İkinci Abdülhamid devrinde İstanbul’da yaşamış olan İngiliz yazar Dorina L. Neave’i bilir misiniz? 1881’de İstanbul’da dünyaya gelmiş ve 1907 tarihine kadar da bu şehirde yaşamış, yani çocukluğu ve gençliği İstanbul’da geçmiş. Neave’in İstanbul’daki yaşantısını anlattığı üç kitabı bulunmaktadır. “Twenty-six Years on the Bosphorus” adını taşıyan ve 1933’te Londra’da İngilizce olarak yayımlanan eseri “Eski İstanbul’da Hayat” adı ile dilimize çevrilmiştir. Bu kitaptan ilk defa Türk Bizantolog ve sanat tarihçisi Prof. Dr. Semavi Eyice bahsetmiş. Daha sonra gazeteci yazar Osman Öndeş bahis konusu eserden Dorina Neave’in babasına ait olup aynı adı taşıyan “Clifton Yalısının İlk Yanışı” adlı makalesinden söz etmiştir. Eserini farklı bir şekilde ve alışılagelenin aksine ekseriya tarih belirtmeksizin yazan Dorina Neave, iyi tahsil görmüş ve görüp işittiklerini değerlendirmesini bilen bir İngiliz hanımıdır. XIX. yüzyılın sonları ile XX. yüzyılın başlarındaki İstanbul hayatını canlı bir şekilde tasvir eden yazar, aynı devre esnasında İstanbul’da bulunan yabancı koloni hakkında dikkate değer bilgiler vermektedir. Bu kitap sadece II. Abdülhamid devri İstanbul’unun aydın bir İngiliz hanımı kalemiyle dile getirilmesinden de ibaret değildir. Eserin çeşitli yerlerinde verilen malûmat, mevcut tarihi bilgilerimize yeni açıklıklar getiriyor. Babası George Henry Clifton, İngiltere‘nin İzmir Başkonsolosu Robert William Cumberbatch’in kızı Ellen Camilla Mary Ann Cumberbatch ile evlenip Kandilli’ye yerleştiğinde, bir İngiliz mühendisinin deniz kıyısında, kayalıklar üstünde inşa ettiği çok alımlı yalıyı satın almış, ismini “Clifton Yalısı” koymuş. İstanbul’un nadide bir güzelliğe sahip olan semtlerinden Kandilli’de çocukluğunu geçirmiş olan Dorina L. Neave, kitabında hem yaşadığı semtle hem de Kanlıca, Anadolu Hisarı, Yuşa Tepesi gibi çevre semtlerle ilgili bilgiler ve hatıralar aktarmıştır. Bunlardan biri de meşhur İstanbul yangınları ile ilgilidir. Yazar, dönemin kültürel anlayışı, siyasî gelişmeleri ve bu gelişmelerin İstanbul ahalisi ve İstanbul şehrine yansımalarına da değinmiştir. Kitapta, İstanbul’un şaşırtıcı etnik ve kültürel çeşitliliğine değinilmiş ayrıca farklı statüdeki insanların bir arada yaşayışı ve bunun getirdiği sorunlar ve sonuçlardan bahsedilmiştir. İstanbul Boğazı’nın ne denli şiddetli, heyecan verici ve korkunç tarafları olduğundan söz etmiştir. Neave, İstanbul kadınının günlük yaşamı, ilgi ve alâkalarına da yer verir. Neave, İstanbul’da dini cemaatlerin varlığına da değinmiş. Dönemin İstanbul’unun vazgeçilmezlerinden olan tarikatlardan da söz etmiş, bu tarikatlarla ilgili birtakım bilgiler nakletmiştir. Dorina L. Neave ayrıca eserinde dönemin Türk düğünlerinden bahsetmiş, çok merak ettiği Türk düğünlerinin bir tanesine iştirak edip gözlemlerini aktarmıştır. İstanbul’un mevsimlerinden, kendine mahsus çiçekler ve ağaçlarından, meşhur depremler ve yangınlarından, sokak satıcılarından, İstanbul’un adeta maskotu haline gelen köpeklerinden, Avrupa’da bir klasik haline gelmiş olan Türk lokumundan, mesire alanlarından, Hıristiyan tebaanın yaşamlarından, Noel ve Paskalya bayramlarından söz etmiş ve yer yer değerlendirmelerde bulunmuştur. Keyif alarak okuduğum “Eski İstanbul’da Hayat” adlı kitabı sizlere de tavsiye ederim. Yeni yılınızı kutlar, sene boyu iyi okumalar temenni ederim.
