Türk ve dünya edebiyatında tren/demiryolu etrafında şekillenen çok sayıda eser mevcut. Bunlar arasında çocuk yaşta okuduğum, İngiliz şair ve yazar Edith Nesbit’in “Demiryolu Çocukları” ve Amerikalı romancı Jack London’ın “Demiryolu Serserileri” kitabını hiç unutamam. Yıllar sonra okuduğum, Mustafa Kutlu’nun “Tirende Bir Keman” ve “Uzun Hikâye” öyküleri, İngiliz polisiye yazarı Agatha Christie’nin “Doğu Ekspresinde Cinayet” romanı ve Necip Tosun’un “Otuzüçüncü Peron” adlı on üç hikâyeden oluşan kitabı da bende özel bir yer işgal eder. İçinden demiryolu geçen ve hafızamda yer edinen eserlerden biri de Oğuz Atay’ın “Korkuyu Beklerken” adlı kitabında yer alan “Demiryolu Hikâyecileri” öyküsü… Oğuz Atay’ın 1977 yılında kaleme aldığı “Demiryolu Hikâyecileri” savaş yılları esnasında bir istasyonda sanatlarını icra eden üç hikâyecinin yaşadıklarını, birbirlerinden ya da yaşamdan ayrılmalarını, sanatlarının karşılık bulamamasını ve düştükleri zorlu durumu anlatır. Hikâyeciler vakitlerini, istasyonda hikâye yazarak ve tren vagonlarındaki müşterilere bu hikâyeleri satarak geçirirler. Hiçbir vakit umduklarını bulamazlar. Bazen yemek satıcıları onlardan önce davranır, bazen yazdıkları hikâyeler ağır eleştirilere maruz kalır, bazen yazdıklarına değer verilmez ve bazen de istasyon görevlisi tarafından sansüre maruz bırakılır. Geçimlerini zorlukla temin eden bu istasyon hikâyecilerinin yapacakları başka bir zanaatları yahut imkânları bulunmamaktadır. Üç hikâyeci de tren istasyonunda birer kulübede kalmaktadırlar. Yazdıklarını istasyon şefinin daktilosunda kopya ederler ve son kopya da genelde silik olur. Onlar da istasyon memurları gibi orada yerleşiktirler. Bu sebeple kendilerini oranın memuru gibi görürler ama ücretlerini devlet memuru gibi toplu halde alamazlar, müşterilerinden parça parça alarak geçinirler. Satışlarını genelde gece yarıları yaparlar; ekspres treni o sıralarda gelmektedir. Yazar hikâyecilerin içinde bulunduğu zorlu durumu okuyucuya inceden hissettirmiş ve kendi bulunduğu devrin koşullarını göz önünde bulundurarak “hikâyelere değer verilmediği” fikrini yansıtmak, sanatçıların ne denli zor şartlar altında sanatını icra etmeğe çalıştığını anlatmak, bunu okuyucuya hissettirmek istemiştir. Bu öykü bir hikâye yazıcısının yalnızlığı üzerine yoğunlaştırılmıştır. Evvelâ genç Yahudi’nin ölümü, sonrasında sevgilisinin bir anda ortadan kayboluşu ve devamında ayakkabı tamircisinin ve istasyon görevlisinin de istasyonu terk etmesi ve bu sıralarda tren seferlerinin azalması ve neredeyse bitmesiyle büyük bir yalnızlık içine düşen sanatkâr, hikâyenin son paragrafında: “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?” derken gerçek hayatta sanatkârların içine düştükleri yalnızlıklara, icra ettikleri sanatlarının okuyucu tarafından bir karşılık bulamamasına isyan etmesidir. Şimdi, eminim siz değerli okuyucularımızın da hatırına içinden tren geçen sıcacık öyküler ve romanlar geldi. Ben de birkaçına yazımızda yer verdim. Keyifli okumalar dilerim.
