Edebiyatta çiçeklerin izleri

12 dakikada okunur

Yasin Yarar

Edebiyatın kendine has bir kokusu vardır. O koku tabiatın güzelliklerinden beslenir. Şekillenir. İlham alınır. Mısralar, beyitler, romanlar, hikayeler yazılır. Kahramanlara yollar çizilir. Yazarların, şairlerin karakteristik işaretleri belli olur. Biz de Mevlanâ’nın, Yunus Emre’nin ve Oğuz Atay’ın dünyalarında çiçeklerin izini sürdük.

Mevlâna’nın aşk bahçesinde bir gezinti

Bahçenin ortasında, dikenli dalları göğe uzanan bir gül fidanı. Henüz açmamış tomurcukları, sırlarla dolu bir dünyayı saklıyor içinde. Mevlâna Celaleddin Rumi, bu fidanın yanına oturmuş, gözlerini kapatmış, derin bir temaşaya dalmış. Gülün açılmamış yapraklarında, evrenin tüm hakikatlerini okuyor adeta. Gül, Mevlâna için sadece bir çiçek değil; aşkın, güzelliğin ve ilahi sırların sembolü. Tıpkı insan ruhu gibi, sabırla ve özenle açılmayı bekleyen bir hazine. Mevlâna’nın gözünde her gül, Allah’ın yeryüzündeki tecellisi, O’nun sonsuz güzelliğinin bir yansıması.

Rumi, gülün dikenlerini görür. Ancak onları engel olarak değil, aşka giden yolun zorunlu sınavları olarak kabul eder. Der ki: “Aşk yolunda dikenler güllerden çoktur. Lakin dikenlerin acısını tatmadan, gülün kokusuna erişilmez.” Bu sözleriyle bize, gerçek sevgiye ulaşmanın zorluklarını, ama aynı zamanda bu zorlukların değerini anlatır.

Gül açar, yaprakları birer birer aralanır. Mevlâna bu süreci, insanın kendini keşfetme yolculuğuna benzetir. Her açılan yaprak, insanın içindeki ilahi cevherin bir parçasıdır. Nasıl ki gül, açıldıkça güzelleşir ve kokusu etrafa yayılırsa, insan da kendini keşfettikçe Yaradan’a yaklaşır ve etrafına sevgi saçar. Rumi için gül, aynı zamanda birliğin sembolüdür. Farklı renklerde, farklı kokularla açan güller, aslında tek bir özün tezahürleridir. Tıpkı insanların farklı inançlara, kültürlere sahip olmalarına rağmen, özünde aynı ilahi kaynaktan geldikleri gibi. Bu yüzden Mevlâna, “Gel, gel, ne olursan ol yine gel” der. Çünkü ona göre, her insan özünde bir güldür ve açılmayı beklemektedir.

Gülün ömrü kısadır, çabuk solar. Mevlâna bu geçicilikte bile bir hikmet görür. Der ki: “Gül kısa ömürlüdür diye üzülme, aksine onun bu kısa sürede yayabildiği kokuya, verebileceği güzelliğe hayran ol.” Bu sözleriyle bize, anın değerini, yaşamın her anını sevgiyle doldurmamız gerektiğini hatırlatır.

Mevlâna, gülün yapraklarını Mesnevisinin sayfalarına dönüştürür. Her yaprak bir hikâye, her diken bir ders, her koku bir ilahi nefestir. Okuyucusunu bu ilahi gül bahçesinde gezintiye çıkarır, sevginin ve ilahi aşkın sırlarını fısıldar kulaklarına. Gül solduğunda bile Mevlâna için değerlidir. Çünkü o, gülün özünün her zaman var olduğuna inanır. Kurumuş gül yapraklarını gül suyuna dönüştüren insan gibi, Yaradan da insanın özündeki güzelliği hiçbir zaman yok etmez. Bu yüzden Mevlâna için her insan, her an yeniden açabilecek bir gül tomurcuğudur.

Sonunda Mevlâna kalkar gül fidanının yanından. Ama artık ne o eskisi gibidir ne de gül. İkisi de bu buluşmadan zenginleşmiş, birbirlerinin sırlarına ortak olmuşlardır. Mevlâna giderken arkasında bıraktığı son sözler şunlar olur: “Sen de gül ol, gül bahçesi ol. Gülün dilinden anlamayanlar için bile gül kokulu bir nefes ol.” İşte böylece Mevlâna, gülün dilini konuşarak, bize sevginin, hoşgörünün ve ilahi aşkın evrensel mesajını iletir. Her birimizi kendi içimizdeki gülü keşfetmeye, açmaya ve tüm dünyaya kokusunu yaymaya davet eder.

