Darbelere karşı aydınların edebi refleksleri: Kitaplar

36 dakikada okunur

Şairler, romancılar, edebiyatçılar, sanatkârlar, münevverler, entelektüeller, aydınlar… Toplumun aynalarıdır. Milletin çığlıklarıdır. Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev ya da Gogol’un eserlerini okumadan 19. yüzyıl Rus toplumunu anlamak mümkün değil. Yahut Rus tarihine ilgili kaç kişi “Dekabristler” hakkında bilgi sahibi bugün? Ben de üniversite yıllarımda Tolstoy’un “Dekabristler” adlı kısa bir romanı olduğunu, bu romanın Türkçeye ilk defa kazandırıldığını fark ettim ve bu roman sayesinde Rus Çarlığına karşı ilk büyük askeri isyanın 20. yüzyılda gerçekleşmediğini öğrenmiş oldum: Dekabristler (Aralıkçılar) 1825’in aralık ayında Rus Çarlığına meydan okumaya cüret etmiş ilk Rus ihtilalcileriymiş. Bu olay, tüm dünyada ilgiyle takip edilen 19. yüzyıl Rus edebiyatını da derinden etkilemiş. Hani hep bu yüzyılın Rus edebiyatının olağanüstü gerçekçiliğinden bahsediyoruz ya! Demek ki o dönemin kalem oynatanları edebiyatlarını hayatın damarlarından beslemişler. Halkın meselelerine yüz çevirmemişler, siyasi ve toplumsal gelişmeleri yakından takip ederek eserlerine aktarmışlar. Belki o eserlerin bugün yüzlerce dile çevrilmesinin sebebi de budur: Halkın gündemini edebiyata ustalıkla aktarım. Aynı durum diğer ulusların edebiyatlarında ve Türk edebiyatında da geçerli. Tanzimat döneminde Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa ve Ahmet Midhat Efendi; Cumhuriyet döneminde Nazım Hikmet, Peyami Safa, Şevket Süreyya Aydemir, Tarık Buğra, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Yaşar Kemal ve Fakir Baykurt gibi isimlerini saymakla bitiremeyeceğim edebiyatçılarımız, aydınlarımız toplumsal ve siyasal gelişmelere sırt çevirmemişler, edebiyatımızın en başarılı eserlerini ortaya koymuşlardır. Türk tarihinde darbeler ve darbe girişimleri bizim edebiyatımıza sık sık konu olan meselelerden biridir. Bu tema etrafında birçok başarılı roman kaleme alınmış. Bunun dışında ilmi çalışma ve gazetecilik faaliyeti olarak da birçok eser ortaya konmuş, Türk tarihindeki darbeler farklı görüşler tarafından tetkik edilmiştir. Bu eserlerin sayı binlercedir. Halen tüm çıplaklığı ve dehşeti ile zihnimizde taze olan 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin yıl dönümü sebebi ile tüm darbeler tekrar tetkik edilmeli, üzerine tekrar düşünülmeli ve dersler çıkarılmalı diye düşünerek bu tema etrafında kaleme alınmış olan bazı edebi ve ilmi çalışmaları sizin için derledim. İyi okumalar dilerim.