Önerdiklerim
Demiryolu Öyküleri / Kemal Varol / Sel
Demiryolu Öyküleri’ni hazırlayan Kemal Varol, kitaba yazdığı önsözde, demiryollarında çalışan babasından söz ettikten sonra cümlelerini, “Yolun bir parçası olmak hâlâ gurur verici,” diyerek bitiriyor. Edebiyatın sağladığı sınırsız imkânlar arasında yolun, yolculuğun bir parçası olmak da var. Tren, tüm taşıma araçları içinde en insanisi olduğu için belki, edebiyata en çok yakışan yolculuklar da onunla yapılıyor. Taşıtın ritmi, yolcusuna sunduğu hem fiziksel hem de zihinsel alan yaratıcılığı besliyor ve bunu da en iyi öyküler anlatıyor. Türk edebiyatının en önemli kalemlerinin bir araya geldiği Demiryolu Öyküleri`ne katkıda bulunan yazarlar şöyle: Sait Faik Abasıyanık, Sabahattin Ali, Vüs’at O. Bener, Leyla Erbil, Bekir Yıldız, Oğuz Atay, Erdal Öz, Rasim Özdenören, Osman Şahin, Tomris Uyar, Nursel Duruel, Mustafa Kutlu, Cemil Kavukçu, Kadri Öztopçu, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Hasan Ali Toptaş, Ethem Baran, Ayfer Tunç, Behçet Çelik, Murat Yalçın ve Faruk Duman. Demiryolu Öyküleri her zaman her yerde, ama özellikle de yolculuklarda zevkle okuyacağınız bir kitap.
Demiryolu Serserileri, London’ın bir berduş olarak sokaklarda yaşadığı döneme ışık tutan otobiyografik öykülerden oluşuyor.
Kapak Kızı / Ayfer Tunç / Can
Karlı bir kış günü, Ankara’dan İstanbul’a giden bir trenin yemek vagonu. Birbirini tanımayan üç kişi; bankacı Ersin, radyo programcısı Selda ve yemekli vagonun garsonu Bünyamin. Kapak Kızı, işte bu üç kişinin romanı. Ama aynı zamanda orada olmayan bir başkasının; bir dergide çıplak fotoğrafları yayınlanan Ayın Kızı Şebnem’in. Trenin saatlerce yolda kaldığı, bir yolcunun öldüğü bu uzun yolculukta, roman kahramanları, birbirleriyle, Şebnem’in fotoğrafları aracılığıyla yüzleşirler. Ancak bu zihinsel yüzleşme giderek kimin kimi yargıladığı belli olmayan bir hesaplaşmaya dönüşür. Ayfer Tunç, ilk kez 1992 yılında yayınladığı Kapak Kızı’nı ‘zemin aynı zemin, inşa aynı inşa’ olmak kaydıyla yeniden yazdı. Roman, bedensel çıplaklığı, kahramanlarını farklı nedenlerle sarsan bir travma olarak ele alıyor. Aile, hayat, aşk, kıskançlık, güzellik ve ahlak kavramlarını, alışılmış yorumların tuzağına düşmeden işliyor. Bunaltıdan ikiyüzlülüğe, anıların masumiyetinden yaşamın gerçeklerine uzanan soruların kuşattığı bu roman, aslında bütün soruları içeren tek bir soru soruyor: Kim daha çıplak?
İki İstasyon Arası Tren Yazıları / Umut Düşgün / Türk Edebiyatı Vakfı
İki İstasyon Arası Tren Yazıları kitabı trenle çıkılan edebiyat, tarih ve kültür yolculuğuna sizi de davet ediyor. Bu eserde birçok disiplin ve yaklaşımla her kompartımanda farklı dünyalara açılmanızı sağlayacak bilimsel nitelikli inceleme yazıları, denemeler, hatıralar, metin çözümlemeleri bulacaksınız. Bir istasyondan başka bir istasyona giden, hareket hâlinde bir tren içinde yapılan ilk sempozyum olan Uluslararası Edebiyatta Tren-Trende Edebiyat Sempozyumu’nun nüvesi olan bu eserde toplumsal değişimin, ayrılığın, beklentinin, göçün, şiirin, romanın, toplumsal bellek ve tarihin demir raylar üzerindeki hayal dolu sergüzeştine tanık olacaksınız. Coğrafyamızı baştan başa geçen trenlerin belleğimizde ve muhayyilemizde bıraktığı buhar izleri sizi metinler ışığında kuşatacak. Bu tren, bilimsel bir tavırla, taşıdığı bilgi yükü ile hayal ve sanat dünyasına doğru İki İstasyon Arasında hareket eder. Nitelikli okuma eyleminin yol arkadaşı olan bu treni kaçırmayın.
