Bir tebliğ hareketiydi

16 dakikada okunur

Gazeteci, yazar Üstün İnanç: “519 temsilinin bir misyonu vardı. Bir tebliğ hareketiydi o. Görülmemiş tepkiler aldık. Amacımıza da ulaşmıştık.”

Zor yıllarda öne çıkan, milletin sustuğu zamanlarda romanlarıyla, tiyatrolarıyla halkına seslenen ismi gibi üstün bir inanca sahip gazeteci, yazar, tiyatrocu, senarist ve büyük doğucu Üstün İnanç’la güzel bir söyleşi gerçekleştirdik.

İlk iş yeriniz neresiydi hocam?
Babıâli de Sabah Gazetesi. Bu gazete bir misyondu. 27 Mayıs Darbesi’nden sonra darmadağınık olmuş insanlar bu gazeteyi okuyorlardı. Ben burada çeşitli bölümlerde iş yaptım sonunda da genel yayın müdürü olarak görev çalıştım.

Hocam “Yalnız Değilsiniz” filmi çekilirken bayağı sorun çıkarmışlar?
Burada size Metin Serezli’den bahsetmek istiyorum. “Mesut Uçakan’a dedim bak oğlum bu adamlar bize imkan vermezler. Bunlar bir sistemdir. Bizim sistemimiz yok. Sen gariban, ben gariban. Bu iş olmaz zor olacak”dedim. Sonra da yanlış anlar diye de düşündüm. Kaçınıyor mücadeleden Üstün abi diyecek diye de çekindim. Baktım onun da benim kadar istediğini gördüm. Sinemaları tehdit ediyorlar filmi göstermeyin diye. Sinemayı yakarız size bir daha film vermeyiz diyorlar. Biz filmimizi zor şartlarda gösterdik. Bunların bilinmesi gerekir.

O adam gibi adamdır


Metin Serezli nasıl devreye girdi?
Metin Serezli baba adamdır. Filme biz oyuncu bulamadık. Oyuncu gelmiyor. Mesut Uçakan gitmiş Metin Serezli’ye durumu anlatmış. Murat Soydan’ı ve bir iki oyuncuyu bize gönderen kişi Metin Serezli’dir. Allah rahmet eylesin. Bu dualar yeter ona.

Necip Fazıl ile ilgili hatıraları yazıyorsunuz hocam bitti mi kitap?
Bitmedi daha. Canım kardeşim. Ben bu dönemde biraz rahatsızlık geçirdim grip gibi. Elime doğru dürüst kalemi alamadım. Ama bitecek yani.

Hocam siz birine anlatsanız o yazsa. Yani bir nehir söyleşisi gibi olsa iyi olmaz mı?
Sen bizim Damla ve Mihrabad yayınevlerinin sahibi Hüseyin Doğru’nun söylediğini söylüyorsun. Ama bu dediğiniz yakışık almaz. Olmaz öyle. Çünkü hatıra bu. Yaşadığını yazacaksın. Duygularını anlatacaksın. Yazarken düşüneceksin. O anlattığınız kişi bunları yapabilecek mi? Yapamaz. O zaman beş dakikada Beşiktaş olur. Bana yakışmaz bu. Bir yazar için hiç yakışık almaz.

Önceleri karşısındaydım

Necip Fazıl demişken hocam onu hep seviyor muydunuz?
Şimdi ben Necip Fazıl’ın önce aleyhindeydim. Anladın mı? Kumarbaz diyordum. Bilmem ne diyordum. İmam hatip okullarına büyük bir anti pati duymama rağmen öğrenciliğimde arkadaşlarım nedense imam hatipliydi. Ve onlar Necip Fazıl dediğinde. Kumarbaz yahu derdim. Onlar ise yalan derdi. Hiç unutmam bunu. Yalan derlerdi. Ben niye yalan olsun derdim. Neredeyse bir birimize girecek olurduk. Ondan sonra uzatmayalım. Azat kabul etmez kölesi oldum Necip Fazıl’ın.

Hocam bu sevda nasıl başladı? Emirgan’da mı?
Heee. siz beni iyi biliyorsunuz? Beni iyi tanımışsınız? Evet. Siz Emirgan’da ki sohbetlerden bahsediyorsunuz.

