“Çocuksu Bir Mutluluk Duyuyorum…”

18 dakikada okunur

Rabia BULUT

Yazar Tarık Tufan Kaybolan romanındaki kurmaca ve gerçek karakterlerin ilişkisi üzerinde dururken “Gerçek olaylarla kurmacayı iç içe geçirmekten çocuksu bir mutluluk duyuyorum.” Diye konuşuyor.

Yeni Türk edebiyatının önemli yazarlarından Tarık Tufan ile son romanı ‘Kaybolan’ı, İstanbul’u ve yeni projelerini konuştuk…

İlk olarak Kaybolan’ın hikâyesi nasıl ortaya çıktı?

Düşerken romanını yazmadan evvel kafamda “düşüş”, “kaybolmak” ve “bağlanmak” üzerine hikâyeler anlatma fikri oluşmuştu. Şehir hayatında sıradan karakterlerin hayatında aniden ortaya çıkmış görünen dönüşümlerin geçmişteki köklerine de dokunmaya çalışan katmanlı romanlar yazmak istiyordum. Düşerken’de İshak ve Jülide’nin ansızın ortadan kaybolmaları, Kaybolan’da Hakan’ın kırkıncı doğum gününde yıllardır çalıştığı işini bırakıp başka bir hayat peşine düşmesi ve sonradan yaşananlar… Bir insanın tesadüfen yaşadığı küçük bir olayın arkasından yoğun bir kaybolma hissine kapılmasını anlatmak istedim. Sıradan ve küçük hayatların birdenbire büyük dönüşümlere uğraması meselesi ilgimi çekiyordu.

Hakan, Yıldız, Sonay, Reha İleri hayatın içinde kaybolmuşlar. Her birinin kayboluşunun hikâyesi diğerinin ya yara bandı oluyor ya da yarayı derinleştiriyor. Bulunmak, kendini bilmek hangi yöne doğru gitmektir?

İnsanın kayboluşları yakın çevresindeki insanların hayatlarına öyle ya da böyle dokunuyor. Bazen birinin hayatında kayboluyoruz bazen de kendimizi bulabilmek için önce birini bulmamız gerekiyor. İstesek de istemesek de hayatlarımızın kimi tarafları iç içe geçmiş daireler şeklinde. O dairelerin için karmaşalar, acılar, hüzünler, yaralar yahut huzur ve sevinç var. Birbirimizin hayatına dokunduğumuzda kalan iz nedir? O dokunuşlar canımızı mı yakıyor yoksa tenimize, ruhumuza şifa mı oluyor? Bulunmanın, bilinmenin hangi yöne doğru gitmek olduğunu söylemek kolay değil. İlle de bir yeri işaret edeceksek “içimize doğru” diyebiliriz. İçe doğru gitmek demek, kendinle yüzleşmek, sorular sormak, içsel bir kavgaya girişmek, düşünmek, hayal etmek demek. Benlik aynasında kendini görebilecek cesareti bulmak demek. Gerektiğinde her şeye yeniden başlayabilmek demek. Aslında içe doğru yol aldıkça hayatın içinde de yol almış oluyoruz. Bu döngüsel hareket şu anlama gelebilir: Kendi etrafında dönerken aynı zamanda başka hayatların da etrafında dönmek. Bir anlamda gezegenlerin hareketine benziyor. Kendine bakarken hayata bakmak.

Akıp giden kurgusallığın yanında yaşama dair derin tespitler bulunuyor kitabınızda. Diğer kitaplarınızda da olan bölüm girişlerindeki alıntıları nasıl belirliyorsunuz?

Her romanımın bir ana meselesi bir de ana mesele etrafında gelişen yan meseleleri var. Kaybolmak üzerine düşünürken aynı zamanda hafıza, hayal kırıklığı, beklenti, yüzleşme, sevgi, nefret, geçmiş, aile bağları, aşk gibi konular üzerinde de düşünmeye başlıyorsun. Bu konular üzerine düşünürken uzun gözlemler yapıyorum ve elbette bu konular üzerine geçmişte ortaya konan bilgilere, eserlere yöneliyorum. İnsan duyguları, ilişkiler, hayat üzerine ortaya konan en büyük ve derin birikim edebiyat. Orada insanlığın ortak birikimleri var. Büyük edebiyatçıların hayata ve insana dair geliştirdikleri güçlü anlatılar bugünün edebiyatçıları için de bir yol gösterici niteliğinde. Ben bir romancıyım ve aynı zamanda bir okurum. Büyük edebiyatçıların zincirine dahil olmaya çalışırken, büyük romanın peşinden giderken onların ayak izlerine basıyorum. Bölüm girişlerindeki alıntılar aslında bu yolculuğun izleri olarak okunabilir. Okura büyük edebiyat birikimine birlikte bakabilmek için davet iletiyorum. Kendi serüvenimi paylaşıyorum. Tabii kendi meselemi anlatırken romancıların dünyasından besleniyorum.