Demiryolu Serserileri / Jack London / Alfa
Demiryolu Serserileri, London’ın bir berduş olarak sokaklarda yaşadığı döneme ışık tutan otobiyografik öykülerden oluşuyor. Yük vagonlarında yaşamını sürdüren ve Amerika’yı bir ucundan diğer ucuna dek kateden evsizlerin arasına karışan London, deneyimlerini hikâyeleştirerek çıkıyor okurun karşısına. Arka planında Amerika’daki ekonomik bunalımın da bulunduğu bu öyküler, tren yollarında yaşayan insanların kötü şartlar altında hayatta kalma mücadelesini yazarın karmaşık olmaktan uzak diliyle aktarmakta. En güzel hikayeler her zaman bir enkazla başlar. London ailesi işçi sınıfından geliyor olsa da aslında Jack London´ın ileride yazdıklarında iddia ettiği kadar yoksul değillerdi. Jack London, özellikle yerel kütüphanede kitap okuyarak kendi kendisini eğitmiştir. 1885´te, Ouida´nın eğitimsiz bir İtalyan köylü çocuğunun opera bestecisi olarak ün kazanmasını anlatan romanı Signa´yı okudu. Bu romandaki karakter onun edebiyat alanındaki kendi hedeflerine ulaşması açısından prototipi olacaktı.
Yeni Çıkanlar
Türkiye’de Balkanlar / Ulaş Sunata / İletişim
Bu çok yönlü derlemede, Türkiye’deki Balkan etkisi ve varlığı enine boyuna ele alınıyor: “Muhacir” sözcüğüyle neredeyse özdeşleşmiş Balkan muhacirleri ve göç politikası… Bu uzun göç tarihinin hafızadaki izleri ve nostaljisi… Kadınların evlilik tecrübesiyle kesişen, çocukları yalnızlığa iten kendine mahsus göç hikayeleri… Ticari ilişkiler… Türkiye’deki Balkanlı dernekleri… Rumelili-Anadolulu gerilimi… Türkiye’nin Balkanlar politikası… Müzik… Gastronomi… Balkan coğrafyası ve halklarıyla ilgili geniş bilgi içeren bir kaynağa kitaptaki karekodla erişme imkânı veren Türkiye’de Balkanlar, bize Türkiye’nin başka bir çehresini gösteriyor, Türkiye’yi anlamanın başka bir anahtarını veriyor. Ulaş Sunata’nın hazırladığı derlemede ayrıca Selda Adiloğlu, Sinem Arslan, Nurcan Özgür Baklacıoğlu, Dimitar Bechev, Tanıl Bora, Ahmet Ceylan, Dionysis Goularas, Gökçe Bayındır Goularas, Özlem Hocaoğlu, Leman İncedere, Ayşe Parla, Bayram Şen, Feryal Tansuğ ve Ersin Uğurkan’ın katkıları yer aldı.
Amerika, aşk ve saflık yeniden keşfedilebilir mi? Sular Üstünde Gökler Altında, okurunu bir zaman makinesi gibi alıp 15. yüzyılın son demlerine götürüyor.