YENİ ÇIKANLAR

Doğu Seyahatnamesi
Melih Uslu / Mona
Anadolu’nun doğusundan yüzler, sesler, tatlar, tanıklıklar… Ankara’dan ötesi çok ama çok güzel; gidin mutlaka. Öyle üstünkörü değil; tanışarak, yüzleşerek, sindirerek gezin. Esnafa selam verin, çocukların oyunlarına katılın, yer sofralarına oturun, boz tepelerin ardındaki hayatlara kulak verin. Ben öyle yaptım ve Doğu’ya doyamadım. Kaç yüz kere çaya davet edildiğimi, bana kaç kez “Başım gözüm üstüne, yemeğe de buyur,” dendiğini hatırlamıyorum. Hem gözlüğüm hem de insanlara eğitimli olduğumu düşündürten yüzüm nedeniyle bana kaç kez “Hocam” dendiğini de sayamadım. Adres sorduğumda işini gücünü bırakıp beni aradığım yere kadar götüren insanlar tanıdım. Gérard de Nerval’den ilham aldım; Nuh’un, Ahmedi Hani’nin, Veysel Karani’nin, Ali Emiri’nin, Ahmed Arif’in, Yaşar Kemal’in izini sürdüm. Kazancı Bedih’in ezgilerinde Mem’in Zin’e, Siyabend’in Heco’ya, İbrahim’in Allah’a aşkını düşledim ve ben bu toprak sarısı coğrafyayı çok sevdim. Unutmayın! Anadolu’nun doğusunu görmeden Türkiye’yi tanımış olamazsınız.
İyi Köpekler, Kötü Köpekler ve Kuzey Toprakları
Jack London / Türkiye İş Bankası
Jack London’ın köpeklere ilgisi, dünya klasikleri içinde yer etmiş Vahşetin Çağrısı, Beyaz Diş gibi romanlarından ibaret kalmadı. Çocukluğu çiftliklerde geçen Jack London neredeyse köpeklerle büyümüş, çiftlikten ayrıldıktan sonra bağı zayıflasa da onlara olan ilgisini asla yitirmemişti. Yazarlık yaşamı boyunca çeşitli vesilelerle onlara ilişkin gözlemlerini zenginleştirdi ve öykülerine yansıttı. Elinizdeki kitapta yazarın farklı yıllarda yazdığı üç köpek öyküsü bir araya getiriliyor. “Kahverengi Kurt” (1906), “Ah O Benekli” (1907) ve “Batard” (1902) öyküleri insana yalnızca sadakatiyle değil, cesareti, dirayeti, zorbalığı, kibri, hıncıyla eşlik eden üç ayrı köpeği işleyerek insanın hayvanlarla kader ve duygu ortaklığını çarpıcı biçimde sergiliyor. Kahverengi Kurt… Ah O Benekli Batard…

Osmanlı’da Dinî Matbuat & Sultan Abdülhamit ve II. Meşrutiyet Devrinde Kurumlar Aktörler Denetim
Filiz Dığıroğlu / Dergâh
Osmanlı Devleti’nde 1803 yılında Birgivi Risalesi’nin matbaada basımıyla matbu dinî kitap ve risalelerin serüveni başlamıştır. Devlet, matbaanın hem bilgiyi hızlı ve ucuz biçimde tedavüle sokması hem de propaganda aracı özelliğini göz önünde bulundurarak yeni matbuat politikaları geliştirmiştir. II. Abdülhamit döneminde kitaplara basım öncesi ruhsat alma zorunluluğu getirilmiş ve devletin yayıncılık üzerindeki etkisi ve varlığı kuvvetlenmiştir. Bu çalışma Sultan Abdülhamit ve II. Meşrutiyet döneminde matbu dinî bilginin dolaşıma girme-sinde bir devlet politikası olup olmadığı, varsa ne suretle tezahür ettiği ve tedavüldeki dinî bilgiyi kimlerin hangi şartlarda ne tür sâiklerle ürettiği sorularının peşinden gitmektedir.

