Dijital platformlar: Fırsat mı, dayatma mı?

/
21 dakikada okunur

Eskiden yaz gelince her kanalda birbirinden farklı yaz dizileri oynatılırdı. Kiminde bir şirkette işe başlayan yoksul bir stajyerle patronun yeni filizlenen hikayesi, kiminde yağmurlu bir günde taksi ararken karşılaşan iki gencin kesişen yolları anlatılırdı. Hiçbiri olmazsa televizyonlarda yıllar geçse de eskimeyen, sezonlarca sürse de izlenen diziler gösterilirdi. Fakat bu yaz, televizyon ekranlarında o eski sıcak yaz dizilerinin eksikliği göze çarpıyor. Pandemi sonrası dizi sektöründe yaşanan prodüksiyon zorlukları ve değişen izleyici alışkanlıkları, televizyon kanallarını yeni yaz dizileri sunmaktan alıkoymuş gibi görünüyor.

Takdir edersiniz ki bu durum, izleyicileri alternatif eğlence kaynakları aramaya yöneltiyor. Sıcak yaz akşamlarında eskiden olduğu gibi televizyonu açıp sadece izlemek için izlenen eğlenceli yaz dizileriyle karşılaşamayınca, dijital platformlara yönelmek kaçınılmaz oluyor. Eskinin alışkanlıklarını bir kenara bırakırsak, bu krizi bir fırsat olarak görebilmenin tadına varabiliyoruz da aslında. Televizyonda oynayan programa boyun eğip bize sunulanı seyretmek yerine kendi seçtiğimiz yapımı izlemek bizi bir anlamda tatmin ediyor. Netflix, Mubi, BluTv ve daha nice platform, geniş içerik yelpazesiyle izleyiciye hemen her türde seçim yapma imkânı sağlıyor. Fakat bu durumu bir başka açıdan değerlendirdiğimizde, bu platformlar bir yandan bağımsız yapımların daha geniş kitlelere ulaşmasını sağlarken, diğer yandan izleyicinin seçim yapma özgürlüğünü sınırlayan algoritmalara ve içerik bolluğuna bağlı sorunları beraberinde getiriyor diyebilir miyiz? 

Dijital platformlar sanatseverler ve sinemaseverler için gerçek bir fırsat mı, yoksa bir dayatma mı? Biz bu sorunun yanıtını düşüneduralım, şimdilik elimizde bu fırsatı değerlendirmekten ya da şayet öyleyse bu dayatmaya boyun eğmekten başka şansımız yok gibi görünüyor. Öyleyse buyrun, elimizde neler var buna odaklanalım… 

 

Mubi

Üç Renk: Mavi 

Eşi ve kızıyla çıktığı bir yolculuk sonrası gözlerini bir hastane odasında açan Julie, hayatta en değer verdiği iki insanı araba kazasında kaybettiğini öğrenir. Bir anda dünyası altüst olan ve yaşadığı yıkıcı acının altında ezilen kadın, başarısız bir intihar girişimiyle bir şekilde yaşamaya devam etmesi gerektiğini kavrar. Julie, özgürlüğünü yeniden kazanmak ve geçmişin acılarından kurtulmak için mücadele ederken, karşılaştığı insanlar ve beklenmedik olaylar hayatında yeni bir döneme kapı aralar. Eşsiz sinematografi anlayışı ve yalın anlatımı ile sinema sektörüne farklı bir soluk kazandıran Polonyalı yönetmen Kristof Kieslowski’nin 1993 yılında Fransız televizyonu için çektiği “Üç Renk: Mavi Mubi’de.