Freud’un Yası / Madelon Sprengnether / Ayrıntı
- yüzyılın başlarındaki modernist Freud yerini 21. yüzyılın postmodern Freud’una bırakmıştır. Madelon Sprengnether, Freud’un hayatındaki başlıca biyografik vakaların önemli bir yorumunu sunuyor ve bunu yaparken Freud’un erken yaştaki kayıplarının yasını tutamamasının yas teorilerini nasıl şekillendirdiğini ortaya koyuyor. Bu durumun ardıllarına ödipal öncesi çalışmalar alanını açarak nesne ilişkileri, öznelerarası ve karşıaktarım teorileri, Lacancı analiz ve travma teorisi gibi bir dizi yeni psikanalitik teoriye imkân sağladığını ileri sürüyor. Bu yaklaşımların çoğu, yasın ego gelişimi süreci için kritik olduğu şeklindeki formülasyon konusunda farklı yönlerden gelip bir noktada buluşmaktadır. İşte bu argüman aracılığıyla Sprengnether de, modernizmden postmodernizme, yani ustalık vurgusundan kırılganlığa, dikeyden yatay anlam oluşturma sistemlerine ve kelimelerle temsil edilebilen alandan sözel olmayan alana geçişin izini sürüyor. Freud’un Yası, Freud’un yasla kendi mücadelesini keşfederek, onu donmuş idealleştirmeden kurtarırken ve çalışmalarının 21. yüzyılda taşıdığı önemi gösterirken, bizim de onun yasını tutmamıza imkân tanımaktadır.
Sular Üstünde Gökler Altında / Kaan Murat Yanık
Amerika, aşk ve saflık yeniden keşfedilebilir mi? “Sular Üstünde Gökler Altında”, okurunu bir zaman makinesi gibi alıp 15. yüzyılın son demlerine götürüyor. Bu sürükleyici macerada rengârenk kahramanlarla birlikte İstanbul’dan Kırım’a, İspanya’ya, oradan Güney Amerika’ya ve Kazablanka’ya doğru nefes kesen bir yolculuğa çıkarken kendinizi birbirinden esrarlı olayların içinde bulacaksınız. Hem aşk derdinden kaçmak hem de babasının hayallerini gerçekleştirerek esaslı bir kâşif olmak için yola çıkan Kalender, âlemden âleme, zamandan zamana, halden hale savrulurken kendini derin çatışmaların ortasında bulacaktır. Kader rüzgârı onu Kristof Kolomb ile buluşturacak ve bu ikili o güne kadar hiçbir denizcinin açılmaya cesaret edemediği karanlık okyanuslara yelken açacaktır. Bakir topraklar üzerinde yol alırken öte yandan da birbirlerinin karanlıklarını ve kuyularını göreceklerdir. Tam dünyayı avuçlarında tuttuklarını sanırlarken işler bambaşka bir hale evrilecek ve tabiri caizse kızılca kıyamet kopacaktır.
İstanbul ve Yeni Osmanlılar / Andreas David Mordtmann / Dergâh
Alman şarkiyatçı ve diplomat A. D. Mordtmann entelektüel mesaisinin önemli bir kısmını Şark’ın tarihi, arkeolojisi ve ahvaline dair incelemelere tahsis etmiştir. 1800’lü yılların ikinci yarısında İstanbul’da geçirdiği dönemde ticaret mahkemesi azalığı, Mekteb-i Mülkiye’de coğrafya ile antropoloji hocalığı gibi çeşitli vazifeler almış ve devletin ileri gelenleriyle yakın ilişkiler kurmuş, Tanzimat devrinin önde gelen fikir insanlarıyla dostluklar kurmuştur. Bu irtibatlar dolayısıyla Payitaht’ı ve Osmanlı’yı yakından gözlemlemiş, dönemin cemiyetlerinde çeşitli roller oynamış, neticede Osmanlı’nın siyasi, idari, askerî, sosyal ve ekonomik vaziyetine dair gözlemlerini içeren bu eser teşekkül etmiştir. İstanbul ve Yeni Osmanlılar sadece Kırım Savaşı sonrası İstanbul ve Balkanlardaki isyanlar, bozulan iktisadi dengeler, idaredeki sıkıntılar, hukuk ve eğitim alanlarındaki sıkıntılarla sarmalanmış Sultan Abdülaziz dönemine götürmekle kalmaz, “yeni” bir devrin ümitlerini, insanlarını ve ideallerini de ele alır. Alman şarkiyatçılığının İstanbullu büyük üstadı Mordtmann’ın hatıratını C. Neumann’ın sunuşuyla ve vefatını müteakip mektepten talebelerinin elvedasıyla sunuyoruz.