Son Nefese Kadar Alt Başlık: Büyük Aşkın Mektupları & Ahmed Midhat Efendi ile Şaire Fitnat Hanım Mektuplaşmaları
Ömer Hakan Özalp / Ötüken
Türk edebiyatının velut kalemlerinden hâce-i evvel Ahmed Midhat Efendi ile henüz 18 yaşında iken yazdığı şiirlerle kendisini gösteren ve güzelliğiyle şöhret bulan şair Fitnat Hanım arasında 1870’li yılların sonlarında tutkulu bir aşk yaşanır. Taraflar aşklarını, karşılıklı şiir ve nazirelerini de içeren mektuplarla dile getirirler. Ahmed Midhat Efendi’nin oğlu Galib Midhat, yazılışlarından otuz yıl sonra (1908) babasının arşivinde bulduğu mektupları 1928’de Akşam gazetesinde tefrika eder. Yazışma ve buluşma dönemlerine ayrılan ve Ahmed Midhat Efendi’nin Kemalpaşazade Said Bey’i Cağaloğlu’ndaki Ankara caddesinde dövmesiyle son bulduğu düşünülen bu aşktan geriye -korunabilen- yirmi altı mektup kalır. Ahmed Midhat Efendi’nin “Sosyal yaşantımız Avrupa’dakinin aynı olsaydı neşredilmesinde bir mahzur görmezdim. Bununla birlikte, Osmanlı edebiyat tarihine malolmasını da isterim” dediği mektuplar, o dönemdeki kadın-erkek ilişkilerine ve aşkların nasıl yaşandığına ışık tutan ender örneklerdendir. Eser, bilinmeyen ve sonraki hiçbir kaynakta da geçmeyen, 1928 yılındaki Osmanlıca tefrikasından yayına hazırlanmıştır.

Tabancalı Kız
Murat Menteş & Hakan Karataş /Alfa
Ezeli bir yemin gibi yakan aşk… Feleğin ateşten çemberinde mahsur kalmış iki sevgili… İntikam yemini etmiş çılgın gibi bir gangster… Dolu silahlar, dolu gözler ve doludizgin bir macera… Tabancalı Kız… Direkt kalbe ateş ediyor! “Tabancalı Kız’ı çok sevdim. Kader Kardinal’in macerası yüreğime işledi.” Türkan Şoray.

ÖNERDİKLERİM

27 Mayıs Darbesi ve Bizler
Nilüfer Bayar Gürsoy / Timaş
Türk demokrasi tarihinin en önemli kırılma noktalarından biri muhakkak ki 27 Mayıs 1960 Darbesi’dir. Bu elim hadise neticesinde Demokrat Parti kapatılmış ve dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar, başbakanı Adnan Menderes ve diğer devlet erkânı tutuklanarak yargılanmak üzere Yassıada’ya götürüldüler. Artık ne onların hayatı eskisi gibi devam edecekti ne de ailelerinin…Darbeden önce ne gibi olaylar yaşandı ve ülkenin genel havası nasıldı?Darbeden sonra bu hava nasıl değişti ve gazeteler olayları nasıl yansıttı?27 Mayıs günü ve sonrasında Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın ve diğer Demokrat Partililerin evlerinde neler yaşandı?Evler askerler tarafından nasıl arandı ve bu aramalar sonunda neler oldu?Aileler evlerinden koparılıp nerelerde göz hapsinde yaşamaya zorlandı?27 Mayıs Darbesi ve Bizler kitabı, bu ve benzeri birçok sorunun cevabını vermekle birlikte; 27 Mayıs 1960 tarihinden itibaren Yassıada duruşmalarının başladığı 14 Ekim 1960’a kadarki süreci, Celal Bayar’ın kızı Nilüfer (Bayar) Gürsoy’un samimiyetle paylaştığı anılarla aktarıyor. Yassıada süreci ve sonrası, şimdiye kadar hep Demokrat Partililerin hatıraları, mahkeme zabıtları ve o günlerin siyasi sürecinden bahseden eserlerle sınırlıydı. Fakat Gürsoy’un tüm tutuklu ailelerinin yaşadıklarıyla beraber kendi ailesine tatbik edilen özel muameleyi de anlattığı bu eser, önemli bir tarihî boşluğu doldurarak, Türk demokrasi tarihinin gözden kaçmış, karanlık bir dönemini aydınlatıyor.

Asırlık Gece
Hüseyin Aydın / Turkuvaz
Asırlık Gece, hazırlık safhasından bastırıldığı ana kadar darbe girişimi kapsamında gerçekleşen birçok olayı, deliller ve belgeler ışığında bütüncül bir yaklaşımla ele almakta ve aydınlatmaktadır.