Yeni Çıkanlar
Bir Diriliş Eri Sezai Karakoç / Osman Koca / Beyan Yayınları
Milletim, uyan! Kendine dön! Aslını unutma! Geçmişini bil. İçinden, gerçek aydınlardan kurulu bir kadro çıkar. Çıkar ki, onlar, hem bugününü, hem yarınını kurtarsınlar. Geleceğini, ancak, bilinçli, idealist bir aydın nesil güven altına alır. Milletim! Büyük bir milletsin. Çok büyük bir ülken var. Onun birçok parçasına el konulmuş. Öbür parçalarına da göz dikilmiş. Çok köklü bir tarihe sahipsin. Gerçek bir medeniyetin, Hakikat Medeniyetinin sahibisin. Onu yeniden ayağa kaldır. Diril ve Dirilt! İnsanlık seni bekliyor. Milletim! Doğu’ya, Batı’ya dur diyecek güç, sensin. Kendini bildiğin gün, kurtulacaksın. Ve bütün insanlığı kurtaracaksın. Yoksa insanlık, büyük bir felakete doğru gidiyor. Sınırsız hırs sahipleri dünyayı yakmaktan geri durmuyorlar. Milletim! Uyan, kendine gel! Yeni bir sayfa aç. Yeni bir çağ aç. Geçmişte birkaç kez çağ açmıştın. Yine açabilirsin. Yine açabilirsin. Yine açabilirsin.
Türk Edebiyatında Mitik Görünüm (1980-2005) adlı bu çalışma, önerdiği mit okuma yöntemleriyle mitlere ve mitolojiye farklı bakış açıları getirerek Türk romanındaki mitik yapıyı söz konusu tarihler arasında mercek altına almaktadır.
Abdülmecid Efendi / Nilüfer Öndin / Hayalperest Yayınevi
Son Halife Abdülmecid Efendi, hem hami hem sanatçı hem de Osmanlı şehzâdesi olarak farklı kültürel ve tarihsel kimlikleriyle pek çok araştırmacının ilgi odağında yer alıyor. Abdülmecid Efendi, sanatın her dalına ilgi duyan, resim, müzik ve edebiyata özellikle önem veren, dönemin sanatçılarını, yazarlarını himayesine alan entelektüel dünya görüşüyle dikkatleri üzerinde toplamayı sürdürüyor. Eser, yalnızca ilginç ve renkli kişiliğiyle ressam bir şehzâdenin hayatını anlatmakla kalmıyor, 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında Osmanlı coğrafyasındaki siyasi ve sosyal görünüm hakkında da bilgi veriyor. Okurun, büyük bir dönüşüm sürecinin yaşandığı dönemin sanatçılarının eserlerine yansımalarına, cömert bir hami olarak Abdülmecid Efendi’nin kültür dünyasındaki rolüne, 2. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’in ilanına değin yaşanan olayların entelektüel düşünce üzerindeki etkilerine dair bilgiler edinmesini sağlıyor.
Türk Romanında Mitik Görünüm (1980-2005) / Yasemin Bayraktar / Kriter Basım Yayın Dağıtım
Tarihten edebiyata, felsefeden antropolojiye birçok sanat ve bilim dalında mitler, onu ele alan sanatçıların ve araştırmacıların bakış açısına göre tanımlanmış ve birçok anlam yüklenmiştir. Edebiyat açısından anlatı birimcikleri olan mitler, günümüzden bakıldığında uzak bir geçmişin kalıntıları arasından belli belirsiz seçilen kültür ürünleri şeklinde görünse de onlar canlı, geçmişten günümüze varlıklarını devam ettirmiş olan, bugünkü hayatın içerisinde, sanatın tüm dallarında dolaylı/kapalı veya dolaysız/açık yollarla varlıklarını sürdüren yapılardır. Günümüzde mitolojiye ilgi oldukça artmıştır. Türk Edebiyatında Mitik Görünüm (1980-2005) adlı bu çalışma, önerdiği mit okuma yöntemleriyle mitlere ve mitolojiye farklı bakış açıları getirerek Türk romanındaki mitik yapıyı söz konusu tarihler arasında mercek altına almaktadır. Eser,Türk edebiyatı araştırmacılığı ve Türk kültürüne katkı olmak niyetiyle karşınızdadır.
