En hayırsever zarafet abideleri

21 dakikada okunur

Dünyanın öbür ucunda açılan bir sergi, bizlere geçmişimizi, değerlerimizi, mirasımızı nasıl biliyor ve nasıl gösteriyoruz sorusunu sordurdu. Sonrasında ise belki bazen geride kalan belli önyargılara kurban giden hanım sultanları işin uzmanlarına soralım istedik. Osmanlı’nın Hanım Sultanları’nın vakıf hizmetlerini, yaptırdıkları eserlerle öne çıktıkları İstanbul güzergahlarını tarihçi-yazar İbrahim Akkurt, Recep Kankal ve akademisyen Metin Çatalkaya Litros Sanat’a anlattı.

Üsküdar Belediyesi, New York Başkonsolosluğu ev sahipliğinde Türk Evi’nde “Hanım Sultanlar Sergisi” açmış. Muazzam bir incelik, gerçekten gurur verici bir iş olduğunu düşünüyorum. Ancak “Kendi topraklarımız dışında ilk kez Hanım Sultanlar Sergisi açıldı.” haberini okuduğumda biraz şaşırdım açıkçası. Dünya tarihini şekillendiren medeniyetimize büyük hizmetleri olan bu abidevi şahsiyetleri tanımak ve tanıtmak noktasında daha büyük gayret içerisinde olmamız gerekirdi.
Yardımlaşma duygusunun insanlık tarihi kadar eski olduğu bilinen bir gerçektir. “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olan, malın en hayırlısı Allah yolunda harcanan, vakfın en hayırlısı da insanların en çok duydukları ihtiyacı karşılayandır.” düsturuyla hareket eden büyüklerimiz adeta birbirleriyle yarış halindeymiş gibi toplumun ihtiyaçlarını karşılamak adına çok sayıda vakıf eseri kurmuştur. Bu vakıf eserleri sadece erkekler tarafından değil, büyük bir kısmı hanım sultanlar tarafından yapılmıştır. Tarihe baktığımızda; özellikle Osmanlı toplumunda kadınların kurmuş oldukları vakıflarla sosyal hayatın her alanında varlıklarını hissettirmiş olduklarını görmekteyiz. Birçoğu hala hizmete devam eden camiler, okullar, hamamlar, çeşmeler, konaklar, kervansaraylar, hastaneler, kütüphaneler, aşevleri ve sayamadığımız birçok vakıf eserini bunlara örnek olarak verebiliriz.
Osmanlı’nın sınırlarının ulaştığı ulaşmadığı birçok yere, kısacası gönül coğrafyamıza birçok hizmeti bulunan özellikle ülkemizi “Vakıf Cenneti” haline getiren hanım sultanlar hakkında birçok çalışmaya imza atan tarihçiler konuyu farklı yönleriyle ele aldılar.

