Dolapnâmeler

34 dakikada okunur

Türk edebiyatının önemli bir kısmını teşkil eden dini-tasavvufi halk edebiyatı kayda değer bir sözlü edebiyata sahip olan Türk milletinin boylar halinde İslâm’a girmeleri sonucunda inanışlarının şekil alması ve bu inanışların şiir dili ile vücut bulmasına zemin hazırlamıştır. Özellikle Türk tasavvuf tarihinin bilinen en eski şahsiyeti olan Ahmed Yesevi’nin öğretileri ve hikmetleri, Türk tekke-tasavvuf edebiyatı bir diğer adla Türk dini-tasavvufi halk edebiyatının şekillenmesinde önemli bir yere sahiptir. Türkler, İslâmiyet’i kabul etmeleri ile birlikte Arap ve Fars edebiyatından etkilenmiş, o dillerden çok sayıda sözcük ve edebi türü benimsemiştir. Bu dil ve kültürlerin tesiri altında kalan Türk milleti edebiyatını köklerinden kopmayarak İslâmi bir forma evirmiştir. Zaman içerisinde dini-tasavvufi halk edebiyatı olarak adlandırılan bu edebiyat alanında ilahi, nefes, deme, nutuk, devriye, şathiye vb. türler meydana gelmiştir. Bununla birlikte Türk edebiyatında çokça görülmemekle birlikte önemli bir yer tutan “dolapnâme” türü Allah aşkının terennümünü ifade eden sorulu-cevaplı yazılan manzum eserler olarak tanımlanmaktadır. Dolap; Farsçadan Türkçeye geçmiş bir sözcüktür ve dilimizde birden fazla anlamda kullanıldığını görmekteyiz. Birincisi ve gerçek anlamıyla dolap; kuyudan su çıkarıp bahçeleri sulamaya yarayan döner makine, her türlü dönen çark, çıkrık anlamlarına gelmektedir. Bir diğer anlamı da içinde eşya muhafaza etmeye yarayan raflı ve kanatlı yerdir. Buraya kadar belirttiğimiz iki anlam dolap sözcüğünün gerçek anlamlarıdır. Ayrıca mecaz anlamlı bir şekilde; hile, desise, dubara anlamı da bulunmaktadır. Klasik edebiyatımızda ise dolap, kuyudan su çeken alet manasıyla kullanılmıştır. Son olarak ve bizim meselemize konu olarak da “âşık döktüğü gözyaşlarıyla dönüp dururken bir dolabı andırır. Gönül ise inlemesi dolayısıyla, su çekerken ses çıkaran dolaba benzetilmiştir.” Bir rivayete göre Şam bölgesinde bulunan Asi Nehrinde efsanevi bir dolap vardır ve bu dolap her dönüşünde “Ya Muhammed” diyerek inlemekte ve zikretmektedir. Bu zakir dolabın tekke-tasavvuf şairlerine ilham olduğu bilinmektedir. Türk edebiyatında çokça örneği olmayan bu türün bilinen en iyi iki örneğinden biri Alevî-Bektaşî edebiyatının kurucusu olarak kabul edilen mutasavvıf şair Kaygusuz Abdal’a diğeri de Anadolu’da Türkçe şiirin öncüsü sayılan ve mutasavvıf Âşık Yunus’a aittir. Âşık Yunus’un şiirindeki dolap inleyen bir dolaptır. Şiirin ilk mısrası “Dolap niçin inilersin?” sorusu ile başlar. Cevap olarak dert sahibi olması sebebiyle ağladığını ifade eder. Bu derdin ileriki mısralarda ayrılık derdi olduğunu görmekteyiz. Bu durumun bir benzerinin Mevlâna Celâleddin-i Rumi’nin Mesnevi’sinin ilk 18 beytinde de olduğunu görmekteyiz. Orada da bir kamışın vatanından koparılma hikâyesi var. Burada da benzer bir durum var. Dolap derdi sebebiyle inlerken aynı zamanda Allah’a duacıdır. Şiirin bir başka bölümünde ise “Ben Mevla’ya âşık oldum” diyerek derdinin temelindeki derdi ifade etmektedir dolap. Yani dolap, Allah’a kavuşma hasretinden yanıp tutuşmaktadır. Dolabın gerçek anlamda su ile dönen bir yapısı olduğu için şiirde suyun yerini tutan ise hakikat suyudur. Şiirde göze çarpan en önemli özelliklerinden biri de “Sordum Sarı Çiçeğe” şiirinde olduğu gibi soru-cevap olmasıdır. Kaygusuz Abdal, bir hac dönüşü ziyaret ettiği Şam civarında bulunan “dolâb-ı Muhammedî”den etkilenerek Dolapnâme’sini yazmıştır. Kaygusuz Abdal’ı Yunus Emre’den ayıran en önemli özelliği Anadolu’da Alevi-Bektaşi edebiyatının ilk temsilcilerinden biri olmasıdır. Yukarıda bahsettiğimiz Asi Nehri’nin üzerindeki dolabın bir menâkıbnameden mülhem bir kıssaya dayandırır. Şiirde bir dolabın başından geçenler Âşık Yunus’un şiirinde olduğu gibi soru-cevap yöntemiyle anlatılmaktadır. Şiirde su motifi birçok farklı sözcükle çağrıştırılmaktadır. Dolaba hitap ile ağacın başından geçenleri tasavvufi görüşle anlatmaktır. Bu vesile ile Büyüyen Ay Yayınlarından çıkan, Türkan Alvan imzalı, yeni dolab-nâme şiirleri içeren, Türk edebiyatında dolab-nâme hakkında yapılan ilk çalışma sayılan “Benim Adım Dertli Dolap & Türk Edebiyatında Dolab-Name” kitabını okumanızı tavsiye eder, iyi okumalar dilerim.

