Enkaz altında tarih yatıyor!

//
20 dakikada okunur

Yüzyılın felaketi birçok yerden canımızı acıttı, acıtmaya devam ediyor. Yitip giden canların yanında tarihi yapılar, camiler de gitti. Yıkılan her tarihi yapı; tarihi mirasın, kültürün bir parçasıydı. İleriki süreçte yapılacak restorasyon çalışmalarını, büyük yardım seferberliğini ve bölgede yaşanan depremlerin tarihi ile merak edilenleri; Prof. Dr. Ali Satan’a, tarihçi yazar Zafer Bilgi’ye, rehber Serdar Dumansız’a ve tarihçi yazar Recep Kankal’a sorduk.

Milletçe çok zor bir zamandan geçiyoruz. Başımız sağ olsun. Ülkemizin kalem kaşı, köşe taşı Kahramanmaraş merkezli meydana gelen depremler 10 vilayetimizi adeta yok olmanın eşiğine getirdi. Şehirlerde kaybettiklerimiz, yaralı olarak hastaneye yetiştirmeye çalıştıklarımız sadece canlarımız değildi. Şehirlerin hafızaları ve ruhları da büyük bir yara aldı bu depremde. Anadolu’nun ilk camisi Habib-i Neccar Camii’nden, Diyarbakır Surlarına Malatya Arslantepe Höyüğü’nden Kahramanmaraş Ulu Camii’ne kadar birçok tarihi eser depremde büyük zarar gördü. Bu büyük yıkımın gerisinde belki de deprem bölgesinde enkazdan çıkan canlarımız gibi bizleri buruk bir sevince boğan kısım ise bölgede yer alan müzelerin depremden etkilenmemiş olmasıydı. Şimdi yaraları sarma vakti diyerek, biz de sizler için, bundan sonraki süreçte yapılacak restorasyon çalışmalarını, büyük yardım seferberliğini ve bölgede yaşanan depremlerin tarihi ile merak edilenleri; Prof. Dr. Ali Satan’a, tarihçi yazar Zafer Bilgi’ye, rehber Serdar Dumansız’a ve tarihçi yazar Recep Kankal’a sorduk.

Bu vesile ile bir kez daha depremde hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet yaralılarımıza da şifalar diliyorum. 

Yıkılan tarihin ihyası 

Zafer Bilgi (Tarihçi-Yazar) : Geçmişte bölgede yaşanan depremler ve yıkılan tarihin onarımı konusunu dört başlık altında işlememiz mümkün. Bölge tarihi açıdan bakıldığında oldukça kıymetli ve hazine yapılar eserler ihtiva eden bir bölge. Burası Adıyaman’ın Nemrut bölgesinde Nemrut Dağı eteklerinde kurulan ve özellikle Gaziantep’teki Roma hanedanına sahip bir şehir. Bilhassa Antakya’nın Antokya antik şehir adıyla Roma’nın Asya kısmına başkentlik yaptığı önemli bir nokta. Bölgenin Roma dönemindeki üç önemli merkezi Gaziantep, Adıyaman’ın Nemrut tarafı ve Hatay’ın Antakya tarafı. Bununla beraber diğer bölgelerde de Kahramanmaraş, Adana, Diyarbakır gibi bölgelerde de bilhassa geçiş yollarının Roma dönemindeki ticari geçiş noktalarının bulunduğunu ve o geçiş yollarına ilaveten yapılan ticaret yerlerinin bulunduğunu biliyoruz. Bu bölge aynı zamanda Osmanlı öncesinde de Asr-ı Saadet dönemiyle beraber Hz. Ömer döneminde fethedilen noktalardan biri. Hz. Ömer’in İran fethi esnasında Ebu Ubeyde Bin Cerrah tarafından fethe çıkıldığını ve bu dönemde Hatay da Diyarbakır da inşa edilen Ulu Cami’nin ve yine Hatay’da Habib-i Neccar Camii’nin buralarda bulunduğunu biliyoruz. Bölge bu açıdan da hem asrı saadetten sonra ilk diriliş döneminin yayıldığı noktaların Antakya ve Diyarbakır üzerinden Anadolu’ya girdiği iki aksı, yolu ve damarı gösteren bir bölgedir.

İkinci husus bu bölgede yaşanan büyük depremler olmakla birlikte tabii ki bu kadar geniş alandaki tarihi eserin yıkımına yol açan zelzeleleri çok az görebiliyoruz. Geniş alana yayılmış tarihi hafızanın bu kadar silinebileceği büyük olaylar bu bölgede çok ender oluyor. Bu yönüyle de burası geniş bir bölgenin tarihi tahribatını da aslında geçmişle olan bağlarının da silinmesini ve hafızasının da yok edilmesine yol açabilecek bir tahribat söz konusu. Burada bilinçli atılacak adımlarla bu engellenebilir. İkinci husus da  bu çok önemli. 

Hafızamız silinmemeli!

