Enteller neden kötüdür?

6 dakikada okunur

George Simmel, toplumsal tiplerin toplumun kendisi tarafından oluşturulduğuna dikkat çeker. Ulus Baker’e göreyse bugünün toplumu kanaatler toplumudur. Bizim için belirleyici olan da imajdır. Bu genel geçer, kopuk bilgileri arka arkaya yazmamın nedeni yaşadığım ufak bir hadise: Geçtiğimiz sabahlardan birinde apartmanımın önünde rastlaştığım komşumla ortak bir tanıdığımız hakkında konuşmaya başladık. Kendisi sohbetin sonunda bu tanıdık için “dışardan baksan entel dersin ama çok iyi insan” deyiverdi. Ona sadece gülümsedim ama ayrıldığımız andan itibaren verdiği tepkinin altında yatanları düşünmeye başladım. Evden aşağı doğru yürürken entel biri iyi biri midir veya neden iyi olmayacağını düşündü, diye sordum kendime. Dahası bahse konu kişinin entel biri olduğunu nereden çıkarmıştı? Onu kıyafeti, yürüyüşü, sırt çantası, yırtık converse’i mi yoksa hızması mı ikna etti?

Yürüyüşüm Kuzguncuk sokaklarında devam etti, düşüncelerim de. Sadece entel değil, güzel, çirkin, sportif, batılı, doğulu, sanatçı, işçi, emekçi… Kaç tane etiket var üstümüzde, kim bilir! Zaten hepimiz biricik bazı özelliklerimizin yaşamda bizi daha belirgin hâle getirmesini istemiyor muyuz? Tüm bunlar bizi biz yapan şeylerden. Aslında giydiklerimiz, içtiklerimiz, yaptıklarımız da bir iletişim biçimi. Hatta yürümeyi tercih ettiğimiz sokaklar da…

Kuzguncuk Bostanı’na vardığımda etraftaki kafelerin birinden gelen mercimek çorbası kokusu düşüncelerime yön veriyor. Hepimiz iletişim kurmak istiyoruz ve yansıttığımız özümüz bize özel, tarifi sadece bizde olan bir çorba gibi. Onu bizim yapan alametifarika da belki kimyon, sarımsak ve biber üçlüsüdür. Bizim biricik tarifimizdir bu! 

Mahallenin köpeği Susam’ı görünce ona da soruyorum: Homojen hâle gelmiş bir çorba yapamıyorsak, çorbamızı aniden sevmemeye başlarsak, onun biricik olmadığını anlarsak alternatif yollara doğru gidebilir miyiz Susam? Bana cevap vermiyor ama karşıdan karşıya geçerken eşlik etmeyi de ihmal etmiyor. 

Aslında öyle sanıyorum ki bu durumda iki seçenek oluyor önümüzde; emek verip kendi hikâyemizi zenginleştirmek veya yeni bir hikâyeyi satın alarak kendimize eklemlemek. Susam’ı yolculuyorum, ben de otobüs durağında mola vereceğim ama önce hemen yan taraftaki parkta biraz da Boğaz’ı izlemeliyim. Martılar birbirini kovalarken benim de aklıma arkadaşlarım geliyor. Onlarla daha birkaç gün önce sohbet ederken birbirimize, “neden MUBİ’ye üyeyiz?” diye sorduk. Ben sert biçimde, “Yıllarca sinema üzerine okumak, sayısız film izlemek ve dijital platformları da bu amaçla kullanmak yerine sadece MUBİ’ye üye olmak, sanattan anlayan entelektüel kimliğimize bir katkı mı?”, diye sordum. Oysa entelektüel olmak çaba gerektirir, değil mi. Sportif biri gibi görünmek ile sportif biri olmak arasındaki fark, spora emek vermekle alakalı. Emek vermek yerine estetik ameliyat da olabiliriz. Satın almak kolay ama herkes satın alabilir, üstelik sürdürülebilir değildir. Otobüs durağına geçtiğimde ve etrafımdaki insanların sayısı artınca yeniden anlıyorum ki ulaşılabilir olan kalabalıktır, paylaşılır, bölünür. Oysa hedefimiz biricikleşmekti, değil mi? Ursula K. Le Guin kalabalık olan her şey poptur, diyordu galiba. Sanırım bugün sıradanlık, hayli farklı. Tüm bu düşünüşün sonunda yeniden sorayım kendime: Kalabalık olan kötü müdür ya da enteller iyi midir? Sanırım bu soruya vereceğim bir yanıt henüz yok çünkü şimdi otobüsüm geldi. 

Önceki Yazı

Podcast dinleme kültürünü yeniden inşa ediyor

Sonraki Yazı

İstanbul Modern’e coşkulu karşılama

Son Yazılar

“Afgan Kızı” İstanbul’da

İstanbul Sinema Müzesi Stanley Kubrick sergisi sonrasında iddialı sergilerine Steve McCurry’nin fotoğraflarından oluşan “Fotoğrafçı” sergisiyle devam