Çerkes değil “Beyaz Köleler”

18 dakikada okunur

“Beyaz Köleler & Son Sesler” adında tez yazan ve bu tezi kitap haline getiren sözlü tarih araştırmacısı Elbruz Aksoy, Çerkesler başta olmak üzere Doğu Avrupalı ve Kafkasyalı mağdur toplulukların tarih boyunca yaşadıkları zorluklara mercek tuttu. Çerkes köle teriminin tüccarlar tarafından nasıl bir ticari malzemeye dönüştüğünü anlatan Aksoy, “Çerkes köle etiketiyle satılan Rus, Kozak, Ukraynalı, Nogay, Dağıstanlı, Abaza ve Gürcülere Beyaz Köleler demek daha doğru bir tanım olur” dedi.

“Benim Adım 1864” kitabı ile Çerkeslerin acılarla dolu mahrem hikayelerini gün yüzüne çıkaran sözlü tarih araştırmacısı Elbruz Aksoy, son olarak “Beyaz Köleler & Son Sesler” adında tez yazarak bunu kitap haline getirdi. Çerkesler başta olmak üzere Doğu Avrupalı ve Kafkasyalı mağdur toplulukların tarih boyunca yaşadıkları zorlukları bilimsel veriler ışığında gün yüzüne çıkaran Aksoy, 23 yıllık araştırması ve 200’den fazla kişiyle gerçekleştirdiği görüşmeler neticesinde kitabında “Çerkes köle” terimini tartışmaya açtı. “Çerkes köle etiketiyle” satılan Rus, Kozak, Ukraynalı, Nogay, Dağıstanlı, Abaza ve Gürcüleri “Beyaz Köleler” olarak adlandırmanın daha doğru olacağını söyleyen Aksoy, “Savaşçı sert karakteriyle Çerkes erkeği ve sadakatle süslenmiş güzelliğiyle Çerkes kadının hanedan tarafından talep edilmesini fırsata çeviren köle tüccarları, Karadeniz limanlarından getirilen her milletten Beyaz Köleyi, Çerkes olduğu iddiasıyla onlara sunuyordu” dedi. Litros Sanat okurları için sorularımızı yanıtlayan Aksoy, bugün Beyaz Kölelerin en yoğun olarak bulundukları iki şehrin ise İstanbul ve Kahire olduğunu söyledi.
Yeni kitabınız “Beyaz Köleler & Son Sesler”, ilk kitabınızın aksine sizin yüksek lisans tez çalışmanız. İnsan hikayelerine karşın bilimsel verileri kitaplaştırmak zor değil mi? Üstüne bir de elimizde tuttuğumuz kitap eleştirel bir tarih araştırması.
“Benim Adım 1864” içinde hikayeler olmakla birlikte aslında bir eleştirel tarih eseriydi. Sözlü tarih verilerinin edebi metinler haline getirilmesi de aslında zor bir süreçti ve önümde bir örnek kitap da yoktu. Ben ilk kitabımda daha çok zorlandığımı burda itiraf edebilirim. Nedense akademik bir eser ortaya koymak bana insan hikayelerini yazmaktan daha kolay geldi. ‘Beyaz Köleler Son Sesler’ 2018’de Bilgi Üniversitesi Tarih bölümünde yazmış olduğum yüksek lisans tezinin kitaba dönüştürülmüş hali oldu. 3 yıl sürmesi konunun mahrem ve hasas olmasından kaynaklanıyordu.
Beyaz köleler İstanbul ve Kahire’de
Beyaz Köleler derken sadece Çerkeslerden bahsetmiyorsunuz değil mi? Farklı milletlerden köleleri anlatıyorsunuz. Beyaz kölelere hangi ülkelerde rastladınız?
Kitapta “Beyaz Köle” olarak ifade ettiğimiz kişilerin çoğu Doğu Avrupalı, Kafkasyalı ve onların karışımından oluşan büyük bir mağdur insan topluluğudur. Aslında etnik olarak ne olduklarının pek önemi yok zira onlar ait oldukları etnisiteden çok daha fazlasıyla, büyük bir “Beyaz Köle” mirasının temsilcileri olarak hayatımızda yer etmişlerdir. Kitapta ayrıca “Çerkes Köle” terimini tartışmaya açarak, bu sorunlu kullanıma değinmek önemliydi. Zira Osmanlı sınırları içinde “Çerkes köle” etiketiyle satılan, Kafkasya’daki limanlardan  gelmiş olmakla birlikte içinde çok sayıda Rus, Kozak, Ukraynalı, Nogay, Dağıstanlı, Abaza ve Gürcülerin de bulunduğu bu geniş grubun Çerkes köleler olarak adlandırılmasının yanlış olduğu kitapta örnekler üzerinden tartışılıyor. Bu kalabalık mağdur insan topluluğuna “Beyaz Köleler” demenin daha doğru bir tanımlama olacağı arşiv ve sözlü tarih verileri ışığında kitapta etraflıca ele alınıyor. Bugün Beyaz Kölelere başta İstanbul, Samsun, Bursa gibi şehirler olmak üzere, Mısır, Tunus ve Libya’nın liman şehirlerinde rastlanabilir. En yoğun olarak bulundukları iki şehir ise İstanbul ve Kahire’dir.