Mevlana Menkıbeleri / Feridun bin Ahmed-i Sipehsalar / VakıfBank Kültür Yayınları
Büyük mutasavvıf Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî hakkında günümüze kadar çok sayıda eser kaleme alınmıştır. Bu eserler arasında, Mevlânâ’nın hayatı, hocaları ve halifeleri hakkında bilgi veren Sipehsâlâr Risâlesi’nin (Mevlânâ Menkıbeleri) önemli bir yeri vardır. Mevlânâ ve çevresi hakkındaki ilk menâkıbnâmelerden biri olan elinizdeki bu eser, kırk yıl Mevlânâ’nın hizmetinde bulunmuş, saraydaki kumandanlık (sipehsâlâr) görevinden ayrıldıktan sonra Mevlânâ dergâhının malî işleriyle meşgul olmuş Ferîdûn-i Sipehsâlâr tarafından Mevlânâ’nın sır tutmada güvenilir ve samimi bir müridinin isteği üzerine kaleme alınmıştır. Üç bölümden oluşan Sipehsâlâr Risâlesi’nin (Mevlânâ Menkıbeleri) ilk bölümü Sultânü’l-ulemâ Bahâeddin Veled’e, ikinci ve en geniş bölümü Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye, üçüncü bölümü Mevlânâ’nın dostlarına ve ondan sonra makamında bulunan çelebilere ayrılmıştır.
Önerdiklerim
İstanbul – Hatıralar ve Şehir / Orhan Pamuk / Yapı Kredi Yayınları
Orhan Pamuk’un çocukluğu ve ilkgençliğinin hikâyesi ve aile tarihiyle İstanbul’un bir imparatorluk başkentinden 20. yüzyıl başlarında yıkıntılarla ve hüzünle dolu bir şehre dönüşmesinin hikâyesi… Roman yalnızca Pamuk’un bir İstanbul yazarı olarak ününü sağlamlaştıran kitabı değil, aynı zamanda tüm dünya edebiyatında bir şehrin ruhu hakkında yazılmış en derin kitaplardan biri. Yazarın kendini “ben” olarak ilk hissedişinden, annesine, babasına, ailesine yönelen hikâye, bir hüzün ve mutluluk kaynağı olarak İstanbul sokaklarına açılıyor. Günümüzün büyük romancısının gözünden 1950’lerin İstanbul sokaklarını, parke taşı kaplı caddeleri, yanıp yıkılan ahşap konakları, eski bir kültürün yok oluşuyla, onun külleri ve yıkıntıları arasından bir yenisinin doğuşunun zorluklarını keşfederken Pamuk’un ruhsal dünyasının oluşumunu da bir dedektif romanı okur gibi, hızla izliyoruz…
Önder Kaya, bir zamanlar İstanbul’un en güzel köşelerinde yer alan, içleri cıvıl cıvıl olan ama tarihe, bilgisizliğe, beceriksizliğe yenik düşmüş mimari eserlerin peşine düşüyor.
Yahudiler’in İstanbul’u / Okşan Svastics / Boyut Yayın Grubu
İstanbul’un, henüz Bizantion kenti ve Yahudiler’in vatanı iken başlayan ve 1700 yıl devam eden hikâyesini anlatan kitap, Vivet Kanetti’nin İstanbul’u ile başlıyor. Bir tarih ya da gezi rehberi olmayan 186 sayfalık Yahudiler’in İstanbul’unda, Osmanlı’ya ilk matbaayı getiren isimlerden, ilk şehir planlamacılarına, İstanbul’da kurdukları sinagoglardan, köşklere ve evlere kadar yüzyıllarca kapalı toplum olarak yaşamış olan Yahudiler’in şehirden silinmeyecek izleri inceleniyor.Hikâyeye Bizans döneminden başlayan kitapta, Yahudi cemaatinin önde gelen ailelerinin yanı sıra, sanat merkezleri, spor kulüpleri, mezarlıklar, reklamcılığın duayenleri ve hekimler de yer alıyor. Üstelik yazarın keyifli anlatımına siyah-beyaz belgeler ve çarpıcı fotoğraflar eşlik ediyor.İstanbul’a farklı bir gözle bakmak isteyenlerin elinden düşüremeyeceği Yahudiler’in İstanbulu kitabı,17 asırlık İstanbul tarihi ile kütüphanelerdeki yerini almaya hazır.