Fahri Tuna’dan tavsiyeler
Bu sayımızda, Adapazarı Yazıları, Aynalıkavak Yazıları, Yaşayan Nasreddin Hoca: Hafız Hasan Çolak, Eğri Oturup Doğru Konuşalım, Yaşa’yan Portreler, Kırk Güzel İnsan, 28 D. Mehmet Doğan – Kavgamızın Yorulmayan Savaşçısına 70. Yaş Armağanı, Osmanlı Medeniyetinin İzinde 40 Şehir Portresi, Yusuf Cinal – Hakikatin Peşinde Bir Ömür, Yazıyoruz Öyleyse Varız – Yaz ‘İstan’bul 2021 Seçki, Dinlediğim Halit Molla, Kırkikindi, Zarif Bir Adam Zarif Süzgü, İçinden Nehir Geçen Hikayeler, Akşamın Aydınlığında Portreler, Sakarya Şairleri ve Kırklanmış Portreler eserlerinin sahibi, edebiyatçı ve yazar Fahri Tuna’ya “Hangi kitapları okuyalım?” diye sordum. İşte aldığım cevaplar:
Mehmet Akif Ersoy & Hayatı – Seciyesi – Sanatı / Mithat Cemal Kuntay / Alfa
Ülkemizde edebiyat tarihçiliği adına en parlak örneklerin bir kısmını veren Mithat Cemal’in içten dili ve kıvrak kaleminde otuz beş yılı aşkın bir dostluğun öyküsü… Mehmet Âkif Ersoy. Ünlü şairimizin çocukluğundan itibaren hayatının her yönüne kelimenin tam anlamıyla hâkim olan Mithat Cemal, kısa kısa dokunuşlarla dindar bir şairin İstanbul’da nasıl gelişip olgunlaştığının tablosunu çiziyor adeta. Hayatı, Seciyesi ve Sanatı adlı üç ana bölümden oluşan bu eseri okumayı bitirdiğinizde İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Âkif Ersoy’un şiirini, hakikat uğruna hayatını gözünü kırpmadan veren bir adamın, çevresindeki tüm kalabalığa rağmen yalnızlığını korumayı seçen bir adamın tüm insani yönlerini, acılarını ve düşüncelerini öğreneceksiniz; hem de en yakın dostlarından birinin akıcı satırlarından. “Âkif, benim doğduğum aynı ayın aynı gününde, benim bir zamanlar oturduğum Mısır Apartmanı’nda, benim yatak odamda, benim yattığım noktada ölüyordu…” Milli şairimiz Mehmet Âkif’i en iyi anlatan söz yine onun bir dizesi belki de: Sessiz yaşadım, kim beni nerden bilecektir!
