“Kastamonu’ya gitmek de Paris’e gitmek kadar seyahattir, önemli olan etrafa bakma sanatıdır” der İlber Ortaylı. İlber Hoca çok etkileyici ve anlamlı bu sözünde bildiğimiz üzere Kastamonu ile Paris’i karşılaştırmıyor; seyahatin, gezinin odağında yer alan bir kavrama kuvvetli bir vurgu yapıyor. Seyahat ederken, herhangi mekânı veya müzeyi gezerken ‘bakma’ nın ne kadar anlamlı, stratejik ve maksadı hasıl edici olduğunu ifade etmiş oluyor. Yeri gelmişken biz de ifade etmiş olalım; bilenler bilir Kastamonu’nun kültürel miras açısından ne kadar zengin olduğunu. Anlayacağınız Hocanın Paris’le kıyaslama yapması boşuna değil.
Öncelikle, bakmanın derinliğini ve kapsamını anlamaya çalışalım. Seyahatin başlı başına bir kültür olduğunu ifade edelim. Şehir içinden şehirler arasına, şehirler arasından ülkelere yapılan gezilerin tümü bir kültürdür. Bilinmektedir ki en küçüğünden en büyüğüne kadar tüm geziler bir program dahilinde yapılır. Bu program aynı zamanda altını çizelim, kendi içinde bir tasarımdır. Yedikule Hisarını gezmek de Divanyolunu gezmek de başlı başına bir tasarımdır. Tasarımdan kastettiğimiz şudur; nereye ne maksatla gidileceğinin ince hesaplarını yapmak, öncesinde okuma ve bilgilenme boyutunu çözmektir, nerede ne yenileceğini bilmektir. Zira mekânlara, objelere bilgi ve hassasiyetle bakmak anlamayı da yorumlamayı da mümkün kılar. Seyahatler bu şekilde organize edilirse oluşacak kazanımlar artar, gezinin keyfi de çoğalır ve kısaca maksat hasıl olur. Şüphesiz ki işin yeme içme kısmı da kültür tasarımı çerçeveli yapılırsa geziler renklenir ve de lezzetlenir.
Bakmanın sanat olduğu ana fikri üzerinden hareket edersek yaptığımız tüm gezileri müthiş faydalı kılarız. Değilse; sıradanlaşır, yorgunluğu kalır, çabamız boşa gider. Bu nedenle baktığımız farklılaşır; bir kültürel miras, bir tabiat harikası, yaratanı hatırlatan doğal güzellikler, ders almamız gereken manzaralar, ruhumuzu aydınlatan fotoğraflar görürüz. Görmekle kalmayıp içinde yaşarız, tarihe gideriz, kaydederiz ve bugüne yönelik tarihten mesajlar çıkarırız.
İşte tüm bunların olabilmesi için etrafa bakma sanatını kendimizde başarabilmemiz gerekir. Beşir Ayvazoğlu’nun Divanyolu kitabında ifade ettiği gibi Divanyolu’ndan yürürken sağlı sollu bir yığın kültürel miras olan eserleri farkına dahi varmadığımız için ‘ezip geçeriz’. Bu nedenle önce bakmasını öğrenmeli bunun bir sanat olduğunun idrakine varmalıyız. Bakmasını bilirsek detay görebiliriz güzellikleri fark edebiliriz. Aksi durumda tarihi de bugünü de ezip geçmiş oluruz.
Etrafa bakma sanatının hakkını verebilmek için işin kültürel yanına vakıf olmak ilk adımdır. Bu amaçla gideceğimiz şehri, öncesinden okumalı, efsaneler de dahil hakkında bilgi sahibi olmak için ne gerekiyorsa yapılmalıdır. Gezilerde sadece mekânları ziyaret ederken, çevreyi, detayları fark etmek son derece önem taşır. Bu durum, sıradan bir geziden daha derin ve anlamlı bir deneyimi ifade eder. Etrafa iyi bakamamak, çoğu zaman dikkatsizlik veya önyargılar nedeniyle çevredeki detayları gözden kaçırmak anlamına gelir. Bu durumda, önemli ayrıntılar, güzellikler veya kültürel zenginlikler kaçabilir, bu da gezinin potansiyelini sınırlar. “Etrafa bakmak sanattır” ifadesi, çevreye derinlemesine dikkat göstermenin, keşfetmenin ve anlamanın başlıbaşına bir değer olduğuna vurgu yapar. Tarihi ezip geçmemek için bakmasını bilmek ilk ve önemli bir farkındalıktır, sanata dönüştürmek de ardından gelir.