Kölelikte Çerkeslik statüsü
Çerkes Köle etiketine değinmek istiyorum. Neden köleler arasında Çerkes olan ya da olmayan diye bir ayrım yapılıyordu?
Savaşçı sert karakteriyle Çerkes erkeği ve sadakatle süslenmiş güzelliğiyle Çerkes kadını o dönemden beri Akdeniz havzasında aranan, kıymetli bir masalsı imgeye dönüşmüştü. Üst sınıfa mensup haneler onları idare eden Çerkes hanedanla aynı milletten olan erkek ve kadın kölelere diğerlerinden daha fazla para ödemeye hazırdı. Bunu fırsata çeviren köle tüccarları da Karadeniz limanlarından getirilen her milletten Beyaz Köleyi, Çerkes olduğu iddiasıyla onlara sunuyordu. Romalılar devrinde yazılmaya başlanan ve Ortaçağ İtalyan tüccarları tarafından süslenen bu hikâye, Memlukler devrinde ete kemiğe bürünen Çerkes imgesiyle Osmanlılar tarafından da satın alınacaktı. Akdeniz havzasında binlerce sene içince oluşmuş bu algıdan dolayı hem köle tüccarları bu işten daha çok kar elde etmek için köleleri “Çerkes” etiketiyle satıyordu, satılanlar da gittikleri yeni ülkelerde daha konforlu bir hayat sürmek ve kariyer basamaklarını da hızla çıkmak için bu sahtekarlığa uygun davranıyor, sonunda kendileri de bir Çerkes olduklarına inanıyordu.
Kitabınıza konu olan insanlar, nasıl köleleşmeye başlamışlar?
Rusya ve Kafkasya’da köleliğe giden yol genel olarak beş farklı kaynaktan besleniyordu: Savaş esirleri ve asker kaçakları, yağma ve kaçırma yoluyla edinilenler, adi suçluların cezalandırılması olarak köleleştirilenler, köleliğe kötü hayat şartları, sefalet ve yokluk sebebiyle zorunlu-gönüllü olarak dahil olanlar ve son olarak da özel olarak üretilenler.
Kitabınızda köleliğin Osmanlı İmparatorluğu ve Erken Cumhuriyet döneminde de olduğunu anlatıyorsunuz? Bu verilere nasıl ulaştınız?
Beyaz Köle ticareti 1909-1911 sürecinde resmen yasaklanıyor. 1911’den sonra bu kölelere ne olduğuna dair çok az yazılı belge elimizde mevcut. Böyle olunca da sözlü tarih verileri ve yapılan mülakatlar ile Beyaz Kölelerin izini sürmeye ve o son sesleri kayıt altına almaya çalıştım. 1996’ta başladığım bu uzun sürecin sonunda bu kitaptaki anlatılar bir araya gelmiş oldu.
Beyaz köleler Cumhuriyet’in baş aktörleriydi
Beyaz Kölelerin ülkemizdeki durumu ile diğer ülkelerdeki durumlarını kıyasladınız mı hiç?
Türkiye ve Mısır bugün Beyaz Köle torunlarının yoğun olarak yaşadığı iki ülke. Türkiye’de büyük şehirlerde yaşayanlar önce Osmanlılaşıp sonra da hızla Türkleşerek topluma karışırken, Mısır’dakiler de bu kaynaşma süreci daha geç olmakla birlikte sonuçta birçoğu Araplaşıp bugün “Beyaz Arap” denen Batılı, liberal ve laik Mısırlı elitlere dönüştüler. Tanzimat ve Meşrutiyet dönemi Osmanlı aydınlanmasının da görünmeyen ama en etkili aktörlerinden biri olan Beyaz Kölelerin yetiştirdiği üst sınıfa mensup bir nesil sonunda Cumhuriyet rejimine dönüşecek sürecin de baş aktörleriydi. Mısır’da da modernleşme ve batılılaşma bu Beyaz Köleler’in istihdam edildiği üst sınıf hanelerden başlayacaktı.