Önerdiklerim

Çanakkale Mahşeri / Mehmed Niyazi / Ötüken

Çanakkale Mahşeri; “cihânın yedi iklîminden” Türk’ün aziz topraklarına “kaynayan bir kum gibi” sökün edip gelmiş, Türk’ü tarihten ve hatta beşeriyet hafızasından söküp atmaya ahdetmiş düşman karşısında, Türk’ün “göğsündeki kat kat îmanla” ve kanının her damlasıyla verdiği cevabın destanıdır. Çanakkale Mahşeri; asırlardır Anadolu coğrafyasında çalınan mayanın bozulmayacağının, en sağlam istihkâmın vatanını nâmûs bilenlerin pâk yürekleri olduğunun, “rükû” haricinde cihâna nizam vermiş başların asla eğilmeyeceğinin destanıdır.   Mehmed Niyazi’nin 1998 yılında yayınlandığı ilk günden bu yana büyük bir ilgiyle okunan romanı, Çanakkale muharebelerinin en gerçekçi anlatıldığı eserlerin başında geliyor. Bir muharebede tek bir neferin bile ne kadar önemli olduğu malumdur. Çanakkale Mahşeri romanını da, bu hakikatin âdeta bir tezahürü olarak kaleme alan Mehmed Niyazi, Çanakkale siperlerindeki en üst rütbelilerden en düşük rütbelilere kadar bizleri sayısız kahramanın dünyasında gezdirir. Çanakkale Mahşeri’nin kahramanları öyle bir rûh iklîminin insanlarıdır ki, efsanelerde anlatılanlardan daha efsanevî, tarih kitaplarında anlatılanlardan ise daha gerçektirler.

Miguel de Cervantes Saavedra’nın kült romanı La Manchalı Yaratıcı Asilzade Don Quijote, yayımlandığından beri dünyanın en çok okunan kitaplarından biri olmayı sürdürüyor.

Kadim Türklerin Mitolojik Hikâyeleri / Fuzuli Bayat / Ötüken

Fuzuli Bayat, Kadim Türklerin Mitolojik Hikâyeleri adlı bu eserinde; değerlerimizin bir parçası olan Türk mitlerini bir araya getirerek bu mitlerin yalnızca şifahî kültürümüzün bir ürünü olarak değil, aynı zamanda yazılı bir mitoloji olarak da muhafaza edilmesine katkı sağlamıştır. Kadim Türklerin mitolojik hikâyeleri yazılı hale getirilip muhafaza edildikçe, cemiyetimizin fertleriyle bütünleşip onların zihin dünyasında yer edindikçe ve nesilden nesile aktarıldıkça, Türk kültürünü zenginleştiren değerler arasında çok daha kuvvetli olarak yer alacaktır. Tarihî ve coğrafî alanı oldukça geniş olan Türk mitolojisi, Türklerin tarihleri boyunca temas ettikleri toplumların mitolojilerinde de göz ardı edilemeyecek mühim bir fonksiyona sahip olmuştur. Fuzuli Bayat’ın da ifade ettiği gibi; “Mitosları sözlü kültürde yaşatıp bugün tarih sahnesinde olmayan halklar, onların gerçek sahipleri değillerdir. Bu mitlerin sahipleri, onu yazıya aktarıp sonraki kuşaklara miras bırakanlardır.” Prof. Dr. Fuzuli Bayat 18 Haziran 2005 tarihinde Hüseyin Gazi Kültür ve Sanat Vakfı tarafında Türk Kültür ve Bilimine Hizmet Ödülü; 06 Mayıs 2006 yılında ise Bilimsel Yayın Birinciliğine Göre Türk Ocakları Genel Müdürlüğü tarafından Prof. Dr. Osman Turan Başarı Ödülü almıştır.

