Japon şairler gibi bir müzisyen de doğaçlamasını ustalıkla ve özgün bir biçimde icra edebilmelidir. Daha doğrusu icracı olmaktan öte doğaçlama yapmasını da bilmeli. Özellikle konservatuvar okumuş müzisyenlerin büyük bir çoğunluğunda doğaçlama yeteneğinin neredeyse hiç olmadığını gördüm. Önüne yazılı bir nota kâğıdı koymayınca hiçbir şey icra edemeyen müzisyenleri tanıdıkça şaşıp kalıyorum. Ben besteler yapıyorum ama bestelerimi kaydederken ya da sahnede icra ederken özellikle ara melodi ve son kısımda elimden geldiğince doğaçlamalar yapmaya gayret ederim. Böylelikle bestemi icra ederken hem sıkılmamış olurum hem de her seferinde yeni melodiler keşfederek yaratıcılığımı arttırmaya çalışırım. Hz. Mevlana; “Her gün gittiğiniz yoldan gitmeyin.” der. Ben de bestemi her çaldığımda belirlediğim temalar üzerinden hareketle, mümkün olduğunca farklı tınılarla sunmaya çalışıyorum.
Müziğin gücü, bilinenin çok ötesindedir. Burada tekrar caza dönmek istiyorum. Caz, bir halkın kendini ifade etme biçimi olarak doğmuştur. Amerika’da siyahi nüfusunun en fazla olduğu yer olan New Orleans’ta ortaya çıkmıştır. Doğuşunda dansın etkili olduğu bir müzik türüdür. Mississippi Nehri’ndeki gemilerde çalan müzisyenler tarafından Amerika’nın içlerine kadar yayılmıştır. Başlangıçta caz, dinleyiciler tarafından hor görülmüştür. Sonrasında ilgi görmeye başlayıp dünyaya yayılmıştır. Müzik, insanın konuşmayan bir canlı olduğu zamanları hatırlatarak söylen(e)meyeni söylememin yolunu açmayı başarır.[1] Cazda da bunu görürüz. Siyahilerin söyleyemediklerini müzik sırasında tamamen doğaçlamalar yaparak o anda söylemesidir caz.
Doğaçlama cazın ana kelimesidir. Doğaçlama yapan müzisyen her zaman yaratıcı ve aynı zamanda yetenekli ve belirli bir müzikal birikime ulaşmış müzisyendir. Türkiye’de sokak müziğinin öncülerinden birisi olan dostum Bizon Murat (Siya Siyabend) ile sohbet ederken bana: “Sokakta hiçbir zaman yazılı ve ezbere bir şey çalmadım. Hep doğaçlama söyledim ve çaldım, tıpkı ozanlar, âşıklar ve abdallar gibi.”[2] demişti. Bu müthiş bir başarıdır bence. Yaratıcı olmaktan da öte bir şeydir.
Eski geleneğimize baktığımız zaman da doğaçlamaya rastlarız. Osmanlı-Türk müziğinde usta-çırak ilişkisine dayalı meşk usulü vardı. Bir bestecinin bestesi mutlak bir şekilde sahiplenilmeden, her icrada yeniden inşaya açık bir biçimde icra edilirdi. Zaten Türk müziğinde gazel ve taksim, doğaçlama müziğin en önemli türleridir. Tanburi Cemil Bey’in taksimleri bunun en güzel örneklerindendir.
[1][Nermin Saybaşılı, Mıknatıs-Ses, Rezonans ve Sanatın Politakası S.79, Metis Yayınları, 2020 İstanbul.]
[2][Sedat Anar, Sokağın Sesleri-Osmanlı’dan Günümüze Sokak Müziği, İletişim Yayınları, 2021 İstanbul.]