Şiirin Necip Fazıl’a ait olduğunu anlayınca kızarmıştım

Elbette hocam. Sizinle konuşmadan önce sizi tanıyordum. Sohbetlerinize çok kez gitmişliğim var. Hocam siz Yahya Kemal Beyatlı ve Ahmet Hamdi Tanpınar ile de tanıştınız değil mi?
Evet. Dinledik yani onları. Ben İstanbul Erkek Liseliyim. Bir sınıf arkadaşım var. İsmi Necmi Güzeltuna. Sonradan arkadaş olduk. Onunla bir gün Emirgan’a Yahya Kemal’in sohbetine gittik. Kalabalık olmasına rağmen çıt yok. Fısır fısır konuşuyorlar. O sırada Necmi bana isimleri saydı. Deve dişi gibi isimler. Ben şaşırdım. Kalkalım mı derken bir ses duyuldu.
“Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar…”
Büyülemişti bu şiir beni. Okuyan kişi Ahmet Hamdi Tanpınar’dı. Yine bir ses duyuldu.İşte o Yahya Kemal’di. Yüksek sesle “Fevkalede fevkalede” dedi. Ben Yahya Kemal ne yazmış be deyince Necmi “Şiir onun değil ki ” dedi. Kimin dedim. “Necip Fazıl’ın demişti.”Kırmıza mürekkebe banıp çıkmış gibi oldum. İşte o gün ben de Necip Fazıl hayranlığı başladı. Hakkında ki tüm olumsuz düşüncelerimden uzaklaştım. Sevmeye başladım.

Siz şiir yazdınız mı hocam?
Ben şiirleri kızların dikkatini çekmek için yazıyordum.Modaydı o zaman. ‘sarışın adam’ şiirim bir dergide yayınlanmıştı o yıllar. Sonradan Necip Fazıl’ı tanıyınca yaktım hepsini.

Bu benim için bir madalyadır

Hocam siz üstadın karşısında “Çile” şiirini okudunuz o anı bizimle paylaşır mısınız?
Üstada verilen Sultan’ı Şuara töreninde okumuştum “Çile” şiirini. Bizzat Necip Fazıl istemişti okumamı. (Dalıyor. Gözleri doldu.) Sonra telefon etmişti bana. O vakit Tercüman’da çalışıyordum. “Çok teşekkür ediyorum Üstün” dedi. Öyle pek yapmazdı. Adeti değildi. Ama yaptı. “Çokta güzel okudun” dedi. Ciddi misiniz Üstadım dediğimde “Tabii ciddiyim Üstün” demişti. Bu benim için bir madalyadır. Mezarlığa kadar benimle gidecektir.

Hocam sizin üstadın nezdin de bir adınız vardı. Ne derdi size?
Üstadın yanında adım Megali İdea idi. Megali İdea ne demek. Üstün İnanç. Tam öyle değil. Büyük inanç. Sözlük karşılığı. Büyük İnanç idi. Ben bu adamı nasıl unuturum ya.

O anı hiç unutmadım

Bir de el öpme hikâyesi var hocam?
O vakitler bekarız. Kızıltoprak’ta annemin köşkünde oturuyoruz. Allah nur içinde yatırsın ikisini de. Bir gün hazırlık yapıyorum. Üstadın konferansına gideceğim. Babam geldi. Babam okur yazardı. Hasan Fehmi İnanç. Üstattan da birkaç yaş büyüktü babam. “Oğlum hayrola nereye?” dedi. Bir konferans var kaçırmamam lazım babacığım dedim. “Kimin konferansı” dedi. Necip Fazıl Kısakerek’in deyince. “O çok meşhurdur” dedi ve “Bende dinlemek isterim” dedi. Başüstüne dedim. Gittik. Oturttum babamı ilk sıraya. Tabii önce üstatla tanıştırdım. İman ve aksiyonu bir anlattı. Ama ne anlatma. Bitince yıkıldı ortalık alkıştan. Babam fırladı. 80 yaşın üstünde. “Mırıldandı elini öpeceğim” diye. Kalktı gitti. Şimdi babamla yumuşak tartışma yapıyorlar. Babam “Elinizi öpeceğim” diyor. O “Lütfen olmaz efendim. Estağfurullah, haşa” diyor. “Efendim ısrar etmeyin öpeceğim” diyor. Babamda da inatçıydı. O sırada “Estağfurullah Fehmi bey” diyor üstat. Döndü beni gördü. “Üstün” dedi tok sesiyle. Emredin üstadım dedim. “Gel” dedi. Gittim. “Elimi öp” dedi. Öptüm. “Evet dedi Fehmi bey elimi öptünüz”. Çok teşekkür ediyorum efendim.” demişti babam. O an böyle yaşanmıştı.