Türklerin Tarihi / Jean Paul Roux / Kabalcı

Kuzey ormanlarından çıkıp geldiler, cesur, dağınık, marifetli ve henüz yolun başındaydılar. Önce bozkıra, sonra Çin içlerine ve sonra da sonu başı belli olmayan bir sel gibi garba doğru yayıldılar… Türkler adıyla tarihe geçen bu boylar, aileler ve kavimler bütünü batılıların gözüyle çoğunlukla barbarlığın simgesi olsalar da Orta Asya’nın yüksek uygarlıklarından birini ve bazen küçük devletlerinin bazen de devasa imparatorluklarının sınırları dâhilinde kültürler arası barışı ve huzuru tesis ettiler. Bazen memluk, bazen efendi ve bazen de birbirlerinin en amansız düşmanıydılar. O en baştan beri inandıkları dinlerinden hiç vazgeçtiler mi, ne kadar Budist ne kadar Hıristiyan ne kadar Yahudi ve ne kadar Müslüman oldular? Tüm bu yüzyıllar boyunca tek arzuları, tüm o savaşlar, yağmalar, fetihler, din değiştirmeler ve sergilenen bilgelikler sadece barışa ve huzura kavuşmak için miydi? Altay Türklerinde Ölüm, Orta Asya’da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, Moğol İmparatorluğu Tarihi, Orta Asya: Tarih ve Uygarlık, Türklerin ve Moğolların Eski Dini’nden sonra ünlü Türkolog Jean-Paul Roux sizi 2000 yıllık tarih içinde bir yolculuğa, bildiğinizi sandığınız ya da hiçbir fikriniz olmayan olaylara, insanlara ve inançlara tanıklık etmeye davet ediyor.

La Manchalı Yaratıcı Asilzade Don Quijote / Miguel de Cervantes Saavedra / Alfa

Miguel de Cervantes Saavedra’nın kült romanı “La Manchalı Yaratıcı Asilzade Don Quijote”, yayımlandığından beri dünyanın en çok okunan kitaplarından biri olmayı sürdürüyor. Bu klasik eseri Banu Karakaş’ın Cervantes Enstitüsünün hazırladığı İspanyolca edisyondan yaptığı yeni çeviriyle okuyucuya sunuyoruz. “Bana klasikleri, Don Kişot’u tanıtan Arif Dino’ydu. Arif Dino, ünlü ressam Abidin Dino’nun ağabeyiydi. Bana klasiklerden yüzden fazla kitap hediye etti. Eve götürüp paketi açınca üç tane Don Kişot’la karşılaştım. İkisini aldım, bir yanlışlık olmuştur diye Arif Dino’ya götürdüm. Fazla olmuş, bir yanlışlık var, dedim. Arif Dino, yanlışlık değil, dedi. Ömrünün sonuna kadar durmadan bu kitabı okuyasın diye sana üç tane aldım, dedi. Yani Don Kişot’larımı gerisin geriye eve götürdüm.”  –Yaşar Kemal “Shakespeare’in kahramanı Claudius, gerçekliğin yalan olmasını ister. Don Quijote ise hayali gerçeğe dönüştürme çabası içindedir. Düşün gerçekle özdeşleşmesi, Hamlet’i gerçekliğe gönderir ve gerçeklikten de ölüme tabii ki; Hamlet ölümün elçisidir, ölümden gelir ve ölüme döner. Düşselin düşselle özdeşleşmesi, Don Quijote’yi okumaya gönderir. Don Quijote okumadan gelir ve okumaya döner. Don Quijote okumanın elçisidir.” –Carlos Fuentes