Darbeler Tarihi
Cemil Koçak / Timaş
15 Temmuz darbesi, Türkiye’de darbeler tarihini hatırlamamıza bir kez daha vesile oldu. Ülkemizde ordu-politika ilişkisinin ayrıntılı bir şekilde bilinmesi gerektiğini de ortaya çıkardı.Sanılanın aksine; ordunun politikaya müdahalesi, 27 Mayıs 1960 darbesiyle başlamadı. Aksine, Türkiye’de ilk cunta 1946 yılında kuruldu. Bu şu anlama geliyor: 15 Temmuz darbesinin yetmiş yıllık bir geleneği var bu ülkede… Ve bu gelenek yeterince bilinmezse; 15 Temmuz’un analizini yapmak da o denli güçleşir.Bu kitapta; 1946 yılında kurulan ilk cuntalardan başlayarak; Demokrat Parti’nin iktidara geldiği 1950 yılında ordunun müdahale ihtimâline; oradan 27 Mayıs 1960 darbesine; ardından Talât Aydemir’in başarısız iki darbe teşebbüsüne; 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963’e; nihâyet 9 Mart ve 12 Mart 1971 darbesine yol alıyorum.Bu darbelerin birbirleriyle olan bağlantısını kurmaya gayret ediyorum. Darbecilerin zihniyet dünyasını açığa çıkarmayı amaçlıyorum. Darbelerin kendisinden çok onların zihinsel hazırlığı ve ideolojisi önemlidir çünkü… Bu zihniyet dünyası ve ideoloji, yeni yeni darbelerin filizlenmesine neden oluyor. Okuyucular; kitabımda sâdece darbelerin tarihinideğil, aynı zamanda darbeci anlayışın kaynaklarını da bulabilecektir. Bugünü anlamanın yolu, dünden geçmektedir çünkü…

İki Darbe Arasında
İskender Pala / Kapı
28 Şubat süreci… Her gün bir yığın hüsran…Günler ilerledikçe dalgalar şiddetini arttırarak dövmeye başlamıştır. Kalbinizin duvarlarını ve çaresizliğin sesi çığlık çığlığadır içinizde. Ateş düştüğü yeri yakar ve bir serçe olsun, gagasıyla bir damla su getirmez yangını söndürmeye…İskender Pala bu defa pek bilinmeyen bir özelliğiyle, “asker kimliğiyle” karşımızda. Usta yazar 12 Eylül’ün hemen ardından başlayıp 28 Şubat sürecinde Yaş kararıyla son bulan Deniz Kuvvetleri’ndeki 15 yılın hikayesini içeriden okuma fırsatı veriyor.(…) Acı günleri hatırlamak, insana tekrar acı verir elbette. Buna rağmen vaktiyle unutmayı çok zor başardığım o günleri şimdi yeniden hatırlamanın acısını yaşamaya cesaret etmem, sırf tarihe belge bırakma ve belki o savrulmuş insanların hala aramızda yaşadıklarına dikkat çekebilmeamacına yöneliktir ve bu yüzden yazdıklarımın tamamı katıksız hakikattir.

