Birlikteydik ve Buradaydık

6 dakikada okunur

Müşerref Akay Türk bayrağı motifli kırmızı elbisesiyle, bir akşamüstü rüzgarına eşlik etmek için değil de, bir ülkeyi tek sıra ve mümkünse uygun adımda sevmek üzere bestelendiği hissini uyandıran Türkiyem Cennetim şarkısını büyük bir keyifle söylerken, Hasan Mutlucan Bodrum’a yerleşmek zorunda kalarak çiğ börek satmaya başlamıştı mesela. Hasan Mutlucan Akay gibi gönüllü cunta bülbülü değildi, çiğ börek satmak ona düştü. Hikayemizi buradan açabiliriz. Yine de şahlanıyor aman / Kolbaşının yandım da kır atı.
Türkiye, yanlış iliklenmiş bir gömleğin düğmeleri hakkında konuşulurken bile, neredeyse ölümüne cedele tutuşulan bir yer. Evet, her seferinde bu böyle. Düğmelerin renginden kaynaklı bir kavganın tam ortasına düştüğünüzde, gömleğin ontolojisiyle ilgili bir meseleye sıranın gelmeyeceğine emin oluyorsunuz zaten. Karamsarlık mı, biraz. Ama serinkanlı bir mesafeden baktığımız bir alışkanlık bu daha çok. Sürekli savaşmak zorunda kaldığımız alışkanlıklarımızdan söz ederken şuraya doğru yürümenin ıtır kokulu çiçeği; Türkiye’de bir meseleyi kendi bağlamı içinde kalarak konuşmak için yüksek bir sabra ve söz gelimi güçlü bir iradeye sahip olmanız yetmiyor, kum fırtınasından korunmak için kumdan sığınaklar yapmak zorunda kalabilirsiniz. Bütün bunlar Türkiye adını verdiğimiz yüksek ateşli bir toprak parçasına vatan dediğimiz günden beri başımıza gelenlerin muhtasar tarihidir. Kanatlarına koyu katran sürülmüş bir toy kuşu, eline yırtık haritalar tutuşturulmuş topal bir seyyah ya da bir ihtimal daha var nidalarıyla silah zoruyla “doğrultulmaya” azmedilen kanlı gövdelerimiz. Olsun, yine de buradayız.
Periyodik bakımı gelmiş bir araba gibi 10 yıllık şaşmaz aralıklarla namlunun ucunu gösterdikleri bu ateşli toprak parçasının mukimleri olarak, 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan gibi takvim yapraklarından bazı parçalarla yaşamaya alıştığımız günlere 15 Temmuz tarihini de ekleyerek nihai finale ulaştık. Silah zoruyla yapılan bu gündelik hayatı imha faaliyetleri hakkında demokrasi tarihimizde kara bir leke, gibi cümleler de kurulabilir elbette. Öyle bir tarihimiz vardır belki. Ama iman edilmesi gereken meselenin, sopanın ucundaki şeyle aynı değere sahip olmasını da konuşacaksak eğer, ‘kara leke’lerden bahsedilmesine razı olabiliriz.
Türkiye’nin darbelerle örülmüş tarihi, söz gelimi 27 Mayıs iyi, 12 Eylül kötü gibi hastalıklı bir bakışın içinden geçerek olgunlaştığı için, silahlı bir darbe eylemi tekerrür vazifesiyle ortaya çıktığında varlığına meşru bir alan bulmasını yadırgamıyoruz. Bu alanların/kampların hepsinin ayrı ayrı anlamları var üstelik. 27 Mayıs’a göz kırpıp 12 Eylül’ün zorbalığından bahsetmenin, 1974-Portekiz darbesini anlamlı bulmaya benzemediğinin de fena halde farkındayız. Mevcut 5 uğursuz takvim yaprağının üstüne eklenen 15 Temmuz’la birlikte, gündelik hayatın yok edilmesine bağlı bütün sosyolojik travmaların en büyük ve en katmanlı kötülük biçimi olarak tebarüz ettiğini söylersek ne olur? Düğmelerin rengini tartışmamış oluruz mesela ve gömleğin ontolojisine döneriz belki. Son olarak, Müşerref Akay’lar ölmez, burası kesin. Ama biz o sesleri dinlemeyi reddedebiliriz. Bütün takvim yapraklarına karşı bir hatırlatma olarak, nasıldı o Navajo halk şarkısı; “birlikteydik ve buradaydık.”

Önceki Yazı

Perdenin Ardı

Sonraki Yazı

Tarihçilerin Kutbu Prof. Dr. Halil İnalcık

Son Yazılar