Yeni Çıkanlar

Ressamın İsyanı / Gündüz Vassaf / Everest

16. yüzyıl resmine yeni bir yön vererek sanat tarihine damgasını vuran Caravaggio’dan yola çıkan bir arayış ve aşk hikâyesi. Romanın ana karakteri, “Azize Lucia’nın Gömülüşü” resmiyle büyülenir ve kendini Caravaggio’nun hayat hikâyesine kaptırır;  ülke ülke,  tablo tablo gezerek yanıtların peşine düşer: Biyografisini yazanların hayatını magazinleştirmesi, her anlamda devrimciliğinin görmezden gelinmesi içinde büyük bir öfke uyandırır. Üstelik Caravaggio’nun ölümü de yaşamı gibi büyük bir sır perdesinin arkasındadır: Girdiği düello, İtalya içinde kaçışı, nihayet ortadan kayboluşu – resmi açıklamalardaki çelişkiler bir şeylerin örtbas edildiğini göstermektedir. Caravaggio ile takıntılı bir ilişki kuran ana karakter, aslında onun tabloları üzerinden kendi hayatının izini sürmekte, onun ölümüyle ilgili gizemi tutkuyla çözmeye çalışırken, kendi ölümlülüğünden kaçmanın bir yolunu aramaktadır. Bu esnada Caravaggio’yla kurduğu bağ, yeni bir aşk öznesiyle sınanır: Kanlı canlı bir şekilde karşısında olmasına rağmen, Lara da yüzyıllar önce kaybolan ressam kadar gizemlidir…

“Oyun Kimin?” oyunu yeniden keşfetmemizi, farkına varmasak bile oyunun hayatımızda kapladığı alanı, oyunlar ve çocuklar hakkındaki yanlış düşüncelerimizi ve en önemlisi dijitalleşme çağında oyunun önemini ve bu mecradaki varlığımızı sorgulatıyor.

Sezai Karakoç’la İnci Dakikaları / Olgun Gündüz / Kadim

 İnci Dakikaları, Sezai Karakoç şiirinin zarafetini, muhtevası ile birlikte isminde taşıyan bir şiir olarak dikkat çeker. Bu şiir, bilinci bir süreliğine de olsa gündelik yaşamın rutininden çıkarıp şiirin inceliğine ve oradaki geniş zamanın aşkınlığına davet eder. Bu kitapta bir araya getirilen metinler, şiirle geçirilen sürenin kazandırdığı zenginlikler gibi düşünülebilir. Sezai Karakoç’la İnci Dakikaları, Onun şiiri ve düşüncesi üzerine poetik bir düş ve düşünce yolculuğu kabul edilebilir. Bu yolculukta, şairin şiir, düşünce, medeniyet, diriliş gibi kavramları üzerinden giderek ortaya koyduğu eserlerin bütünlüklü bir değerlendirmesini bulmak mümkündür. Muhtelif zamanlarda kaleme alınmış birbirinden değerli bu metinler, Sezai Karakoç şiirini tanımak ve Onun düşünce dünyasını keşfetmek açısından bir imkân sunmaktadır. Bu kitabın, şairin İnci Dakikaları şiirinde üstüne titrediğini söylediği güzel ve yeninin tanınmasına vesile olmasını ve onun dünyasına kapı aralamasını temenni ediyoruz. İnci Dakikaları şiirinin eşsiz güzelliği ile Sezai Karakoç’u bir kez daha saygıyla selamlıyoruz.

 

 

Oyun Kimin? Çocuk ve Oyuna Dair Toplumsal Bir Yüzleşme / İz

“Her yer beton oldu, sokaklarda oyun oynayan çocuklar kalmadı.” “Şimdiki çocuklar hep bilgisayar başında, sokağa çıkıp oyun oynamıyorlar.” “Bizim zamanımızdaki oyunlar nerede?” Bu sözlerden en az birini işittiyseniz ya da söylediyseniz, Oyun Kimin? kitabı, sizin için yazılmış demektir. Erol Erdoğan, bu kitabıyla oyun hakkındaki ezber bilgilerimiz ve yanılgılarımız üzerine düşünmemizi sağlıyor. “Oyun Kimin?” oyunu yeniden keşfetmemizi, farkına varmasak bile oyunun hayatımızda kapladığı alanı, oyunlar ve çocuklar hakkındaki yanlış düşüncelerimizi ve en önemlisi dijitalleşme çağında oyunun önemini ve bu mecradaki varlığımızı sorgulatıyor. Bunu yaparken de hayatın içinden, çoğunda “aynı benim çocukluğumdaki gibi” diyeceğimiz ve bizi çocukluğumuza götürecek oyunlar ve anılara başvuruyor. İnsan Mevsimi, Oruç Mevsimi, Çocuk Oyunları, Oyun Sözü, Günbegün, Saklambosi, N’apsak Bu Gençleri?  kitapları ve Oyun Sözü adlı 10 bölümden oluşan belgeseli bulunmaktadır. Ama son kitabı “Oyun Kimin” oldukça ilgi çekici.

