… Batı müziğine baktığımız zaman doğaçlamanın kısıtlı olduğunu görürüz. Batı müziğinin yazılı bir halde icra edildiğinden doğaçlamaya açık değildir. Elbette bir bestenin notasının yazılması o bestenin kime ait olduğunu ve kalıcılığını sürdürmesi açısından önemlidir ama nota, Osmanlı-Türk müziğindeki meşk sistemine kısıtlı bir hareket alanı sunmuştur. Bunu vereceğim bir örnekle daha iyi açıklayayım. Severek dinlediğim muhteşem Mevlevi ayinleri besteleyen Ahmed Avni Konuk’a (1868-1938): “Neden nota öğrenmediniz?” diye sorulduğunda “Musiki âdâbım bozulur.” diye cevap verir. Aynı şekilde, dünyaca ünlü gitarist Paco de Lucia da ömrünün sonuna kadar nota öğrenmemiştir. Çünkü notanın yaratıcılığını engelleyeceğini dile getirmiştir.
Batı müziğinde, özellikle klasik batı müziğinde doğaçlama yapılmadığını görürüz. İcracıya kâğıtta yazanı çalmaktan başka iş düşmez klasik müzik orkestralarında. Her şey kurallı, bir kalıba dayalı ve bir o kadar da kusursuz olma çabası içinde icra edilmek zorundadır klasik müzikte. 18. yüzyılda Beethoven’in doğaçlamacı yaklaşımlarla yaptığı bestelerde az da olsa kural dışında çıkıldığını görürüz. Ama bunun öncesinde de doğaçlamanın izlerini görürüz. Derek Bailey “Doğaçlama” kitabında katı klasik müziğinde eğitimin, beraberinde getirdiği yavaş yavaş aşıldığı kuralcı bir yaklaşım olduğunu belirtir. Şöyle bir örnek verir. Mesela bir Hindistanlı müzisyene “Evrenin ritmine göre çal’’ deseniz ne yapacağını hemen anlar ve çalar ama klasik müzik eğitimiyle yetişmiş bir keman sanatçısına böyle bir soru sorduğunuzda bunun ne olduğunu anlayamaz bile. Aklıma Earle Brown’un sözü geliyor. Şöyle diyordu: “Gerçekten de, bazı çok parlak çalgıcılardan bir şeyler hayal etmelerini istediğinizde donup kalıyor.”
Biraz daha eskilere gidelim. Ortaçağa baktığımız zaman Jacques Charpentier’in nota hakkında vermiş olduğu şu bilgiler yardımıma koşuyor hemen: “Orta çağın sonundaki Batılıların müziksel söylemi notasyona dökme çabaları sırasında notasyon, yetenekli, fakat tümüyle kulaktan ve geleneksel bir eğitimi olan icracıya yol göstermek için bir tür steno gibiydi. Bu işaretler uzman bir icracının anlayabileceği kadar belirsiz ama unutma halinde yer bulmaya sağlayacak derecede belirliydi. Bu yüzden söz konusu olan kesin bir notasyondan çok, yazılı sembollerden oluşan belleğe yardımcı bir araçtı. Sonraları hatasız olarak yansıtabilen gerçek notasyona doğru ilerlenebildi.’’
- yüzyılda Calude Debussey, Igor Stravinski ve Schönberg bestelerinde kullanılagelmiş armoninin dışında yeni sesleri müziğe katmışlar. Armoni, ses gürlüğü, ritim ve tını özgürlüğünün kapılarını açmışlardır. Bu kapıdan içeri girip ve klasik batı müziğinde tam anlamıyla doğaçlamayı John Cage ve Edgard Varese’nin müziğinde görürüz.
Günümüze baktığımız zaman klasik batı müziğinde özellikle son dönemde minimalist bestekârlar doğaçlama müzik yapmaya başladı. Örneğin Philip Glass kendi konserlerinde kendi bestelerini icra ederken bazen yanlış notalar çalar ama sonrasında yanlış çaldığı yerden doğaçlamalar yaparak bestesine devam eder. Orkestrası da onu takip eder.