Üçüncü husus ise bu depremde tarihi şehirlerdeki yıkımlar. Adıyaman, Kahramanmaraş, Gaziantep, Diyarbakır, Adana civarındaki yapılar zarar görüyor. Özellikle simge yapılar zarar görüyor. Mesela bunlardan şu an ulaşabildiğimiz hasar görmüş veya tamamen yıkılmış tarihi yapılar. Gaziantep’teki kalenin zarar gördüğünü burçlarının en dış kısımlarının yıkıldığını surların sağlam bir kale üzerine oturtulmasına ve kalenin bölgenin en altyapısı zemini sağlam kaya üzerine oturtulan kalenin surlarının zarar görmesi belki buradaki zelzelenin de ne kadar etkili olduğunun bir kanıtı. Hatay’da Habibi Neccar Camii’nin ve Ulu Camii’nin bunlar İslam’ın ilk inkişaf esnasında Roma ile ilk Emevî ordusunun çarpışması esnasında Emevîlerin Antakya’yı alması esnasında oluşmuş simge iki yapı. Bunlara bakılması gerekiyor. Deprem esnasında tarihi şehirlerde zarar görmüş yapıların birebir kayıt envanterine tutulması çok önem arz ediyor. Oradaki simge yapılar hem Roma dönemi hem Roma’dan sonraki Emevîler dönemindeki buraya yapılan İslami dokuyla ilgili. 1100’lü yıllardaki oluşan İslâmi mimari dediğimiz kervansarayların aşevlerin hamamların camilerin olduğu yapı ve son olarak da Osmanlının burada bıraktığı doku. Bu dokunun teker teker kayıt altına alınması gerekiyor. Bölgedeki tarihi şehirlerde bir Roma dokusu, bir Emevîler ile gelen asrı saadet dönemindeki İslam ordularının bıraktığı mimari ve bir de Osmanlının son dönemde bölgede bıraktığı Anadolu Selçukilerin devamı olarak bıraktığı doku üzerinden bu kayıt envanteri tutulmalı.

Dördüncü husus; Anadolu’nun Roma döneminden, Roma döneminden İslam Medeniyetinden, Anadolu Selçuklu ve Osmanlı döneminden kalan mirasın aslına uygun şekilde onarımı çok önemli. Kitabeleriyle bu vahim hadiseden bahsederek bu eklenerek mümkünse onarımı değilse yeniden yapımı önem arz ediyor. Bu dönemdeki yapılar hafızanın silinmemesi adına korunması gerekiyor.

Şehirlerin kimlikleri tekrar inşa edilecek

Prof. Dr. Ali Satan (Akademisyen): Depremle şehirlerimiz, kasabalarımız, köylerimiz yıkıldı. Çok büyük sayıda insanımızı kaybettik. Onlara rahmet, yaralılarımıza acil şifalar diliyorum. Bu depremle felsefesiz, düşüncesiz, hesapsız yapılaşma zihniyetinin de yıkılmış olduğunu umuyorum. Bu asrın felaketinde asırlık tarihi eserlerimizin de yıkıldığına şahit olduk. Bu eserlerimizin planı, projesi, görselleri elimizde olduğuna göre bunları tekrar ihya etmemiz zor olmayacaktır. Kültür ve Turizm Bakanlığı zaten bu konuda bir açıklama yaparak hassasiyetle eserlerin yapımını takip edeceklerini bildirdi. Tarihi eserler şehirlerimizin kimliğini, şahsiyetini oluşturdukları için bunların ihya edilmesi gereklidir. Bu yapılar kimlik mekanlardır. Bunlardan vazgeçilemez. Şehirlerin yeniden planlanması sürecinde tarihi eserleri odağa almak şarttır. Türkiye’nin kültürel ve mimari birikimi bu eserleri en iyi şekilde ortaya çıkarma hususunda yeterlidir. Ancak süreçlerin yakından ve ciddi bir şekilde takip edilmesi hayati önemi haizdir.

