çizen bir konuşma hazırlamıştım. Daha çok biçime ve teoriye dair bir sohbetti. Salonda alana ilgi duyan dikkatli gözler yerini almıştı fakat sayıları, fuarı düzenleyenlerin beklentilerini karşılayacak cinsten değildi. Söyleşiye başladıktan kısa bir süre sonra salon, okul gezisi için fuara gelen çocuklarla dolduruldu. Çocuklar kendi isteği dışında salona yönlendirilmişti; bunu bakışlarına yerleşmiş tedirginlik ve yapılanı anlamlandıramama halinden okumak zor değildi. Hemen birkaç fotoğraf alındı. Evet, halk her sene olduğu gibi bu yıl da söyleşilere yüksek bir katılım göstermişti, fuar kalabalık, organizasyon harikaydı! Arka planda ben, bir şeyler anlatmayı sürdürüyordum elbette. Bunun için oradaydım. Fakat tüm bunlar, çocukların biraz bile ilgisini çekmediği için salona, kendi sesimi duymamı engelleyecek bir uğultu ve dikkatsizlik yayıldı. Bu uğultu değirmeninin içinden birkaçı kalkıp gitti. Salon hareketlendi, uğultu her geçen dakika şiddetini arttırdı. Bense, beni dinlemek için gelen birkaç kişinin gözüne bakıp anlatmayı sürdürdüm. Konuşma bittiğinde, salona gerçekten dinlemek için gelen birkaç kişiyi ve motivasyonumu tamamıyla yitirmiştim. Burada durup şunu bir kez de yüksek sesle sormak gerekiyor, “Neyi yanlış yapıyoruz?”
Ülkemizde yazarlara ve sanatçılara; konferans salonlarını, fuar alanlarını dolduran, kitleleri belli bir mekana taşıyarak ilgili aktiviteyi düzenleyen “kurumun” PR çalışmasına katkıda bulunan kimseler gözüyle bakılıyor. Yazarın durduğu yer figüranlaşıyor böylelikle. Ne söylenildiği de bunu kimin dinlediği de önemsenmiyor. Kaldı ki mühim olan ne anlattığından çok, sanatçının “ne olduğu” olmalı. Fakat bu kimin umurunda? Bir salon, kalabalık gruplarca doldurulsun, kenara köşeye birkaç tanıtım afişi asılsın, hemen peşinden buna dair dikkat çekici haberler yapılsın kâfi. Bu yalınkatlığı, bu tekdüze yönelimi kabul etmek, kültür sanat ortamındaki niteliksizliğe çanak tutmak değilse nedir?
Bu programlar çoğunlukla, aynı kişilerin, aynı cümlelerle konuştuğu, salt yapılmak için yapılan aktivitelere dönüştü. Bunun savunusu da, başlangıçta söz ettiğim kavramlardan oluşan bir kılıfla servis ediliyor. İçinde bulunduğumuz şey, hiçbir sorgulamanın, hiçbir itiraz edişin gedik açamadığı kör edici bir körlük.