Osmanlı’da kölelik azad etmek üzerine kuruluydu
Köleler nasıl özgürleşiyorlardı?
Osmanlı köle sistemi, azad mekanizması üzerine kurulu olan sınırları Şer’i hukuk tarafından belirlenen bir köklü uygulamaydı ve daha öncesinde diğer İslam medeniyetleri tarafından da bu haliyle uygulanmıştı. Osmanlı İmparatorluğu’nda kölelerin hürleşmesi için en yaygın kullanılan yol “mukatebe” sistemiydi ve bu İslâm’ın köleliği kalıcılıktan uzak bir durum olarak gördüğünün bir ifadesiydi. Bu, kölelerin sahiplerine belirli bir süre hizmet ettikten sonra serbest bırakılacağı anlamına gelirdi. Bir köle özgür olduktan sonra efendisinin oğlu veya kızıyla bile evlenip hür toplumla kaynaşabilirdi, köleler sahiplerinden şiddet görme de dahil olmak üzere hukuk tarafından korunuyordu. Rus ve Kafkas köleliğinde ise köle başını satın alsa da, kölelik onu bir gölge gibi takip ediyor, köle tam anlamıyla hürleşemediği gibi, sahibinin çocuklarıyla evlenme durumu da söz konusu olmuyordu. Şer’i hukukun korumasındaki Osmanlı kölelerine kıyasla Rusya ve Kafkasya’da yaşayan köleler çok daha riskli ve korumasız bir alanda hayatta kalmaya çalışıyordu. Erkek Beyaz Köleler efendilerinden kaçıp gönüllü olarak Osmanlı ordusuna kaydoluyorlardı; kadın köleler de fırsatını bulunca kaçarak kendilerini köle pazarında satmak suretiyle Osmanlı kölelik sistemine dahil olmaya çalışıyordu.
Dünya üzerinde satılmış son Beyaz Köleler ile tanışma fırsatınız oldu mu? Onlardan dinleyebildiniz mi hikayelerini?
1996-1999 arası dönemde onlardan üç kişi ile tanışma fırsatım olmuştu. Tabi o yıllarda bu konuları konuşmak şimdiki gibi kolay değildi, binbir dereden su getirerek, o döneme dair sorular sormaya çalışıyor, görüşme yapmayı kabul eden kişiyi de hiçbir şekilde rencide etmemeye özen gösteriyordum. Aslında 90’larda çok daha fazla sayıda kişi hayattaydı ama çoğu görüşme yapmayı kabul etmiyor, bir kısmı da böyle bir konuda araştırma yaptığım için beni ayıplıyordu. Onlarcası hatıralarını anlatmadan bu dünyadan göçüp gitti, keşke onları da ikna edebilseydim…
Kimi sonunda özgürleşse de birçoğu köle olarak göçtü
Yıllarınızı Çerkes tarihi üzerine yapmış olduğunuz sayısız sözlü tarih araştırmaları ve seyahatlerle geçiriyorsunuz. İlk kitabınızı ben gönül acısı çekerek okumuştum. Çerkeslerin kendilerine dahi anlatamadıkları acı gerçeklerin peşine neden düşüyorsunuz?
1996’dan beri “hafıza” çalışmaları yapmaya çalışıyorum, bunu sadece Türkiye’de değil Suriye, Ürdün ve İsrail’i de kapsayacak şekilde yürütmeye çalıştım. Çerkeslerin 1864 sonrası bu topraklarda bırakmış oldukları hatıralar ve tanıklıkların sadece bizim için değil, dünya kültür mirası için de önemli. Süreçte kölelere dair onur kırıcı metinler ve söylemler ile karşılaşmam, kaybolma tehlikesi altında olan kölelere ait o son sesleri kayıt altına alabilmek beni nihayetinde bu kitabı yazmaya teşvik etti. Bu kitabın kahramanları olan Beyaz Kölelere tarihlerini geri vermek, onların seslerini duyabilmek ve onlarla ortak bir gelecek kurmak için böyle uzun soluklu bir çalışma içine girdiğimi ifade edebilirim. Kimi sonunda özgürleşse de birçoğu köle olarak bu dünyadan göçenlerin ruhları da artık hürleşebilir. Beyaz Kölelerin sesleri duyulmuştur.

Önceki Yazı

İnandığımız müziği samimiyetle yapıyoruz

Sonraki Yazı

Bayram o bayram ola

Son Yazılar