“Halkın anlatı geleneğini önemsiyorum”

Kahramanlarınız hayatlarında dönüm noktalarında, önemli anlarda kıssalar, evliyalar devreye giriyor. Sizin için kıssaların anlamları nelerdir?

İnsanlık tarihinin bütün anlatıları bir romancı olarak dikkatimi çekiyor. Dinlerin yaratılıştan itibaren ortaya koyduğu anlatılar, mitolojiler, masallar, halk söylenceleri, efsaneler ve kıssalar. İnsanın hayatla doğrudan ve derin bir ilişki kurabilmesinin yolu, anlam dünyasını bir hikâye içinde kurabilmesinden geçiyor. Kutsal kitaplardaki hikâyelerin, mitolojilerin dünyasına girdiğimizde burada kurulan anlatıların varoluşumuzun anlam ve değerlerini aktarmak üzerine geliştiğini görebiliriz. Kuşaktan kuşağa bir hakikat aktarımı olarak güçlerini sürdürüyorlar. İçinde yaşadığımız toprağın ve halkın anlatı geleneğini önemsiyorum. Kıssalar bu açıdan ilgimi çekiyor. İçinde son derece yalın ve güçlü hakikatler barındırıyorlar. Romanlarımda zaman zaman o dünyadan parçalar kullanmak anlatıyı güçlendiriyor diye düşünüyorum. Aynı zamanda bu renkliliği seviyorum.

Bir var olma meselesini ele alırken, varoluşa dair hap bilgiler sunan sistemlere, düşüncelere dair gözden kaçan yanılsamaları Hakan’ın düşünceleriyle görüyoruz. Hakan bir uyumsuz olarak konumlanıyor. Kitabınızın ekseninde varoluşçuluk meselesinin bir izdüşümü yer alıyor diyebilir miyiz?

Varoluş meselesi Kaybolan romanında önemli bir yer tutuyor. Aslında benim hayatımda da bu meseleler önemli bir yer tutuyor. Var olmayı bir hayat derdi olarak karakterler ve hikâyeler üzerinden ele alıyorum. Bana düşünme ve anlama imkânı sağlıyor. Edebiyatın gücü sanırım burada. Hakan bir “uyumsuz” ve “kayıtsız” adam olarak hayata yeniden başlıyor aslında. O ana kadar sistemin içinde uyuşuk ve mekanik bir hayat sürmüş. Bir bilinç ve uyanış halinde. Kayıtsız olmak demek umursamaz olmak değildir, bilakis hayat kayıtsızlıkla katılmaktır. Bunun kendi içinde bir çelişki gibi durduğunun farkındayım ama sistemin dışına çıkabilmenin bir yolu olarak kayıtsızlıktan söz ediyorum. Edebiyatın, romanın böyle büyük karakterleri var: Oblomov, Katip Bartleby, Meursault ve diğerleri. Uyumsuzlar, kayıtsızlar ama hayatın karşısında güçlüler.

Hakan’ın kayboluşunun ekseninde Yıldız’la olan evliliğinin de aşama aşama bir çıt sesinin duyulması, görülmesi aşamaları geçiliyor. Kitap boyunca da devam ediyor. O çıt sesinin duyulması neden o kadar uzun bir zaman alır?

Uzun süren ilişkilerde yaşanan kırılmalar çoğu zaman bir zamana yayılıyor. İnsanların alışkanlıkları ve başka duyguları yüzünden, mevcut sorunları görebilmek, kabullenmek, yüzleşmek, kararlar alabilmek, ayrılmak, başka hayatlar kurmak çok kolay olmuyor. Bütün bunların kabullenilmesi ve yeni bir hayatın kurulabilmesi için gereken gücü toplayabilmek kolay değil. Her adımda insanın kafasına sorular doluşacaktır: Acaba yanlış mı yapıyorum? Acaba haksızlık mı ediyorum? Daha iyi bir hayat kurabilir miyim? Bir kere daha denesem iyi olur mu? Aynı zamanda vefa, merhamet gibi duygular insanın karar alma süreçlerini etkiler.

Dert de derman da aynı şey…”

Kader ve yazgı kavramlarının çeşitli görünümlerini görüyoruz. Sırlarla dolan Hakan’ın kaybolmaktan bulunmaya geçtiği evrede yine heybesinde bir ölümün sırrı kalıyor. Sırların ağırlığından kaybolan Hakan’ın kendini bulma yolculuğuna yine bir sırla gelmesinin sebebi nedir?