 

İstanbul & Hayalden Gerçeğe Sözden Yazıya / Neşe Mesutoğlu / Pozitif

İstanbul’u sevmekle başladı her şey… Bu sevgiyle yaşayan otuz dört kişinin yüzlerce anısını gün ışığına çıkarma arzusu ile devam etti. Onların şahitliklerinin izinde şehrin dokusunu, tadını, kokusunu, sesini, yapısını, insanını, yemeğini, suyunu, havasını tanıtma ve anlatma yolunda bir serüven başlamış oldu. Bu serüvene eşlik etmek isteyenler bu kitapta; Ahmet Ümit’in “İstanbul’u Savunma Derneği” hayalini, İlber Ortaylı ile Kerem Görsev’in “zaman makinesinde İstanbul’u dolaşma” isteğini, Çetin Altan’ın “2112 yılı İstanbul’unu, Ara Güler’in kendisini “İstanbul’un simgesi” ilan edişini, Ediz Hun’un “eski Yeşilçam filmlerindeki mekânları” anlatışını, Anjelika Akbar’ın “İstanbul’un sesi”ni yorumlayışını, Ayhan Sicimoğlu’nun “büyük İstanbul otoparkı” projesini, Artun Ünsal ve Mehmet Yaşin’in “İstanbul’un unutulmaz lezzetleri peşinde, mekânlar” ile ilgili tüyolarını, Aydın Boysan’ın “İstanbul ve balık” hakkındaki engin bilgisini, Emre Kongar’ın kızlarına “İstanbul’da güvenli seyahat” hakkındaki tavsiyelerini bulacaklardır. 

 

 

 

Prof. Dr. Mehmet Güneş’ten Tavsiyeler

“Sabahattin Ali’nin Eserlerinin Kaynakları”, “Servet-i Fünun’dan Cumhuriyet’e Türk Edebiyatında Manzum Hikâye” ve “Şehre Yansıyan Medeniyet Edebiyata Yansıyan Şehir” eserlerinin yazarı Prof. Dr. Mehmet Güneş’e “Hangi kitapları okuyalım?” diye sordum. İşte aldığım cevaplar:

Kendi Gök Kubbemiz / Yahya Kemal Beyatlı / İstanbul Fetih Cemiyeti

Yahya Kemal, en güzel şiirlerini 20. yüzyılda yazmıştır. Bu bakımdan da Türk şiirine güçlü bir ses ve soluk getirmiştir. Ona göre şiir, her şeyden önce dil, istif ve ahenktir. Yahya Kemal şiirlerinde tarihimizi, musikimizi, değerlerimizi, bütün kültür varlıklarımızı, medeniyetimizi ideolojiye bulamadan en güzel şekilde ve sanat olarak işlemiştir. Kendi Gök Kubbemiz, yaşadığı ana ruhunu yansıtan bir milletin yeri ve göğüyle bütün bir dünyanın terennümüdür. Bu dünyada “Süleymaniye’de Bayram Sabahı”, rindlik, ufuk, aşk, musiki, “Erenköyü’nde Bahar” ve vatan vardır. İstanbul’un fethinin bize kazandırdığı “Mihriyâr” salınarak Boğaziçi’nde dolaşır. Onun şiirleriyle geçmiş, içimizde yaşar. Biz, atalarla buluşur ve geleceğe kanat açarız. Yahya Kemal bize, geçmişi günden ve gelecekten ayırmadan onunla iç içe sunar. Bu sunuşta beşerî zaaflardan çok insanî değerler öne çıkar. Gönlüm, dilim, kanım ve mizacımla sizdenim Dünya ve ahirette vatandaşlarım benim.

Dostoyevski’nin, Rus gerçekçilerini kast ederek: “Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık,” dediği rivayet edilir.

