İkinci Dünya Savaşı’nı tasarlayanların yüz yıl sonrası için koydukları hedef çok ilginç. Yıl 2045’te zihnin harddiske indirileceği, hastalıkların tarihe karışacağı, bütün işlerin robotlara devredileceği, sınırsız bellek hacmine ve ölümsüzlüğe yaklaşılacağı bir evrenin başlangıcı gibi takdim ediliyor. Bu tarihte yapay zekânın insan zekâsını geçmiş olacağı ve insanların 2030’dan itibaren belleklerini hard diske, internete aktarmaya başlayacakları tahmin ediliyor. Yalnız bu güzel günlere! sözü edilen tekno-rönesansa daha az sayıda dünya sakiniyle ulaşma planları da var malum.
Yüz yıl geriye gidelim. J. L. Borges’in 1942’de yazdığı Bellek Funes – Funes el Memorioso adlı öyküsünde İreneo Funes adlı bir gencin her şeyi hatırlaması yüzünden büyük bir yükün altında ezildiğini, insan bedeninin bunu kaldıramadığını, attan düşme nedeniyle aldığı yaralar yüzünden çok genç yaşta ölerek kurtulduğunu anlatır. Adı barış, huzur; soyadı eğlenceli anlamına gelen İreneo Funes bütün ayrıntıları hatırlıyor; bu benzersiz hatırlama yetisi sayesinde sayılar yerine kelimeler ikame ediyor, nesnelerin bozulmasını, dişlerin çürümesini ve ölümün yavaşça yaklaşmasını derinden hissedebiliyordu. Belleğinin müthiş gücü nedeniyle azap çekiyordu. Unutmak tanrının bir ihsanıydı, kurtuluştu.
Ireneo bir öncüdür. Bana bir cyborg öncülü çağrışımı yapıyor. Cyborg dedim çünkü hisleri olmayan bünyedeki bir mega bellek asla yıpratıcı ve rahatsızlık verici bir yük değildir. Tamamen organik bir yapı bütün ayrıntıyı belleğinde tutabilse o bahtsız delikanlı gibi çok acı çekerdi. Ayrıntıların dar bir alanda sınırsız çoğalmasının zamanla kara delik benzeri bir yapıya evrilmesinin kaçınılmaz olduğunu düşünüyorum.
Borges 1947 yılında yazdığı Ölümsüz (El Immortal) adlı öyküsünde artık yemeğe içmeye gerek kalmadan ölümsüzlüğü yakalanmış kimselerin bin yılda geldikleri aşamayı şöyle betimler:
İşte o gün her şey aydınlandı gözümde. Mağaralılar, Ölümsüzler’di; suları bulanık çaysa atlının aradığı ırmak. Ünü Ganj’a kadar yayılmış kente gelince, Ölümsüzler onu yerle bir edeli dokuz küsur yüzyıl geçmişti. Onun kalıntılarıyla aynı yerde, benim kat ettiğim şu çılgın kenti kurmuşlardı. Belki bir yansılama, bir çarpıtma olarak, ama aynı zamanda , insana benzememeleri dışında hiçbir özelliklerini bilmediğimiz tanrılara bir tapınak olarak. Ölümsüzlerin yaratmaya gönül indirdikleri son simgeydi bu yapı; girişimlerinin tümünün boşunalığını kavradıkları ve bundan böyle yalnızca düşün dünyasında, katışıksız kestirimler ardında yaşamaya karar verdikleri bir dönemin temel taşı. Yapılarını kurdular, sonra onu unutarak mağaralarda yaşamaya gittiler. Düşünceye öyle dalmışlardı ki, fiziksel dünyayı bile zar zor algılıyorlardı.
1. L. Borges Ölüm ve Pusula (Tomris Uyar çevirisi) Ada Yayınları 1982
Bu öykü sonradan çok tanınmış bilimkurgu romancılarına da esin kaynağı olacak ve onlar da ölümsüzlüğü benzer şekillerde tasvir edeceklerdir
Modern Gılgamışların ihtirasla aradığı ölümsüzlük bizi ağırlaştırıp zamanla yerinden kımıldamak istemeyen, yoğunlaşmış düşüncelerine kapanmış varlıklar haline getirmesin sakın? Kâinat bahçesinde canlı, ama taşınmaz mal statüsündeki varlıkların bulunduğu müzeler keşfedilmeyi bekliyor olabilir pekâlâ.