Karanlığa Direnen Yıldız
Sevinç Çokum / Kapı
Sevinç Çokum, Karanlığa Direnen Yıldız’da Türkiye’de siyasi hayatın önemli durağı 27 Mayıs 1960 Darbesi’nin etrafında dolaşarak farklı farklı kişilikleri sergiliyor. Aynı apartmanı paylaşan dostların, yakınların ayrılan sofraları; dahası ihanetler, ikiyüzlülükler, esir vicdanlar… Roman sosyal çalkantıların temelinde ferdî zaafları görüyor ve bunları ustaca yansıtıyor. Romanın kahramanı Feridun, özgür bireyi ararken dönem medyasının insan topluluklarını kurnazca manipüle edişlerine şahit olur. Feridun’un benliğindeki kargaşada yer tutan bir başka sevdaysa İncenaz… Sevinç Çokum Karanlığa Direnen Yıldız’da sosyal bir dönem(ec)in içinde capcanlı insan hikâyeleri anlatıyor.Babamın odasındaki ağırbaşlılık oda kapısından çıkarken son bulur, ondan sonra genç kız dağınıklıklarına, aşağıki evden taşıdığımız sandık ve konsollar içindeki ayrı dünyaya geçilirdi. Binbir Romanlar, Yelpaze, Ses, Hayat mecmuaları, La Familialar, romanlar, şiir defterleri, artist resimleri, çikolata yaldızları, krepon kâğıdından Cumhuriyet Bayramı süsleri, müsamerelerde giydiğim çoğu yeri yırtılmış kâğıt elbiselerim, kumaş artıkları, kurutulmuş çiçekler, dergilerden kesilmiş gül desenleri, tavus kuşu tüyleri… İşte o kadar. Başka ne getirebildik o dönemden yukarıya?

Ali Emre’den tavsiyeler
Bu sayımızda şair İbrahim Tenekeci’nin “Günümüz Türk şiirinin değerli isimlerinden biridir.
Hem sanat hem mesuliyet duygusu olan şairlerimizdendir. O,bizim için, Müslüman bir çığlıktır.” diye tanımladığıve “Kıyamet Mevsimleri”, “Milyon Sesli Mızıka”, “Onarılmış Yas Bitiği”, “Yeryüzüne Dağılan”, “Meryem’in Yokluğunda”, “Güzel Bir Gün Gördümse” ve “Acar Süvari Tutuk Arbalet” gibi birçok eserin sahibi şair ve yazar Ali Emre’ye “15 Temmuz Darbe Girişimi”nin yıl dönümünde hangi “Hangi kitapları okuyalım?” diye sordum.İşte aldığım cevaplar:

Dar Zamanlar Üçlemesi
Adalet Ağaoğlu / Everest
Türk edebiyatının başyapıtlarından Dar Zamanlar üçlemesi, ilk kez tek ciltte okurlarıyla buluşuyor. “Ağaoğlu, “Ölmeye Yatmak” romanının başkişisi olan Aysel tipinde, eğitim düzeyinde ortaya konan Batıcı Cumhuriyet ideolojisi ile aile düzeyinde ortaya konan geleneksel ideolojiyi karşı karşıya getiriyor.”(Hilmi Yavuz) “Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı ile aydınların iç dünyasına açılan pencere, Adalet Ağaoğlu’nun o nefis yapıtı Bir Düğün Gecesi ile Tanpınar’ın Huzur’unun bir uzantısı niteliğine bürünmektedir.” (Vedat Günyol) “Adalet Ağaoğlu, yalnızca Hayır…’ın son halkasını oluşturduğu üçlemesiyle, bütün romanlarıyla kimi sorunsalların peşinde bir yazar kimliğindedir. Romanlarında en öne çıkan yan, düşünsel içeriktir. Hayır… onun bu özelliğinin belki de en yoğun biçimde alımlanabileceğibir roman…” (Füsun Akatlı)