Yitip Giden İstanbul / Önder Kaya / Kronik Kitap
Mimar Sinan gibi büyük bir ustanın eserleri ile süslediği İstanbul, ne yazık ki yakın zamanda yıkımlara sahne olmuş, pek çok güzelliğini kaybetmiştir. Bu semtlerin başında Aksaray, Laleli, Bayezid, Tarlabaşı ve Beyoğlu gibi muhitlerin gelmesi ise meselenin vahametini daha da büyük hale getirmiştir. Önder Kaya, bir zamanlar İstanbul’un en güzel köşelerinde yer alan, içleri cıvıl cıvıl olan ama tarihe, bilgisizliğe, beceriksizliğe yenik düşmüş mimari eserlerin peşine düşüyor. Bir kısmı, yazarın “Yârim İstanbul” kitabında yer alan yazılarda birbirinden önemli tarihi eserler ele alınıyor: Ahi Çelebi Camii, Aya Poliektos Kilisesi, Fatih Medreseleri, Acemoğlu Hamamı, Şehzade Aşhanesi, Amcazade Yalısı, Cellat Mezarlığı, Revani Çelebi Camii, Darüşşafaka, Ayastefanos Anıtı, Bayezid Yangın Kulesi, Ayaspaşa Mezarlığı… İstanbul’un kaybolan yapıları ve unutulan kıymetli mirasın hikâyesi akıcı bir şekilde dile geliyor.
Eski İstanbul Hatıraları / Sadri Sema / Kitabevi Yayınları
Elinizdeki kitap Sadri Sema’nın 1955-1956 yıllarında Vakit gazetesinde neşredilmiş “İstibdatta İstanbul” ve “Meşrutiyette İstanbul” adlarındaki iki tefrikasının bir araya getirilmesinden teşekkül etmiştir. Türk tarihinin en çalkantılı iki dönemine ait hatıraların yer aldığı bu kitapta, II. Abdülhamid ve II. Meşrutiyet dönemlerinde İmparatorluk başkentinde yaşanan çeşitli siyasî ve sosyal hadiseler, bu hadiselerin insanlar üzerindeki etkileri, uzun yıllar devlet hizmetinde bulunmuş bir gazetecinin gözlemleri ve tespitleriyle okuyucuya sunulmaktadır. Sadri Sema’nın hatıralarında sadece adı geçen dönemlerde yaşamış siyasî ve sosyal hadiseler ele alınmamakta, Batılılaşmayla birlikte toplumun her kesiminde ve hayatın her sahasında etkisini hissettiren değişim de gözler önüne serilmektedir. Yazar, okuyucuyu, örf ve âdetleri, insanları, kılık ve kıyafeti, gezme ve eğlenme kültürü ile eski İstanbul hayatına doğru bir yolculuğa çıkarmaktadır.
Ersin Nazif Gürdoğan’dan tavsiyeler
Bu sayımızda “Teknolojinin Ötesi”, “Kültür ve Sanayileşme”, “Görünmeyen Üniversite”, “Kirlenmenin Boyutları”, “Hicaz’dan Endülüs’e”, “Zamanı Aşan Şehirler”, “Günler Akarken”, “İki Dünyanın Hesaplaşması”, “New York’tan Los Angeles’a Yeni Roma”, “Düşünceyi Eylem İçin Bilmek”, “Girişimcilik ve Girişim Kültürü”, “Dünya Bir Şehirdir” ve daha birçok eserin sahibi, gazeteci, yazar, öğretim görevlisi Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan’a “Hangi kitapları okuyalım?” diye sordum. İşte aldığım cevaplar:
Kent ve Maneviyat / Kolektif / İdeal Kent Yayınları
Zaman ve mekân boyutlarında yaşayan insan, eşyaya ve olaylara bu çerçevede şekil ve anlam vermiştir. İnsan, yeryüzü hayatıyla birlikte başlayan barınma ihtiyacını da zamanın ve mekânın imkânları ve anlayışları çerçevesinde karşılamıştır. Dünden bugüne gelişen konaklama ve yerleşim yerleri, maddi ve manevi boyutlarıyla kovukta başlamış; sonra kulübeye, akabinde konuta/eve, ardından konağa nihayetinde de apartman ya da rezidanslara geçilmiştir. Bir konut ile başlayan yerleşme; köyden kasabaya oradan da kente/şehre doğru genişleme ve gelişme basamaklarını çıkmıştır. Bu yapılaşmada evin “yuva”ya, kasaba veya kentin de “memleket”e dönüşmesi onlara katılan ya da atfedilen mana ile gerçekleşmiştir. Bu bağlamda öne çıkan iki kavram kent/şehir ve maneviyattır. Modern hayat olabildiğince seküler değerler üzerinden yaşanırken, maneviyatın anlamı ve alanları da değişim ve dönüşüm göstermiştir.