Bir mağlubiyetin ideolojisi olan “Batılılaşma”nın doğru değerlendirilebilmesi için Batılılaşma İhaneti mutlaka okunmalı…
Batılılaşma İhaneti / D. Mehmet Doğan / İz
Batılılaşma İhaneti ilk defa 1975 yılında yayınlandı. Yirmi yıl boyunca devamlı ilgi odağı olan ve sürekli basılan bu kitap, geniş bir okur-yazar kitlenin düşünce ve tavırlarının oluşumunda, en azından çağdaş tabulardan bağımsızlaşmasında müessir rol oynadı. Batılılaşma İhaneti esas itibariyle yakın tarihe yönelik bir meydan okumadır. Merhum Cemil Meriç kitap yayınlandığı zaman onu bir “ithamname” olarak nitelemişti. Kitabın yirmi yıldır azalmayan bir ilgiye mazhar olması şüphesiz öncelikle ele aldığı konunun aktüalitesini yitirmemesinden kaynaklanıyor. Fakat sırf konunun güncelliği böyle bir sonuç doğurmaya yetmez. Ele aldığı hususları cesaretli değerlendiriş biçimi ile birlikte, vardığı sonuçlar da ilginin sürekliliğini sağlamıştır. Yazarı kitabın gördüğü ilgiyi, en çok maşeri vicdana, kamunun hislerine tercüman olmasına bağlamaktadır. Bir mağlubiyetin ideolojisi olan “Batılılaşma”nın doğru değerlendirilebilmesi için Batılılaşma İhaneti mutlaka okunmalı…
Dostluk Üzerine & Fethi Gemuhluoğlu Kitabı / Kolektif / İz
“Dostluk Üzerine”, merhum mücadele adamı Fethi Gemuhluoğlu’nun 22 Kasım 1975 tarihinde bir toplantıda yaptığı, ünü günümüze kadar ulaşmış bir konuşma metnidir. Kendisinin vefatından sonra defalarca basılmış, elden ele ulaşmış, milyonları etkilemiş bir manifestodur. Türk fikir ve düşünce hayatının yanı sıra, siyaset ve bürokrasi çarklarında yetişmiş bir nesil pek çok vatan evladı, ömrünün bir döneminde şu veya bu şekilde Gemuhluoğlu’nun himaye ve teşviklerine mazhar olmuştur. Bu kitap, kendisinin ünlü konuşmasının eksiksiz ve tam bir metninin yanı sıra, vefatından sonra hakkında yazılmış makale, yorum ve yazıları, merhumun şiirlerini, kendisine ithaf edilen şiirleri, yine kendisinin Arapkir Postası’nda çıkmış yazılarını ihtiva etmektedir. Ülkede yıllardır devam edegelen hak-bâtıl mücadelesinde kilometre taşlarından biri olan Fethi Gemuhluoğlu’nu, yaşayan ve gelecek nesillere tanıtmak, boynumuzun borcudur…
Yaşamak / Cahit Zarifoğlu / Ketebe
Bir kelime şiire girdiyse değişir çünkü yeniden inşa edilir. Yaşamak da Cahit Zarifoğlu’nun yeniden tanımladığı bir kelime. Zira o, tüm bilinmezliği ve sıradanlığı, huzuru ve kaygısı, aydınlığı ve esrarı, korkusu ve yakarışı ile yeryüzündeki yolculuğunu sürdürmüş; her adımında kendisi olarak ve ânı kendisinin kılarak apayrı bir yaşamak inşa etmiştir. Sisin örttüğü demiryolunda ağır aksak yola çıkan tren, şairin çocukluk hatıralarının başkenti Silvan’a doğru ilerlerken Yeni Camii’nin avlusu, sessizliği kolundan tutup çeker yeryüzüne. Koca medeniyetin içinde kendine yurt arayan ruhlar, yalnızlıktan yontulan büyük anlara acziyetle bir kez daha eğilir. Yaşamak’ta günlerin kendisinden ziyade ne barındırdığı; beyaz sayfalardaki bir avuç harfin, ölümü bilen dağlar gibi gülümsediği, ışığın parçaladığı karanlığı geri verdiği apaçık görülür. Farkına varmadan “Bütün bunların, hatırasız haftaların, kalbimi fark etmelerinden korkmamın sebebi var.” diyordum. Şimdi bir şeysin benim için… Varsın. Fakat bocalıyordum. Gizlice düşündüğüm, fark edilmesinden korktuğum hakikat sen miydin, yoksa ben, hatırasızlığı, boşluğu, en ucuz şekilde, sırtımdan korkakça, hiçbir teşebbüste bulunmadan birdenbire atmak için yine hayal mi kuruyordum. Dedim ya işte, bocalıyorum. Yeniden yaşamaya başlamak kolay mı?