Darbe ve Din & 15 Temmuz 2016
Metin Önal Mengüşoğlu / Okur Kitaplığı
Anlayışlarının bütününü paylaşmasak bile Türkiye’yi yöneten irade sahipleri elbette Müslüman insanlardır. Cumhurbaşkanının samimiyetinden şüphe etmek ise insaf ile bağdaşmaz. Varsa sözümüz, eleştirimiz onu yapmalıyız ve ben bu kitapta kanaatlerimi paylaşmaya çalıştım. Darbe bir yana, memleket, özellikle bir Müslüman tarafından yönetilmeye başladıktan sonra, neredeyse yeniden yedi düvel tarafından siyasi, iktisadi bakımdan köşeye kıstırılmaya çalışılmaktadır. Dış mihraklar ve onların uzantısı Türkiyeli kimilerinin sergilediği Recep Tayyip Erdoğan düşmanlığının, kişisel olmadığını, hedefin doğrudan İslam olduğunu görmeyecek kadar kör değiliz. Bu durumda söz konusu düşmanlığın aynı zamanda biz Müslümanlara da yapıldığını idrak etmeliyiz.Türkiye artık İslamcılarla Kemalistler arasındaki paylaşım kavgasının odağında ve ortasındadır. ‘İslamcılar’ söylemini benimsemesem bile ne demek istediğimi en iyi o anlatacağı için seçtim. Şimdi ne olacak? Biz, özelde ben, nerede durmalıyım? Partici değilim. Ak Parti’nin bütün icraatlarını onaylamıyorum. Bana düşen küsüp köşeye çekilmek midir, yoksa eleştirilerimi sağduyulu ve insaflı bir dille ortaya koyarak, onların tarafında bulunmak mıdır? Taraf seçimini taraftarlık anlamında değil, kişiler üzerine yürütülüyor gibi görünen hücumların, aslında İslam’a karşı olduğunu fark ederek, İslam tarafında saf tutmak anlamında dillendiriyorum.

İkna Odası
Yıldız Ramazanoğlu / İz

“İyi ki beni almadınız, dedi Nermin. Ben de sizi almadım diye düşünürken içini yüce duygular doldurdu. Giremediği yeri iyice yerdi içinden. Hatta yerden yere vurdu ki bu kurum kurum kurumlanan kurumların aşkı yeniden yeşermesin içinde. Burada gördüklerimi görmek, şehrin dört bir yanını dinlemek nasip işi. Bana yaptıklarınız yüzünden acımı hemen öteki acılara aktarıp bir çırpıda giriyorum içlerine. Öteki ruhların rengine bürünmem saniyelerimi bile almıyor. Bir söylev yükseldi içinde. Ey beni yadsıyan sıkışmış ruhlar, siz kendinizce sınıflandırmalar yapıp binlerce pırıltılı kalbin adını silerken, herkesi tek giysili ve tek düşünüşlü bir bedende toplamak için güç birliği yaparken ben süzülüp uçup gideyim aranızdan. Sizi odanızda bırakıp. Duvarların, tel örgülerin, demir kapıların, yükselen amfilerin, kara cüppelerin içinde. Ben burada yüzüne gözüne çöpler yapışmış insanlarla kötülüklerin üzerine yürüme derslerine katılmaktan mutluyum.”Ramazanoğlu’nun “İkna Odası”, Türkiye yakın tarihinden bir deneyim romanı! Roman; Nermin, Nuray ve Seher adlı üç arkadaşın yükseköğretim kurumlarında uygulanan başörtüsü yasağı tecrübesi üzerinden kurgulanarak, modern zamanda hayatta var olma mücadelesi veren üç kadından kesitler vermektedir. Başörtüsü yasağı ve akabinde uygulanan ‘ikna odası’ karşısında tıp fakültesi kayıt sırasından dönerek boyun eğmeyi reddeden Nermin’in, perukla derslere giren Seher’in ve başörtüsünü ilk olarak üniversitede, daha sonra da iş hayatında çıkaran Nuray’ın hikâyesi, siyaset ve inanç hususunda muhalif bir yönü betimlemekten ziyade biricik, özel ve insani bir anlatı olarak karşımıza çıkıyor.