Frances Ha

“Frances Ha”, 2019 yılında “Marriage Story” filmiyle adından başarıyla söz ettiren yönetmen Noah Baumbach’ın, 2012 yapımlı filmi. Film, New York’ta yaşayan genç bir dansçının hayatını ve arkadaşlıklarını konu alıyor. Frances, 27 yaşında olmasına rağmen hayatında tam olarak ne yapmak istediğine karar verememiş bir kadın. En yakın arkadaşı Sophie ile birlikte yaşarken hem kişisel hem de profesyonel anlamda zorluklarla karşılaşıyor. Ancak Frances, bu zorluklarla başa çıkarken içindeki neşeyi ve umudu kaybetmemek için elinden gelenin en iyisini yapıyor. Film, Greta Gerwig’in canlandırdığı Frances karakterinin mizahi ve dokunaklı hikayesiyle izleyiciyi kendine çekiyor. 

İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek 

2000’lerdeki İstanbul sokaklarını ve o zamanların eşsiz müziğini özlediniz mi? Eğer cevabınız evet ise, Fatih Akın’nın İstanbul Hatırası: Köprüyü Geçmek filmi ile İstanbul sokaklarında nostaljik bir yolculuğa çıkıp, o zamanın duayen sanatçılarıyla hoş bir sohbet edebilirsiniz…   Mubi’de Hislerin Sineması: Fatih Akın Filmleri gösterimi kapsamında yayınlanan belgesel, 2000’lerin başında İstanbul’un müzik sahnesini keşfe çıkıyor. Mercan Dede, Ceza, Aynur Doğan, Baba Zula, Orhan Gencebay gibi pek çok tanınmış müzisyenin yer aldığı filmde, bu isimler kendi müziklerini ve İstanbul’a olan bağlılıklarını paylaşıyorlar.  Fatih Akın, bu belgeselde sadece müziği değil, aynı zamanda müziğin arkasındaki kültürel ve sosyal dinamikleri de ustalıkla işliyor. İstanbul’un kozmopolit yapısı ve zengin tarihinin, şehrin müziğine nasıl yansıdığını gözler önüne seriyor. 

Netflix 

Küçük Kadınlar

Beş parmağın beşi bir değil denir ya hani, Louisa May Alcott’un romanından uyarlanan ve Greta Gerwig’in yönettiği “Küçük Kadınlar” da bunu kanıtlar nitelikte bir film. Sanatın ve hayallerin peşinden koşan Jo, sorumluluk sahibi Meg, nazik ve hassas Beth ve hırslı Amy… 19. yüzyıl Amerika’sında dört kız kardeşin hayatını ve birbirleriyle olan güçlü bağlarını anlatan film, birbirinden farklı karakterlere sahip dört kız kardeşin toplumsal hayatta mücadele ettikleri zorlukları konu alıyor. 2019 yapımı film, Greta Gerwig’in kendine özgü anlatımı ve güçlü oyuncu kadrosuyla dikkat çekiyor. Saoirse Ronan, Emma Watson, Florence Pugh, Eliza Scanlen ve Timothée Chalamet gibi isimlerin başarılı performansları, filme ayrı bir derinlik katıyor.

Cennete Bilet

Hukuk fakültesinden avukat olarak mezun olan kızlarını Bali’ye tatile gönderen boşanmış bir çift, kısa bir süre sonra bir e-mail alır. Bu mailde kızları, Amerika’daki hayatını geride bırakıp Bali’de tanıştığı bir gençle evleneceğini söyler ve ebeveynlerini düğününe davet eder. Kızlarını bu hatadan döndürmeye kararlı olan ölümüne kavgalı anne-baba, düğünü sabote etmek için ateşkes imzalamak zorunda kalır. Kendi yaptıkları hataları kızlarının yapmaması için çabalayan çift, Bali’nin eşsiz doğasında müstakbel damatlarının ailesiyle kaynaşırken birbirlerine olan öfkelerinden de zamanla arınır ve keyifli vakit geçirmeye başlarlar. Başrollerini Julia Roberts ve George Clooney’nin paylaştığı Cennete Bilet, Bali’nin eşsiz doğasında izleyiciye keyifli bir soluk aldıracak türden bir komedi. 