Yunus Emre’nin sadelik bahçesi

Bahar rüzgârı, yeşil bir tepenin üzerinde döne dolaşa bir serinlikle papatyaları okşuyor. Yunus Emre, bu manzaranın karşısında durmuş, gözlerini kırpmadan bakıyor. Onun nazarında her bir papatya, evrenin sırlarını aşikâr eden bir bilge, her yaprak hakikatin bir sayfası.

Papatya, Yunus için sadeliğin ve saflığın simgesi. Gösterişsiz görünümü, beyaz yaprakları ve sarı merkeziyle papatya, Yunus’un şiirlerindeki yalın güzelliği andırıyor. Onun dizeleri gibi, papatya da karmaşık değil, anlaşılması zor değil; aksine, doğrudan kalbe hitap eden bir sadeliğe sahip.

Yunus Emre, papatyanın yapraklarına bakıyor ve şöyle diyor: “Çıktım erik dalına, anda yedim üzümü. Bostan ıssı kakıyıp, der ne yersin kozumu.” Bu paradoksal sözler, papatyanın sadeliğinde gizli derin anlamları çağrıştırıyor. Nasıl ki papatya basit görünümüyle derin anlamlar taşıyorsa, Yunus’un şiirleri de yalın sözlerle evrensel hakikatleri dile getiriyor.

Papatyanın beyaz yaprakları Yunus için saflığın, temizliğin simgesi. O der ki: “Gönül çalabın tahtı, Çalab gönüle baktı, İki cihan bedbahtı, Kim gönül yıkar ise.” Yunus, papatyanın beyazlığı gibi temiz bir kalbin güzelliğinin göğüne tırmanıyor. Papatyanın hiçbir yaprak diğerinden üstün olmadığı gibi, Yunus da tüm insanların adil ve kıymetli eşitliğini savunur. Rüzgârda savrulan papatya tohumları, Yunus’a ilham verir. Her bir tohum, yeni bir başlangıç, yeni bir umut. Yunus der ki: “Benim bunda kararım yok, ben bunda gitmeye geldim.” O, bir anlamıyla papatya tohumları gibi geçici olduğumuzu, ancak arkamızda güzellikler bırakmamız gerektiğini hatırlatır.

Papatyanın sarı merkezi, Yunus için ilahi aşkın, hakikatin özünü temsil eder. Tıpkı papatyanın tüm yapraklarının bu merkeze yönelmesi gibi, Yunus da insanın özüne, hakikate yönelmesi gerektiğini söyler: “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır.”

Yunus, papatyanın yapraklarını koparıp “Seviyor, sevmiyor” oyunu oynayan çocukları görür. Bu basit oyunda bile bir hikmet bulur. Der ki: “Sevgi, her şeyin özüdür. Sevgisiz hiçbir şey tam değildir.” Papatyanın her yaprağı, Yunus için sevginin bir tezahürüdür.

Papatyanın dayanıklılığı, Yunus’u etkiler. En zorlu koşullarda bile açan bu çiçek, ona hayatın zorluklarına rağmen güzel kalabilmeyi öğretir. “Derdin ne ise dermanın odur” der Yunus, papatyanın bu direncinden ilham alarak.

Gün batarken papatyalar kapanır. Yunus bu döngüde bile bir ders bulur: “Her gece karanlıktan sonra bir sabah vardır. Her kıştan sonra bir bahar.” Bu sözleriyle o, ümitsizliğe kapılmamamız gerektiğini, her zorluğun ardından bir kolaylık geleceğini hatırlatır.

Yunus Emre, papatya tarlasından ayrılırken içi huzurla dolar. Bu basit çiçekten öğrendiği dersler, onun şiirlerine, felsefesine yansır. Şöyle der: “Gelin tanış olalım, işi kolay kılalım. Sevelim sevilelim, dünya kimseye kalmaz.”

Yunus, papatyanın donuna bürünür, onun dilinden konuşarak bize sadeliğin, saflığın ve sevginin bahçesinden serin selamet şerbetler ikram eder. Her birimizi içimizdeki papatyayı keşfetmeye, onun gibi sade ve derin olmaya davet eder. Çünkü ona göre gerçek bilgelik, papatya gibi gösterişsiz ama anlamlı bir yaşamda gizlidir.

 

Önceki Yazı

Yerli malı her zaman yurdun malı değil midir?

Sonraki Yazı

Unutulmuş bir şöhretin kitabı: Deniz Kızı Eftalya

Son Yazılar