Kesintisiz Darbe Düzeni ve İslami Direniş
Rıdvan Kaya / Ekin
Yaşadığımız ülkeye hakim olan sistemin, kendisini en temelde İslam karşıtı bir kimlikle tanımlaması ve buna uygun bir yapılanma içinde oluşu, asırlık bir gerçek olarak ortadadır.
Yine egemenlerin, çıkarlarını tehlikede hissedip saldırganlaşmaları ve muhaliflerine karşı imhacı bir söylem ve tutum geliştirmeleri de yeni bir olgu değildir. Öyle ki, 70 küsur yıllık Cumhuriyet dönemi; üç darbe, birkaç muhtıra ve hiç eksik olmayan darbe söylentileri ve hazırlıklarıyla geçmiş bir süreç olarak karşımızda duruyor. Türkiye’de 28 Şubat süreci ile yoğunlaşan baskı ve şiddetin de düzenin sözkonusu asli kimliğinden ve tavrından bağımsız olmadığı bilinmektedir. 28 Şubat sürecini safha safha değerlendiren yazılardan oluşan bu kitap; değişen günlerin değişmez gündemi yapılmak istenen darbe tehditlerine karşı, İslami kimliğe sahip çıkmak gereğini ve direniş sorumluluğunu bir kez daha hatırlatmaktadır.

Mehmet’i Sakatlayan Serçe Parmağı
Güray Süngü / Ketebe
Tüm yolları düğümlemeye niyet edenlerden Mehmet; hayat da aldırmıyor, gözlerini kamaştırıyor durmadan. Babasından kalan birkaç satırla ne kadar dayanabilirse o kadar yürüyor yolları; Kumkapı’yı, Samatya’yı, Paşa’yı. Geçmişin, altı harfli bir sözcük olmadığını, şu anına rengini veren kelime olduğunu fark ederek, elini tutmak isteyen elleri naifçe iterek, dahası kendini başka eller tarafından cezalandırarak Lena’nın, yaşlı teyzesinin yanına varıyor her akşam. Şehrin, ıssızlığın ve kalabalığın, merhametin ve azabın kapılarına doğru ilerlerken buluyor kendini Çiğdem; hatırladıkça güç bulduğu insanların gölgelerinden, seslerinden, sözlerinden geçerek. Güray Süngü, Mehmet’i Sakatlayan Serçe Parmağı’nda; günlerin birbirine, geçmişin şimdiye, hikayenin gerçeğe dolaştığı düğümü; Mehmet’in göz göze geldiği kar tanesiyle, Çiğdem’in attığı adımlarla, Faruk’un şiirleriyle bir bir aydınlatıyor. Aydınlandıkça fark ediyoruz biz de: yağmurun açtığı yaraların kapanmadığını, çocuklarda.

Yüz: 1981
Mehmet Eroğlu / İletişim
Tekrarlıyorum: Suçsuzum; tıpkı sizler gibi. Suçluysam bile, unutmayın, en çok sizinki kadardır bu… Hiçbir hayatın başrolünü oynamaya kalkışmadım; kendiminkinin bile…Bu durum beni neutandırıyor ne de görevini savsaklayanlara özgü o üstü örtülü suçluluk duygusuyla yüklüyüm.Yüz: 1981’in kahramanı yüzsüz, isimsiz, bencil ve hazcı, ne yaptığını bilen duyarsız biri… Cinsel ilişkiyi aşka yeğleyen, gamsız, herkes kadar suçlu ve suçsuz biri… Dört kadının arasında dolaşıyor. İçki ve karabasan, hastalık ve ilaç. Bulaşıcı…12 Eylül’ün ruhunu, solun sahici yenilgisini, yerine ikame edilen yeni değerleri ve vicdansızlığı anlatıyor Mehmet Eroğlu. Kendinden başka kimseyi düşünmeyen hırslı insanları, eriyip gidenleri, eğreti duranları, çözülmeleri, erdemsizliği, çaresizliği… Salgın gibi yayılan sıradanlığı…1981 kime ne öğretti? Hayat, sevgisiz yaşanabilir mi? Nefret ve küçümsemeyi çok uzatırsak, sonunda şeytan mı oluruz?Mehmet Eroğlu dünyasının ilk solcu olmayan kahramanı. Ters köşe.

Önceki Yazı

“Sosyal medya” darbeye direnişte ne kadar etkili oldu?

Sonraki Yazı

Anadolu’nun gül yetiştiren adamı

Son Yazılar