Fatih’in Avlusu

5 dakikada okunur

Arka odalarda ilaç kokuları arasında ruhuma iyi gelen hikayeler yazdığım Fatih’i özlemişim. Arabayla dış çeperlerinden geçsek de uzun zamandır sokaklarında yürümemiş, camilerinde namaz kılamamıştım. Edirnekapı’dan dönüp surları geçince heyecan başladı. Karagümrük bazı mübarek gecelerde uğradığım Cerrahi Tekkesidir biraz, ama en çok Suffe benim için. Süreyya Yüksel ve Sabiha Ünlü’nün sabır ve özveriyle talebe yetiştirdiği, genç kızların sığınma yeri, sade ve zarif ev. Sevdiğim birçok arkadaşımla, tanıdığım en idealist en ihlaslı kadınlarla burada tanıştım.
Kariye’ye inemedik ama orası bütün derinliği güzelliği ile bizi kuşatan bir kaçış yeri oldu her zaman. Çay içmeye, yazı yazmaya, modern dünyadan birazcık da olsa kopmaya geldiğimiz hâzâ İstanbul. Sahabe mezarlarıyla, Kariye Camiindeki Hz. İsa’nın havarileri, dostları aynı büyülü ortamda.
Fevzi Paşa Caddesi boyunca birlikte yürüdüğümüz küçük kızım Gülsüm’le, caddeye boydan boya ağaç diktiren Samiha Ayverdi’yi anıyoruz. Gülsüm çocukluklarında iki taraflı gelinlikçileri görünce, büyüyüp abla olan kızları prensese çeviren kabarık pırıltılı elbiselere doğru nasıl el çırptıklarını hatırlıyor.
İlk durak olarak Fatih Camiini görmek istedik. Yıllarca basılmaktan aşınmış merdivenlerini tırmanırken kediler ve onları besleyen merhametli insanlar hemen kuşattı kalbimizi. Avluda kadınlar oturup etrafı seyrederken, çocuklar koşturuyor, delikanlılar ağaçların altında sohbet ediyor, bir köşeye toplanmış patenci çocuklar, o yüksek ayakkabıların üzerinde cambaz gibi maharetle durup annelerin hiç sevmedikleri burgerleri atıştırıyorlar. Sayısız çocuğun mutluluğundan belli ki avlu bisiklete binmek ve kay-kay yapmak için biçilmiş kaftan. Önce oynayıp sonra namazlarını kılıyorlarsa aliyyül âlâ.
Camilerdeki kadın mahfillerinde namaz kılarken avizelerden, süslemelerden, atmosferden kopmamak için verilen mücadeleleri hatırlıyoruz. Kandilli bir aydınlanmaya, sedeflere, ahşap oymalara, manevi dokuya odaklanabilmek çok güzel. Bugün her şey yerli yerince. Her milletten insan var ve bağdaş kurup oturanları, gönlünce etrafı seyredenleri engelleyen yok. Bazen acaba camilerde süslemeleri rahatça görebilmek, mermerlere, ahşaplara dokunabilmek ve tezyin sanatlarının ruhuna ermek için İngilizce mi konuşsak diye gülüştük kızımla.
Fatih Sultan Mehmet’in camiye bitişik türbesini ziyaret edip kubbesindeki kırmızı turkuaz işlemelere hayran kaldıktan sonra her zaman açık olmayan Hazire’ye yöneldik. Hemen girişte Fatih’in zevcesi Gülbahar Hatun karşıladı bizi. Bu türbelerdeki tevazu ve derinlik insanı iki cihan kültürünün tam ortasına bırakıyor, ayakları yerden kesiyor. Gündelik yaşamın zılgıtında içimizde dürülüp bükülmüş olan Fatiha burada yapraklanıp açılıyor ve gözümüzdeki perdeler açılacakmış gibi kıpırdıyor. İçerilere girdikçe mezar taşlarının çeşitliliği, çocuklar, ulemadan birileri, devlet görevlileri, müderrisler, birlikte gömülen karı kocalar için ayrı semboller, şekiller, boyutlar, süslemeler ve yazılar barındıran taşların büyüsünü temaşa etmek, kültürümüzün zevkine varmak lazım. Burada ölümün nasıl bir iyilik ve güzellik olduğunu, ölüm olmasaydı yaşamın hiçbir değerinin olmayacağını idrak ediyor insan.

Önceki Yazı

“Ustalık Ölmeyecekse Kalfalar da Ölmez”

Sonraki Yazı

Türk Müziğinin ‘İnci’si

Son Yazılar