Merhaba sevgili okur. Konuya direkt gireceğim. Son zamanlardaki meşhur deyimle, kitabın ortasından konuşacağım: ‘Tiyatro salt eğlence değildir!’
Devam edeyim tiyatronun ne olmadığını anlatmaya: Tiyatro ‘konser’ değildir!, Tiyatro ‘düğün’ değildir, ‘Tiyatro sadece ‘komedi’ değildir, Tiyatro ‘yalan, Düzmece, uydurmaca’ değildir!
Bir kavramın ne olduğunu anlamak için ilk önce ne olmadığına değinmemiz gerekiyor. Bir olguyu ancak karşıtının ne olduğunu çözersek algılayabiliriz. Zihin dediğimiz şey mukayese ile ilerler çoklukla. Peki tiyatronun ne olmadığını slogan cümlelerle özetlediğimize göre, şimdi de ne olduğunu çözümleyelim.
Konstantin Stanislavski tiyatroyu; ‘Kültürel ve ahlaksal bir oyun yeridir, sanatsal yaratıcılığın temeli disiplindir.’ diye tanımlıyor. Burada Brecht’ten, Mayakovski’ye, Muhsin Ertuğrul’dan, Özdemir Nutku’ya kadar pek çok ustanın tanımını verebilirim. Shakespeare kadar gidip önermemi destekleyecek düşünceler yazabilirim ama gerekmez şu an için. Çünkü burada mühim olan genel hatları ile tiyatro sanatının ne olup ne olmadığını anlatmak. Dolayısıyla bu kuramsal bir yazı değil, tepkisel bir yazı olacak. Neden diye sorulabilir; ‘Anlatamamaktan dolayı sıkıldık ve sinirlendik artık’ diye cevaplayabilirim.
Evet Sevgili Okur, ne demiştik? ‘Tiyatro salt eğlence değildir!’ peki o halde tiyatro nedir? Tiyatro, izleyicilerin hayatlarında deneyimleyemeyecekleri bütün duyguları ve yaşamın dayattığı sorunların olası çözümlerinin insan vasıtasıyla gerçeğe en yakın şekilde anlatılmasıdır. Hatta bazen gerçekten daha gerçek anlatılmasıdır. Bu açıdan bakarsak tiyatro, ‘Kurgulanmış bir gerçektir’ son zamanların yeni deyimi ile; ‘Arttırılmış gerçeklik’ bile diyebiliriz. Kafanıza o kocaman gözlükleri takmanıza gerek yok, en yakın tiyatro oyununa bilet alın!
Tiyatro eğlendirirken eleştirir, duygularınıza hitap ederken hakikati söyleyebilir. Kısaca oyuncu ve izleyici son derece ‘gerçek’ bir bağ kurar anlatılan konu üzerinde…
Konu uzar, kuramsal tarafı da bu yazıyı okuyan sanatseveri ilgilendirmez zaten, meslekidir özetle. Peki şimdi yazımıza mahsus konu başlığına gelelim:”Deprem – Ulusal yas – felaketler ve tiyatro!”
Bazı kültür yöneticilerinde çok büyük bir anlayış ve kavrayış hatası yaşanıyor. Cânım memleketimde ne zaman bir felaket, ölüm, sorun yaşansa, ulusal yas ilan edilip bazı eğlenceler iptal ediliyor. Bu konuda bir sorun yok, değerlerimiz ortak, acılarımız ortak. Peki sorun nerede diyeceksiniz. Bu iptaller esnasında sıralama şöyle oluyor: içkili eğlence yerleri, konserler, tiyatro gösterileri.
Sizce de bu konuda bir kavrayış hatası yok mu? 2.Dünya savaşında Almanlar, Moskova sınırlarına dayandığında, her gün binlerce insan ölürken Moskova’da tiyatrolar açıktı. Almanlar Fransayı işgal ettiğinde, Paris’te bütün tiyatrolar açıktı. İtilaf devletleri İstanbul’umuzu işgal ettiğinde bütün tiyatrolar açıktı. Namık Kemal’in ‘Vatan yahut Silistre’ piyesine ve oluşturduğu duygusal tepkilere ve halk arasında yarattığı coşkuya değinmeyeceğim bile. Her ülke ve kültürden tonlarca örnek verebilirim. Hülâsa: ‘Tiyatro salt eğlence değildir!’ Millet nezle olduğunda ilk iş oyunları iptal etmek oluyor. Buna şiddetle karşı çıkıyorum, dizileri de iptal edin o zaman, sinema salonlarını kapatın o günlerde… Böyle şey olur mu? Bunu kabul edilemez buluyorum! Bu kadim sanata bu kötülüğü yapmayınız.
Mesela büyük bir deprem yaşadık son zamanlarda, bütün tiyatro ekipleri, oyunlar çıkartıp o bölgede yaşayan çocukların ayağına gitti, aylarca çadırlarda kalıp oyun oynadılar. Neden mi? Tiyatro iyileştiricidir çünkü, tiyatro dönüştürücüdür, bunu farketmeniz için kaç örnek sıralamam gerekecek? Deprem zamanında çocuk oyunları serbestti ama yetişkin oyunları oynanamıyordu. Çocukların ihtiyacı olduğu kadar yetişkinlerin de ihtiyacı var oysa moral ve iyileşmeye.
Epey uzun yazdım konuyu bağlayayım artık. Bağlamadan önce kendi meslektaşlarımla ilgili bir şey söylemek istiyorum. Deprem döneminde zaten ayakta zor duran tiyatrolar bilet paralarını bölgeye bağışladı ve bir sürü sanatçı gönüllü olarak bölgede çalıştı. Lütfen fikrimizi gözden geçirelim, burada sorumluluk tamamen kültür sanat yöneticilerine ve siyasetçilere düşüyor, tabii önce onların anlaması gerekiyor. Olur mu? Neden olmasın? Halkımızın tiyatro sanatı ile kurduğu gerçekçi bağı yakından gözlemleyecek kadar oyun sahneledim, turne yaptım, oynadım, yazdım. Halkın bu sanata duyduğu saygı ve sevgiye kendi hayatım ile kefilim…