Brüksel’den Barcelona’ya, Bağdat’tan Saraybosna’ya, Bakü’den Boston’a kadar, dünya büyük şehire dönüşmüştür.
Dünya Bir Şehirdir / Ersin Nazif Gürdoğan / İz Yayıncılık
Doğulan şehirler kadar doyulan şehirlerin de büyük önem kazandığı, kapısız, penceresiz, perdesiz dünyada, çatışma alanları, cephelerden pazarlara kaymıştır. Brüksel’den Barcelona’ya, Bağdat’tan Saraybosna’ya, Bakü’den Boston’a kadar, dünya büyük şehire dönüşmüştür. Dünyanın her ükesine, ekonomik ve kültürel değerleriyle, el uzatmayan şehirlere, dünyanın hiçbir ülkesinden el uzatılmaz. Kare dünyada her şehir, yerel yönetimleriyle devletsiz bir devlettir. Gelecek yıllarda dünyadaki şehirlerin, Amerika’da, Avrupa’da, Asya’da ve Afrika’da olmaları değil, ürettikleri kusursuz ürünlerle, kusursuz hizmetlerle, kusursuz bilgilerle, dünyanın bütün şehirlerinde olmaları, büyük önem kazanacaktı. Dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, kusursuzluğu arayan şehirler, kusursuzluk yolunda olan şehirlere örnek olurlar. Onlar küresel değerleriyle, bütün dünyayı vizesiz dolaşırlar, hiçbir ülkede onlara pasaport sorulmaz.
Her Şehir Bir Dünyadır / Ersin Nazif Gürdoğan / İz Yayıncılık
Siyasal sınırların yerine, kültürel sınırların geçtiği, devletlerden daha çok, şehirlerin önem kazandığı düz kare dünyada, her şehir bir dünya olmuştur. Türklerin iki defa önlerine kadar gittikleri Viyana’da küçük bir Anadolu vardır. Salvador Madariaga, Avrupa’nın Portresi kitabında: “Viyana’da bile, birçok bakımdan insan kendini İstanbul’da zannetmektedir.” demektedir. Artık her biri bir dünya olan şehirlerde, yetmiş iki millet bir arada yaşamaktadır. “Hicaz’dan Endülüs’e”, “Zamanı Aşan Şehirler”, “Günler Akarken”, “İki Dünyanın Hesaplaşması”, “New York’tan Los Angeles’a Yeni Roma” ve “Dünya Bir Şehirdir kitaplarının yazarı Ersin Nazif Gürdoğan yedi sayfayı bir sayfaya sığdıran denemeleriyle, okuyucularını Kudüs’ten Kazan’a kadar, Anadolu insanına hiç yabancı gelmeyen, tanıdık Doğu ve Batı şehirlerinde, çok boyutlu uzun yolculuklara çıkarıyor.
Kendini Kuran Şehir / Şükrü Karatepe / İdeal Kent Yayınları
Hukuk, siyaset ve yönetme geleneği şehirlerde gelişti. Tarih sahnesine çıkan ilk şehirler, aynı zamanda ilk devletlerin habercisi oldu. Batı’da 14. yüzyıldan itibaren merkezi hükümetler karşısında özerkleşen şehirler, belediye, meslek odası, şehir meclisi gibi yerel yönetim organlarını geliştirerek, modern temsili sistemin ve demokratik devletin kurulmasına öncülük ettiler. Kendi iç dinamikleriyle örgütlenerek özerk yönetimlerini kuramayan Türk şehirleri ise, merkezi otoritenin denetimi ile yerel çıkar grupları arasında sıkışıp kaldı. Döneminin kültür ve ticaret merkezi olan dünyaya açık büyük şehirlerde doğan, gelişen ve olgunlaşan üstün bir medeniyet, dünyaya kapanan şehirlerde donuklaşıp canlılığını yitirerek zamanın dışına düştü. Kayseri, bir ticaret şehri olması ve yerel yönetimlerde kendine özgü uygulamalar geliştirmesi sayesinde, merkezi otoriteden belli ölçülerde özerkleşmeyi başardı.