İbrahim Akkurt (Tarihçi – Yazar)
Üsküdar’ın Hanım Sultanları ve eserleri

Kız Kulesi’nden Çamlıca Tepesi’ne, camilerinden tekkelerine, önemli şahsiyetlerinden korularına, adına romanlar şiirler yazılan Üsküdar’a en fazla yakışan unvan ise “Hanım Sultanlar Şehri” olmuştur. Karşımıza ilk olarak Kanuni Sultan Süleyman’ın biricik kızı, ay ile güneş kadar güzel olarak vasıflandırılan Mihrimah Sultan’ın, Üsküdar İskelesi’nin hemen önünde yer alan külliyesi çıkıyor. 1540-47 yılları arasında Mimar Sinan’a yaptırılan külliyede; camii, medrese, sıbyan mektebi ve hazire yer almaktadır. Külliyenin tabhanesi, imareti ve han’ı maalesef günümüze ulaşamamıştır. Mihrimah Sultan Camii’yi, diğer camilerden özel kılan bir özelliği de vardır. Bu özellik; Osmanlı mimarlık tarihinde padişah hariç, hanedan mensupları adına yapılan bir camide ilk kez iki minareli yapılmasıdır. Normal şartlarda tek minareli olarak yapılması gereken cami, Mihrimah Sultan’ın babası Kanuni’den aldığı imtiyazla iki minareli inşa edilmiştir. Üsküdar’da Kanuni devrine ait bir diğer hanım sultan eseri de Eski Mahkeme arkası sokağında yer alan Kanuni Sultan Süleyman’ın cariyelerinden Gülfem Hatun’un yaptırdığı camidir. 1561 yılında şehid olan bâniyesi Gülfem Hatun’un kabri de 1540 tarihinde yapılan şirin caminin bahçesinde yer almaktadır. Gülfem Hatun, Üsküdar’da yer alan bu şirin caminin masraflarını karşılaması için de Manisa’da 30 tane dükkân vakfetmiştir.
En ihtişamlı Hanım Sultan Külliyesi
Üsküdar’ın, Anadolu Yakası’nın ve hatta Osmanlı Hanım Sultanlarının yaptırdığı külliyeler içerisinde en ihtişamlısına geçiyoruz. Sultan İkinci Selim’in eşi, Sultan Üçüncü Murad’ın da annesi olan Nurbanu Sultan adına 1583 tarihinde Mimar Sinan’a yaptırılan külliye bulunduğu semte ismini vermiştir. Üsküdar’da ilk yapılan Valide Sultan Camisi olmasından ve kendisinden sonra Üçüncü Ahmed’in annesi adına külliye yaptırmasından dolayı Valide-i Âtik (Eski) Sultan Külliyesi olarak geçmektedir. Cami, medrese, darülhadis, mekteb, imaret, tabhane ve zaviyesiyle geniş bir yapılar topluluğu olan külliye, Üsküdar’a hakim bir noktada, Üsküdar’ın hanım sultanlar tarafından yaptırılan en ihtişamlı yapısı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sultan Dördüncü Murad ve Sultan İbrahim’in annesi olan Mahpeyker Kösem Valide Sultan’ın yaptırdığı Çinili Camii’ye nazar ediyoruz. Nuhkuyusu semtinde bulunan şirin ve küçük cami, Eski ve Yeni Valide Sultan Camileri arasında bulunmasından dolayı kimi kaynaklarda Orta Valide Camii olarak isimlendirilmiştir. 1641 yılında Mimar Kasım Ağa’ya yaptırılan cami, içindeki enfes çinilerden dolayı Çinili Camii olarak bilinmektedir. Klasik Türk Çini sanatının son örneklerinin yer aldığı cami haricinde medrese, sebil, su havuzu ve hamamdan oluşan bir külliyedir.
Nurbanu Valide Sultan adına yapılan külliyeden sonra Sultan Üçüncü Ahmed’in annesi Gülnuş Emetullah Rabia Valide Sultan için yaptırdığı yapı Valide-i Cedid (yeni) Camii olarak isimlendirilmiştir. Dikkatlice incelendiğinde Valide Sultan’ın isimlerinin her biri ayrı bir mesaj içermektedir. Gülnüş ismi; yüzünün güzelliğinden gül içmiş, Emetullah; el işinde maharetli olmasından, Rabia ismi ise; aslen Giritli olan ve Girit’in fethi sonrası getirilen esirlerden dördüncü kişi olmasından dolayı verilmiştir. 1711 yılında Üsküdar Meydanı’nda yaptırılan; Cami, imaret, türbe, sebil, muvakkithane, çeşme, çarşı, bedesten ve hünkâr kasrından oluşan külliyenin Mimarı Kayserili Mehmed Ağa’dır. Kuş evlerinin çevrelediği caminin en zarif özelliği ise; Hattat olan Sultan Üçüncü Ahmed’in bizzat kendi eliyle yazıp camiye hediye ettiği ve camiden girişte sağ üst kısımda yer alan “El-cennetü tahte akdâmi’l ümmühat – Cennet annelerin ayakları altındadır” yazılı hadis-i şerif levhasıdır.
Üsküdar, İstanbul ve Osmanlı coğrafyasının dört bir köşesinde yolculuğa çıktığımızda yukarıda örneklerini verdiğimiz eserlerin kat be kat fazlasıyla karşılaşacağımızı göreceğiz.