Marie Antoinette

“Ekmek yoksa pasta yesinler!” sözüyle tanıdığımız meşhur Fransa kraliçesi Marie Antoinette, belki de Fransız kraliyet tarihinin en önemli figürlerinden biri. Versaille Sarayı’nın sonunu getiren kraliçenin hayatı, 18. Yüzyılın sonlarında Avusturya’dan Fransız kraliçesi olarak getirilmesinden itibaren Soffia Coppola’nın modern yorumuyla izleyiciyle buluşuyor. Kirsten Dunst’ın Marie Antoinette olarak etkileyici performansı, filmdeki tarihsel drama ve kişisel çatışmaları derinleştiriyor. Coppola’nın renkli ve stilize edilmiş anlatım tarzı, dönemin estetiğini çağdaş bir şekilde sunarak izleyiciyi saray yaşamının ayrıntılarına çekiyor. “Marie Antoinette,” hem görsel hem de duygusal açıdan zengin bir deneyim sunarak, tarihin tanınan figürlerinden birinin içsel dünyasına dair yeni bir bakış açısı getiriyor.

Amazon

Oppenheimer

Nazi Almanyası’nın son yıllarında, Einstein’ın öğrencisi olarak tanınan genç bir fizikçi olan J. Robert Oppenheimer’ın hayatı, Manhattan Projesi’yle tamamen değişir. Atom bombasının yaratılmasında kilit rol oynayan Oppenheimer, hem bilim dünyasında hem de kişisel yaşamında derin çatışmalarla karşı karşıya kalır. Başarılı bir bilim insanı olmanın ötesinde, Oppenheimer’ın içsel çatışmaları ve ideolojik mücadeleleri, Christopher Nolan’ın ustaca yönettiği “Oppenheimer” filminde derinlemesine işleniyor. Tarih, bilim ve bireysel sorumluluk temalarını karmaşık bir şekilde harmanlayan Nolan, bu epik biyografide, Cillian Murphy’nin çarpıcı performansıyla izleyiciyi derinden etkiliyor. Geçtiğimiz yıl Barbie filmiyle olan rekabetinde sinema dünyasını kasıp kavuran film, şimdi Amazon’da…

Bir Konuşabilse

Tokyo’da bir otelde, Amerika’dan gelen yaşlı bir aktör olan Bob Harris’in ve genç bir kadın olan Charlotte’un yolları kesişir. Yalnızlık ve kültürel yabancılaşma arasında sıkışmış olan ikili, Tokyo’nun karmaşık atmosferinde birbirlerine destek olurken, kendi içsel dünyalarını da keşfeder. Sofia Coppola’nın yönetmenliğini üstlendiği film, kültürel farklılıklar ve kişisel bağlantılar üzerine derin bir bakış sunuyor. Bill Murray’in Bob Harris rolündeki etkileyici performansı ve Scarlett Johansson’ın Charlotte karakteriyle sunduğu içtenlik, filmdeki duygusal derinliği artırıyor. Coppola’nın ince mizah anlayışı ve özgün sinematografisi, filmi sadece bir yolculuk filmi değil, aynı zamanda modern yalnızlık ve arayış üzerine düşündürücü bir yapıt haline getiriyor. 

Yaralı Yüz

Miami’nin suç dünyasında, genç ve hırslı bir Kübalı göçmen olan Tony Montana’nın yükselişi ve düşüşü, ” Yaralı Yüz” filminde büyük bir dramaya dönüşüyor. Savaş alanlarından uyuşturucu kartellerinin zirvesine kadar uzanan bu yolculukta, Montana’nın şiddet ve güç arayışı, onu hem güçlü hem de yıkıcı bir figür haline getiriyor. Brian De Palma’nın yönettiği bu 1983 yapımı ikonik suç filmi, Al Pacino’nun unutulmaz Tony Montana performansı ile hafızalarda yer ediyor. Montana karakteri, Hollywood filmleriyle herkesin hayallerini süsleyen Amerikan rüyasının karanlık tarafını çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. De Palma’nın dönemine kıyasla yenilikçi çekim tarzı ve yoğun anlatımı, “Yaralı Yüz”ü sadece bir suç filmi değil, aynı zamanda toplumsal ve psikolojik derinliği olan bir yapıt haline getiriyor. 