Her bir taş koruma altında

Recep Kankal (Tarihçi-Yazar): 70’li yıllarda Maraş’ın Pazarcık ilçesinde veremden ölen bir gelinin o acısı üzerine yakılan Meyrik adlı türkünün sözleri kimi zaman dilime dolanırdı. 6 Şubat’ta Pazarcık’tan aldığım deprem haberi, türkünün girişindeki o cümleyi bir anda hatırlattı ve kulaklarımda “Maraş’tan Bir Acı Haber Geldi!” nidası çınlayarak, bu haber yüreğime kor gibi düştü. Anadolu deprem, sel, yangın, salgın, afet gibi birçok hadiseye şahit olmuş, senelerce acılarla kavrulmuştur. Medeniyetlerin buluştuğu, Anadolu’nun o kadim toprakları ve Bereketli Hilal diye adlandırılan Akdeniz ve bilhassa Güneydoğu illerimiz yaşadığı büyük bir afet ile hepimizi derinden etkiledi. İlk depremin ardından 9 saat sonra gelen ikinci sarsıntı ile Maraş ve çevresi dayanılmaz bir acı ile yüreklerimizi de yıktı, perişan eyledi. Milli Mücadele döneminde Fransızlara karşı gösterdikleri başarılarla düşmana geçit vermemiş ve gazi, kahraman, şanlı unvanlarını da şanla taşıyan bu bölgedeki şehirlerimiz, Anadolu medeniyetlerinin de yaşadığı asırlar öncesine ait geçmişe sahiptir. Medeniyetleri buluşturan bu coğrafya tarihi yapılarıyla da dünyada bilinen önemli noktalardan biridir. İçerisinde Habib-i Neccar Camii, Ulu Cami, tarihi evler, Hz. Ukkaşe ve Beyazid-i Bestami’nin türbelerinin bulunduğu yapılarla birlikte surlar, kaleler, antik kentler, binalar ile Hristiyanlık âlemi için önemli olan Antakya’daki kiliseler ve Yahudilere ait sinagoglar da depreme maruz kaldı. Büyük hasara uğrayan ve çoğu yıkılan, her taşı bir altın kıymetinde olan, 11 ilin altısındaki tarihi mekân ve yapıların ihyası için ilgili kurumlar tarafından restorasyonu yapılmak üzere hemen bölgeye uzman kişilerin yönlendirildiğini ve her bir taşın koruma altına alındığını da duymak sevindirici bir gelişmedir. Osmanlı’dan günümüze birçok afete şahit olan cennet vatanımızda; 1509, 1822, 1894, 1912 senelerinde büyük depremleri yaşanmış, son bir asırda ise 1939’da Erzincan’daki depremle yürekler dağlanmıştı.

Marmara Depremi’ne de şahit olan bizler 6 Şubat’ta gerçekleşen ve 11 ilimizi derinden etkileyen depremle şimdiye kadar duyduğumuz, geçmiş dönem belge ve gazetelerinde okuduğumuz ve bizzat yaşadığımız depremlerin hepsini unuttuk ve asrın felaketini Maraş’tan aldığımız haberle yıkıldık. Yaşanan afetin ardından ekranlarda gördüklerimiz karşısında dayanamayarak devlet millet kaynaşması ile elbirliğiyle yaralarımızı sarmak, o kadim toprakları tekrar yeşertmek için millet olarak bir seferberlik başlatıldı. Milli Mücadele ruhunun bir tezahürü olarak Anadolu’nun her yerinden yardımlar oluk oluk akmaya başladığını, Kızılay çadırlarında ihtiyaç olan kan bağışlarının rekor seviyelere ulaştığını duyduk. 

Felaketin yaşandığı andan itibaren devlet yetkililerimiz, milletimizin göz bebeği Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, güvenlik güçlerimiz ve kurumlarımız ile halkımız elinde, avucunda ne varsa bu acının dinmesi, şu soğuk günlerde canlarımızın üşümemesi için yardım için seferber oldu. Milli Mücadele yıllarındaki gibi ama bu sefer halk Tekâlif-i Milliye’yi kendisi ilan etti. Umre için biriktirdiği parasından gelinlik çağındaki kızın çeyizine, pir-i fani olmuş bir amcamızın kefen parasından bir küçük evladımızın kumbarasında biriktirdiklerine kadar 7’den 70’e her vatandaşımız; neyi var neyi yok elinden geleni yapmak için koşuşturmaya başladı. Okullar sobasından çadırına, ekmeğinden aşına üretmeye; STK’lar birlik ve beraberlik içerisinde bir tas çorba, bir battaniye, bir sıcak yuva kurmak için çoluk çocuk demeden bu acıyı dindirmek için koşturmaya başladı. Birlik ve beraberlik ruhuyla kenetlendiğimiz bu acı günlerde milletimizin ayrısını gayrısını bir kenara bırakıp, yaşanan bu acının dindirilmesi, çocukların gülmesi, yıkılan hayallerin tekrar can bulması, kayıpların telafisi için canla başla çalıştığını görerek bir kez daha bu asil milletin bir ferdi olmakla gurur duyduk. Allah ülkemize, milletimize bu gibi afetleri tekrar yaşatmasın ve mazlumların sığınağı olan cennet vatanımızı, bu necip milleti her türlü bela ve musibetlerden korusun. Kaybettiğimiz canlarımıza Cenab-ı Hak’tan rahmet diliyorum. Aziz ruhları şad olsun.

Restorasyonlar canlılık getirecek

Serdar Dumansız (Rehber): Yaşadığımız deprem felaketinden sonra bölgedeki tarihi yapıların tekrar restorasyonu, turizm camiası için çok elzemdir. Bu yapılar yörenin en değerli turizm objeleri ve turisti çeken yegane noktalardır.  Bu illerde turizmin tekrar canlanması ve tarihin korunması için restorasyonlara bir an evvel başlanılması gerekmektedir. Turizmin hızla canlanması, yöre esnafına ve halkına da canlılık getirecektir. Özellikle de Hatay Antakya’da yıkılan Habib-i Neccar Camii, şehrin en işlek caddesi üzerinde, alışveriş ve yiyecek mekânlarına yakın konumdadır. Caminin restorasyonu esnafı ve bölge turizmini de canlandıracaktır.

Önceki Yazı

Ses geliyor içerden

Sonraki Yazı

Sosyal medya imkân mı yoksa tehdit mi?

Son Yazılar