Recep Kankal (Tarihçi – Yazar)
Hayırsever bir sultan: Bedrifelek Başkadınefendi

Osmanlı padişahlarının eşleri saraya kapanmış ve haremden çıkmayan, dünyayla irtibatını kesmiş kadınlar değildir. Sarayda bulundukları halde sosyal hayatı da takip eden ve yardımlar yaparak insanlığa hizmet etmeyi şiar edinen kimselerdi. Padişah eşleri birçok hayra öncü olmuştur ve kimi zaman bir hastanenin yapımında kimi zaman da bir çeşmenin ihyasında onların isminin yer aldığı kitabeleri görmüşüzdür. Gerek İstanbul’da gerekse Anadolu’da bu hanım sultanların öncülüğünü yaptığı eserler; halen dahi insanların hayrı için kullanılmakta ve bir köşe başında kendini göstermektedir. Din-i Mübin-i İslam’a hizmetlerinin yanı sıra birçok hayra öncü olan, yetimlere, gariplere kucak açan müşfik Sultan II. Abdülhamid Han tıpkı kendisi gibi, tahta çıktığında ikinci kadınefendi olan Bedrifelek Hanım da hayır yolunda ismini rahmetle andığımız hanım sultanlardan biriydi. Sultan’ın ilk eşi Nazikeda’nın vefatının ardından başkadınefendiliğe yükselen Bedrifelek Hanım, II. Abdülhamid’in ilk oğlu Şehzade Mehmet Selim Efendi’nin annesiydi. Osmanlı hanım sultanları arasında ismi pek öne çıkmasa da yaptığı hayır eserleri ve ihyaları günümüzde de varlığını korumaktadır. Padişahın diğer kadınlarına nispeten uysallığı ile tanınan Bedrifelek Hanım tekke, türbe ve çeşitli müesseselere yardımda bulunmuştu. Bugün Kızılay olarak bildiğimiz Hilâl-i Ahmer Cemiyeti’ne nakdî olarak bağış yapanlardan biri de Bedrifelek Hanım idi. Fatih’te yer alan Cerrahi Tekkesi’nin 17. postnişini Şeyh Mehmed Rızaeddin Yaşar Efendi’ye mensup olan Bedrifelek Hanım tekkenin de bir takım eksikliklerine yardımda bulunmuştur. Osmanlı döneminin sonlarında bazı onarımlar da gören Nureddin Cerrahi Tekkesi’nin 1909 senesinde tevhidhane bölümünün bazı tamirlerini üstlenen Bedrifelek Hanım, tekkenin zeminini keçe ile kaplattırmıştır. Bununla beraber tekkenin müdavimi olan dervişlere de Bayezid İmareti’nden olmak üzere günde sekiz çift fodla ekmeği tahsis edilmesini sağlamıştır. Hayır yolundaki bu örnek işlere bir çeşmenin ihyası ile taçlandırmıştır. Gebze’de yer alan ve adına halk arasında Körük Çeşmesi denilen yapı günümüze kadar ulaşmasa da kitabesi varlığını korumaktadır. 1900 (Hicri 1318) senesinde tamir edildiği yazılı çeşmenin bulunduğu konum, Osmanlı döneminde bir hac yolu güzergâhı olan Bağdat Caddesi üzerinde yer almaktadır. Ressam Hoca Ali Rıza’nın bir Gebze ziyareti sırasında çizdiği çeşmenin üzerine onun hayrı olduğunu yazmış ve bugün Bedrifelek Hanım’ın İstanbul dışına uzanan eserlerine dair önemli bir iz bırakmıştır. Muhtemeldir ki Bedrifelek Hanım hem buradan geçen hacıların hem de bölge halkının istifadesine medar olacak Körük adlı çeşmeyi tekrardan tamir ettirmek istemiştir. Böyle güzel işlere öncü eden Bedrifelek Hanım bugün Yahya Efendi Dergâhı haziresinde yatmaktadır. Demir parmaklıklar çevrili olan mezarının başında, üzeri Türkçe olarak yazılı bir levha yer alır. 1924’te Osmanlı hanedanının sürgünü sırasında İstanbul’da kalanlar arasında Bedrifelek Hanım da vardı. Ne acıdır ki birçok hayra vesile olan bu hanım sultan, büyük oğlu Mehmet Selim Efendi’ye ait olan Yıldız yakınlarında Serencebey yokuşunda bir tütün şirketinin depo olarak kullandığı ahşap bir konakta, 1930 senesinde vefat ederek dar-ı bekaya irtihal eylemiştir.