Blutv

Bars

Orçun Köksal’ın 2022 yapımı “Bars”, Anadolu’nun derinliklerine odaklanan, doğa ve insan ilişkisini keşfeden bir drama. Film, iki zooloğun, nadir ve tehdit altındaki Anadolu parsını bulma çabalarını merkezine alıyor. Başrol oyuncuları, Ege ve Can, doğanın zorluklarıyla mücadele ederken, kendi içsel çatışmalarını da çözmek zorunda kalıyorlar. Ege, geçmişte yaşadığı travmatik bir olayın etkisinden kurtulmaya çalışırken, Can mesleki ve kişisel idealleri arasında denge kurma mücadelesi veriyor. İkili, Anadolu’nun zorlu koşullarında, hem hayvanların izini sürerken hem de kendi hayatlarıyla ilgili önemli keşifler yapıyorlar.

Film, karakterlerin içsel yolculuklarına derinlemesine iniyor ve doğanın büyüklüğü karşısında insanın küçüklüğünü etkileyici bir şekilde yansıtıyor. Anadolu’nun vahşi doğası, Köksal’ın sinematografik bakışıyla eşsiz bir şekilde tasvir ediliyor.  

Kar ve Ayı 

Selcen Ergun’un ilk yönetmenlik denemesi olan “Kar ve Ayı,” Türkiye sinemasında taşra temalı filmler arasında dikkat çekiyor. Başrolünde Merve Dizdar’ın yer aldığı film, genç bir hemşirenin karlar altındaki bir köye atanmasıyla başlayan hikayesini konu alıyor. Atandığı köyde yoğun kar yağışlarına rağmen kış uykusundan uyanıp köylere musallat olan ayı söylentileriyle karşılaşan hemşire, bir yandan yaşam şartlarına ayak uydurmaya çalışırken bir yandan da köydeki farklı toplumsal yapıya adapte olmaya çabalıyor. Derken, bir gece yaşadığı talihsiz bir olay sonucu bir adamın köyde kaybolmasıyla kendini gizemli bir olayın failleri arasında buluyor. 

“Kar ve Ayı,” doğanın insan psikolojisi üzerindeki etkilerini derinlemesine incelerken, iklim krizi gibi küresel bir problemi de gündeme getiren bir yapım. Filmde, yalnızlık, korku ve belirsizlik gibi temalar, doğal çevre ile iç içe geçmiş bir şekilde işleniyor. Bu unsurlar, izleyiciye hem görsel hem de duygusal anlamda etkileyici bir deneyim sunuyor. 

Sen Aydınlatırsın Geceyi

Onur Ünlü’nün yönettiği “Sen Aydınlatırsın Geceyi,” absürt ve fantastik unsurlarla bezeli bir dram olarak dikkat çekiyor. Film, bir  kasabada yaşayan, doğaüstü yeteneklere sahip sıradan insanların hikayelerini anlatıyor. Başroldeki Cemal (Ali Atay), babasıyla birlikte yaşayan ve geçimini bir markette çalışarak sağlayan bir genç. Cemal’in hayatı, kasabadaki diğer sakinler gibi sıradan gözükse de herkesin doğaüstü yetenekleri vardır. Örneğin, Cemal görünmez olabilmekte, diğer bir karakter ise zamanı durdurabilmektedir.

Film, bu karakterlerin sıradan hayatları ve kasabadaki günlük yaşantıları üzerinden, sevgi, yalnızlık, kader ve varoluş gibi temaları işler. Ünlü’nün karakterleri ve onların doğaüstü yetenekleri, izleyiciye farklı bir perspektif sunarak insan doğasını ve toplumsal ilişkileri derinlemesine sorgulatır. “Sen Aydınlatırsın Geceyi,” özgün hikayesi ve sinematografisiyle BluTv’de gösterimde.

 

Önceki Yazı

İnsan olmanın bedeli nedir?

Sonraki Yazı

“Neden tankın duvarlarına vurmadınız?”

Son Yazılar