İlaç da bir tür zehirdir. Ya da şöyle söyleyelim bir zehri atabilmek için bir başka zehri almak gerekir. Belki de şöyle söyleyebiliriz: Dert de derman da aynı şeydir. Bazıları bizim için hem yara hem merhemdir. Bu böyle uzar gider. İnsan kendini kaybettiğini fark ettiği anda ilk olarak şunu düşünüyor: Acaba kendimle en son nerede karşılaştım? Kaybettiğin eşyayı en son gördüğün yeri hatırlamaya çalışmak gibi. Hakan’ın yolculuğu da kaybolduğu yerden başlıyor doğal olarak.

Kaybolan, arka kapağında yaralı dünyalarda, kırık hayatlarda, saklı hüzünlerde ve İstanbul sokaklarında dolanan bir roman olarak tanımlanıyor. Kitap Hakan’ın 40. yaş günüyle başlıyor. Onun iç dünyasına, eşiyle ilişkisine, geçmişine ve şimdisine doğru bir yolculukla devam ediyor. Bu yolculukta Yıldız ve Sonay önemli dönemeçlerde rol alıyorlar. Gelecekleri ise bir bilinmezliğe bırakılıyor.

Hakan’ın eniştesi (babası) Zurnacı Mustafa’nın hikâyesinde geçen Ömer Kavur’un Gizli Yüzü’ndeki rol almasıyla ilgili kısmın kaynağı nedir?

Bu ilişki tamamen kurmacaya dayanıyor. Elbette Ömer Kavur’un Orhan Pamuk hikâyesinden uyarlanan Gizli Yüz isimli filmi var ve film benim Kaybolan romanımdaki kurmaca karakterim Zurnacı Muzaffer’in şehri Kastamonu’da çekildi. Bende romancı heyecanıyla bazı şeyleri yan yana getirmeye çalıştım. Miles Davis’in İstanbul’da Açıkhava’daki konseri de buna dahil. Gerçek olaylarla kurmacayı iç içe geçirmekten çocuksu bir mutluluk duyuyorum.

“Her şeyi İstanbul ile düşünüyorum”

Kaybolan’ın içinde İstanbul bir karakter olarak yer alıyor. Hakan’ın işyerinin bulunduğu Mecidiyeköy, Yıldız’ın adının geldiği Yıldız Sarayı ve birçok farklı güzergâh. Sizin için İstanbul’un yeri ve anlamı nedir?

İstanbul’un benim dünyamdaki yerini her fırsatta anlatmaya çalışıyorum. Beni tanıyanlar, romanlarımı okuyanlar İstanbul’la ilgili nasıl bir duygu ve düşünce bağı içinde olduğumu, bu büyülü şehre nasıl baktığımı ve etkilendiğimi biliyorlar. Bu etki doğal olarak metinlerin içine sirayet ediyor. İstanbul’un kokusu siniyor ve açıkçası bu kokuyu aldığımda heyecan duyuyorum. İstanbul özellikle romanında son derece önemli bir yere sahip. Bir mekân olarak köklü bir hafızayı, insanlık hallerini, duygu ve düşünüş biçimlerini, hayat tasavvurlarını temsil ediyor. Ben İstanbul’da bir hikâye anlatırken aynı zamanda İstanbul’un büyülü dünyasına, görkemli varoluşuna dokunuyorum. Bu andan itibaren İstanbul anlatının bir parçası olmaktan daha büyük anlamlar taşıyor roman içinde. İstanbul’la birlikte düşünmeye başlıyorum her şeyi. Olay örgüleri ve karakter çatışmaları İstanbul’un mekân olarak açtığı büyük olanaklar ölçeğinde ilerliyor, dönüşüyor. Okurun benim romanlarımda karşılaştığı İstanbul’a daha çok ilgi duymaya ve sevmeye başladığını duyuyorum bazen. Bu da beni çok mutlu ediyor.

Masanızda bekleyen yeni kitaplar ve projeler var mıdır?

Daha önce Tuhaf Dergi’de tefrika ettiğim uzun bir anlatı vardı. Şimdi yeni hikâyeler yazarak o anlatıyı bitirmeye çalışıyorum. Yakın zamanda bir kitap olmasını arzuluyorum. Okur o anlatıyı merak ediyor. Şiirsel, iç yakıcı bir aşk hikâyesiydi. Bunun yanı sıra senaryo çalışıyorum. Avustralya’dan genç bir yönetmenin filmi için birlikte çalışıyoruz. Ayrıca yeni bir romana başladım. Adı konmamış üçlemenin son kitabı olacak ve “bağlanmak” üzerine bir roman olacak.

Önceki Yazı

‘Milli Sinema’nın öncüsü: Yücel Çakmaklı

Sonraki Yazı

Jazz Semai’de Ali’yi Gördüm

Son Yazılar