Hocam birde üstadı evde saklayışınız var?
Gülüyor. Sanki o günleri hatırlıyor. Laleli de üstad’ı gördük, kafam dedi karmakarışık. Basın affı çıkana kadar bizde saklanın dedik ve 1-2 ay bizde kaldı. Unutamam o günleri.

Bir tebliğ hareketiydi

Hocam sizin Abdülhamit hanı anlatmak için tiyatro oyununuz vardı. Onu da anlatırımsınız?
“519” temsili. Bir misyon özelliği var. Bir tebliğdi o. Şimdiki kayınbiraderim Gündoğdu Serhatlı o zaman sınıf arkadaşımdı üniversiteden. Gündoğdu’nun biraz parası vardı. Bir gün “Bir şey yapmamız lazım” dedi. Dedim bir tiyatro yapalım. Davamızı onunla telkin edelim. Tebliğ olsun. Dedim. “Tamam” dedi. Üstada gittik. Anlattık. “Tabii ki yahu size yazmayıp başkasına mı yazacağım” dedi. “Yazmaya hazırladığım bir eser var” dedi. Meğer Abdülhamit hakkında bir oyun yazmaya başlamış. Verdi bize eseri. Sahneledim. Karşımıza ittihat ve Terakki oyununu çıkartılar. Çok para harcamışlardı.15 gün sonra battılar. Bizim oyunlardan sonra bazı gazetelerde ‘Biz Abdülhamit’i yanlış tanımışız’ gibi haberler çıkmıştı. Amacımıza ulaşmıştık. Ama olağanüstü engeller çıktı. Polise düşmeler. Her şey. Neler. Neler.

Hocam biraz açar mısınız?
Hasan Nail Canat rahmetli bende çalışıyordu. Benim oyuncumdu. Ben, berberdeyim. Hasan Nail koşarak geldi rahmetli. “Üstün abi polisler salonu basmış” dedi. Kütahya’daydık. Tiyatro oyunu için sinema salonuna gelen seyircilerin bilet paralarını vererek geri göndermişler. İşte o zaman benim kafam attı. O vakitler genciz ya. Sen kimsin ulan dedim. “Ben Emniyet Müdürüyüm” dedi. Karşımdaki. “Sen kimsin dedi bana.” Ben buranın rejisörüyüm dedim. Uzatmayalım kapıştık herifle. Baktım iş sarpa gidiyor. Üstada haber verdim. “Olamaz öyle bir şey” dedi. Valiye telefon açmış. “Sen kim oluyorsun demiş.” “Ben Valiyim” demiş. “Bende Necip Fazılım” Demiş. Üstat. (Gülüşmeler)

Hocam bir de Marmara Kıraathanesi’nden bahseder misiniz?
Marmara Kıraathanesi kim ne derse dersin bir kültür hazinesiydi. Marmara bir akademi gibiydi. Özelliği vardı. Bizler o vakit gider gelirdik. Esas Büyük Doğucuyuz. Üstat da eski bir Marmara kıraathanesi müdavimi.

Hocam konuşmalarınızda Şoför Kamil’den bahsediyorsunuz o kim?
Şoför Kamil o da sıkı Büyük Doğucuydu. Üstadın geldiğini bilsin yeter. Gider tutardı kapıyı bir iki arkadaşıyla. Sert yumrukları vardı. Biri bir şey mi dedi. Tutabilene aşk olsun. Onu da yazdım anılarıma.

Üstün Ağabey Göreve

Bir gün kapımın zili çaldı. Pencereyi açtım. Baktım gençten bir adam. “Üstün ağabey vazifeye” diye bağırıyor. Ben kekelemeye başladım. Tamam başkanım diyorum. Başka bir şey diyemiyorum. O kişi Recep Tayyip Erdoğan’dı. Gel de sevme. Ya da ben nasıl sevmeyeyim bu adamı.

Önceki Yazı

Müzik yolculuğum “Assolist”in notalarında yaşıyor

Sonraki Yazı

Asıl deliler inanmadığı cümleleri söyleyenlerdir

Son Yazılar