Ar. Gör. Metin Çatalkaya (Akademisyen)
Beşikten mezara kadar vakıfla yaşamak

Türk-İslam tarihine baktığımızda, kadının tarih boyunca sosyal, siyasi ve iktisadi hayatın içinde etkili bir şekilde yer aldığını görürüz. Bu durumun bir sonucu olarak kadın evde eş ve anne olmanın yanında toplum içinde de birçok sorumluluk almıştır. Osmanlı dönemi esas alındığında kadınların sorumluluk aldığı alanlardan birisi de sosyal yardımlaşmanın zirvesi olan vakıflardır. Bilindiği üzere Osmanlı bir vakıf medeniyetidir. Vakıf sistemi o kadar gelişmiştir ki bir kişi vakıf bir evde doğar, vakıf bir beşikte uyur, vakıf mallarından yer ve içer, vakıf kitaplarından okur, bir vakıf mektebinde hocalık yapar, maaşını vakıf idaresinden alır ve öldüğü zaman vakıf bir tabuta konulup, vakıf bir mezarlığa gömülürdü. İşte bu gelişmiş sistem içinde hanım sultanların kurmuş olduğu vakıflar önemli yer tutmaktadır. İyi bir eğitim alan bu padişah anneleri, aile, devlet ve toplum meseleleri ile meşgul olmuşlar, sorumlu bir Müslüman olarak da vefatlarından sonra amel defterlerinin açık kalmasını sağlayacak olan vakıf-hayır işlerine yönelmişlerdir. Osmanlı coğrafyasında hanım sultanlar tarafından kurulan vakıflara baktığımızda eğitim, sağlık, barınma, din ve kültüre yönelik birçok vakıf görürüz. Anne olarak çocuğu yetiştiren valide sultan, vakıf kurarken de bu duyarlılığını sürdürmüş, iyi ve sağlıklı insan yetiştirmeye yönelik gayret sarf etmiştir. Osmanlı dönemi bazı hanım sultanlara ait vakıflara ilişkin örnek olarak; I. Murad’ın annesi, Orhan Bey’in hanımı Nilüfer Hatun adına İznik dahilinde inşa edilen imaret iyi bir örnektir. Yıldırım Beyazıt’ın annesi, I. Murad’ın hanımı Gülçiçek Hatun da Bursa’da bahçe içerisinde yaptırmış olduğu zaviye, türbe, evler, aşhane ve Pınarbaşı suyunun Bursa Kalesi içine akan beş kolunu vakfetmiştir. Ayrıca bahçe, değirmen, bağ, köy ve mezra vakfederek vakfın gelirini sağlamıştır. Yavuz Sultan Selim’in eşi, Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi olan Ayşe Hafsa Sultan, 1522’de, Kanuni’nin padişah kendisinin valide sultan olduğu dönemde Manisa’da cami, medrese, sıbyan mektebi, tabhane ve hangahtan oluşan bir külliye yaptırarak vakfetmiştir. Orhan Bey’in eşi Nilüfer Hatun’un kurduğu vakıftan, II. Abdülhamid’in analığı Perestu Valide Sultan’ın kurduğu vakfa kadar yaklaşık altı yüz yıllık tarih içerisinde hemen her dönemde hanım sultanlar tarafından birçok vakıf kurulmuştur. Eğitim, sağlık, imaret, vb. birçok alanda faaliyet gösteren bu vakıflar Osmanlı toplumsal yaşamında yeri dolmayacak kadar önemli bir konumda bulunmaktadır. Hanım sultan vakıfları padişah anne ve eşlerinin şefkatini, yardımseverliğini ve inancını yansıtmaktadır. Allah onlardan razı olsun…

Önceki Yazı

Adım başı “kültür sanat”

Sonraki Yazı

Kamera arkasında kalanlar!

Son Yazılar