Öteki / Fyodor Mihailoviç Dostoyevski / İletişim

Edebi kariyeri boyunca Dostoyevski’nin zihnini meşgul eden Öteki, yazarın çok genç yaşta kaleme aldığı ikinci romanıdır. İlk romanı “İnsancıklar”la büyük övgüler alan ve ünlenen Dostoyevski’yi hemen ardından yayımladığı Öteki ile çok sert eleştiriler bekliyordu. Ancak Dostoyevski, romanın büyük önemine olan inancını korumayı hep sürdürdü, üzerinde tekrar çalışarak değişiklikler yaptı ve tefrika edildikten tam 20 yıl sonra 1866’da yeniden yayımladı. St. Petersburg’da devlet memuru olarak çalışan Jakov Petroviç Golyadkin’in bir sabah iş yerinde kendisinin görünüşte tıpatıp aynısı olan “öteki” Golyadkin ile karşılaşması ile gelişen olayların anlatıldığı bir psikolojik gerilim öyküsü olan “Öteki”, başta Kafka ve Sartre olmak üzere modern edebiyatı büyük ölçüde etkilemiştir. “ [Öteki] İlk önce benim keşfettiğim ve ortaya koyduğum en büyük, en önemli tip.” Dostoyevski, 1859. “Edebiyata bu fikirden daha ciddi bir katkım olmadı.” Dostoyevski, 1877. 

Palto / Nikolay Vasilievich Gogol / Can

Rus gerçekçiliğinin öncüsü Gogol, monarşinin hüküm sürdüğü çarlık döneminde kaleme aldığı öykü derlemesi Petersburg Öyküleri içinde yer alan “Palto”yla edebiyata “küçük adam”ı dâhil etti. Sıradan bir kalem memuru olan Akakiy Akakiyeviç’i sırtında yeni paltosuyla sokaklara salınca, karakterin hayatın gerçeğinden kaynaklanan ıstırabı feodalizmin merkezindeki bürokratik aygıtı öylesine korkuttu ki Gogol Rus insanını aşağılamakla, halkına ihanetle suçlandı. Gogol’ün hiciv dolu yaklaşımıyla, görmezden gelinen, horlanan sessiz yığının içinden sıradan bir insanın umutsuz mücadelesini  anlattığı öykü, Dostoyevski’den Tolstoy’a, Turgenyev’den Çehov’a bütün bir Rus edebiyatını şekillendirdi. “Yaratıcı bir okur verin bana. Palto onun için.” Vladimir Nabokov. Dostoyevski’nin, Rus gerçekçilerini kast ederek: “Hepimiz Gogol’ün Palto’sundan çıktık,” dediği rivayet edilir. Gogol’ün mizahı; Rus edebiyatında Dostoyevski’nin acıya olan derin bağlılığı ve Tolstoy’un kusursuzluğuyla devam etmiştir. “Palto” hikâyesindeki mizah, ızdırabın kendisinden ve hayatın gerçeğinden geliyor.

Yabancı / Albert Camus / Can

Başkalarından daha erken ölecektim, orası aşikârdı. Ama herkesin bildiği gibi, hayat yaşamaya değmez. Meursault, annesinin öldüğünü öğrendiği gün cenazeye katılmak üzere yola çıkar, hava çok sıcaktır. Gün boyu hissettikleri dış dünyaya ait uyarıcılardan öteye geçmez; sıcak, ışık onu rahatsız eder, dikkati kendi bedeni üzerindedir. Herkes ondan bir oğul olarak duygusal bir tepki beklerken o duyusal dünyaya dikkat kesilmiştir. Halbuki onun kayıtsızlığı, sadece annesinin ölümüyle ilgili değildir. Birkaç gün sonra ıssız bir kumsalda yürürken, onu telafi edilmez bir eylemde bulunmaya sevk edecek olan da aynı kayıtsızlıktır. Meursault, anlamın olmadığı yerde bir anlam varmış gibi davranmayı reddeder, “Yabancı”nın çıkış noktasını oluşturan da budur. Camus, saçma felsefesinin temel unsurlarını Meursault’da bir araya getirerek, toplumsal düzenle bireyin özgürlüğü arasındaki açmazı, kişinin kendine ve topluma karşı yabancılaşmasını açığa vuran kült bir roman ortaya koyar. “Camus’nün karamsarlığı kabulleniş değil, tam aksine bir eylem hatta isyan çağrısıdır. Romanı bitirdikten sonra Meursault’ya karşı karışık hisler beslesek de dünyanın iyi bir yer olmadığına ve değişmesi gerektiğine inanırız.” Mario Vargas Llosa

Önceki Yazı

Çok talep bol etkinlik

Sonraki Yazı

Dijital platformlarda kılıçlar çekildi

Son Yazılar

“Afgan Kızı” İstanbul’da

İstanbul Sinema Müzesi Stanley Kubrick sergisi sonrasında iddialı sergilerine Steve McCurry’nin fotoğraflarından oluşan “Fotoğrafçı” sergisiyle devam