Filistin İslâm dünyasının entelektüel merkezi

/
19 dakikada okunur

Fikir adamı Yusuf Kaplan: “Şu an İslam dünyasının entelektüel merkezi Filistin’dir. Çağımızda yetişmiş en büyük adamlar Filistin’de yetişti.  Edward Said mesela, son yüzyılda bu toprakların çıkardığı en büyük adamlardan birisi. Filistin o açıdan çok güçlü bir direnç noktası, direniş imkânı, refleksi kazandırıyor. Filistin, entelektüel direnişin, entelektüel toparlanışın da kaynağını oluşturan mekanlardan birisi” diyor.

Fikir Adamı Yusuf Kaplan İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’nde öğretim görevlisi. Yeni Şafak Gazetesi’nde köşe yazıları yazıyor. Kurduğu Medeniyet Tasavvuru Okulu’nda dersler veriyor. Türkiye’nin 81 ilinde gençlere konferanslar veren Yusuf Kaplan ile MTO’da buluşup Litros Sanat okuyucuları için bir röportaj gerçekleştirdik. Röportajımızda kurucusu olduğu MTO’yu,  değişmeyen gündemimiz Filistin’i konuştuk. 

Aktüel bütün meselelere medeniyet perspektifiyle bakmanızın ve İslam’ı dert edinmenizin kalbi ve zihni ilk tohumu içinize ne zaman ve nasıl düştü? Hikâyenizi, hakikat yolculuğunuzu bizimle paylaşır mısınız?

Ortaokul bir ve ikinci sınıftayken çok yoğun okumalara başlamıştım. O dönemde Sezai Karakoç, Necip Fazıl Kısakürek, Seyyid Kutub, Abdülkadir Udeh, Muhammet İkbal, Malik Bin Nebi gibi düşünürleri tanıdım. 1975’te Kayseri İmam Hatip Lisesi’nde birinci sınıftaydım. Malik Bin Nebi, Sezai Karakoç, Muhammed İkbal ve Necip Fazıl Kısakürek’le tanışmamın zihnimde medeniyet fikrinin şekillenmesinde kilit rol oynadığını söyleyebilirim. Medeniyet fikrinin çeşitlenmesi, zenginleşmesi okumaların derinleşmesiyle ilgili bir şey oldu benim için. Klasikleri ortaokulda okudum. Felsefe metinlerine daldım biraz. Dergileri takip ediyordum. Cumhuriyet Gazetesi’nin Kültür Sanat sayfası vardı, onu takip ediyordum. Türkiye’deki en kaliteli işlerden birisi oydu. O dönemde 1975 – 78 arası tam terör dönemi, anarşinin kasıp kavurduğu bir dönem. Kayseri’de imam hatipli bir çocuk sürekli Cumhuriyet Gazetesi okuyor, olarak olacak iş değil. 

Medeniyet fikri ile sinema arasındaki ilişkiyi keşfettim

“Hedefimiz MTO’yu ilmi fikir ve sanat hayatımızın kalbi, merkezi haline getirmek ve iki asırdır yaşadığımız medeniyet krizini aşacak köklü bir fikriyat ortaya koyacak öncü bir kuşak yetiştirmektir.” diyorsunuz Efendimiz’in (sav) Ehl-i Suffa’sında örneklenen, bize yeni bir maarif modeli sunacak bir “medrese” yaklaşımıyla dijital bir okula dönüştürme fikri nasıl oluştu?

Okumalarımın yoğunlaştığı sıralarda çağa dair, Türkiye ve İslam dünyasına dair iyi okumalar yapmayı hedefliyordum. 13-14 yaşımda dünya çapında bir okulu ve medya imparatorluğu kurmayı kafama koydum. İlk gençlik yıllarımda, çağın gidişatı, ülkenin gidişatı, İslam dünyasının gidişatı zihnimde şekillendi. İslam dünyası ve ülkeye ilişkin olayları görüp fark ediyordum. İmam hatip Kayseri’de bitti. Güzel Sanatlar Fakültesi’nde sinema okudum. Medeniyet fikri ile sinema arasında enteresan bir ilişki keşfettim. Çağın ruhunu, çağın bütün labirentlerini, bütün duyarlılıklarını sinema temsil eder. Medeniyet fikrine sinemadan geçtim.  Sinema insanın ontolojik olarak haysiyetini kurtaran bir ifade biçimi, konuşma biçimi, eylem biçimi, varoluş biçimidir. Sadece sanat değil.  İlk MTO’yu 1999’da açtım. İngiltere’de yüksek lisans ve doktora yaptım. Yeni Şafak Gazetesi 1994’te kuruldu. Londra’da temsilciliğini yaptım, hem de beş müstear isimle yazılar yazdım. Suat Filmer müstearı Yusuf Kaplan’dan çok popülerdi, onunla tanınıyordum.1998’de yurda döndüm ve Yeni Şafak Gazetesi’nin başına geçtim. Yeni Şafak’ın hem temsilciliğini yapıyordum hem de yazarlarını oluşturuyordum. 1999’da Bilgi Üniversitesi’nde hocalık yapmaya başladım. Üniversitedeki arkadaşlar hocam bunu okula dönüştürelim dediler, tamam dedim. Medeniyet Tasavvuru Okulu ilk orada başladı. 2003’te kapattım. Kapatma nedenim, Yusuf Kaplan’ı putlaştırmaya başladılar. 2006-2008 yıllarında bir daha kurdum. Sinemacılar, televizyoncular orada yetişti. Şu an bizim tarihimizi, kültürümüzü, medeniyet dinamiklerimizi anlatan dizilerin yönetmenleri, senaristleri, sanat yönetmenleri, görüntü yönetmenleri, yapımcıları olarak ciddi bir ekip 2. MTO’dan yetişti. 2019’da Sabahattin Zaim Üniversitesi, Medeniyet Araştırmaları Merkezi’nin başına geçtim. Rektör bey dedi ki; Türkiye’yi, ortalığı karıştıracak bir iş yapsan, ne yaparsın dedi. Bende Endurûnvari, bir okul kurayım dedim. Türkiye’nin en klas okulu olsun, en iyi adamlarını yetiştirsin istedim. MTO yeniden 2019 yılında kuruldu. Şu an 81 vilayette Hakkâri dahil olmak üzere 60-70 vilayette hizmet vermeye yaklaştık. 52 bin talebemiz var.

(Yusuf Kaplan ve Zeynep Yıldırım)

İnsanlığın önünü açacak çaplı insanların yetişmesine ihtiyacımız var

MTO 2019’dan beri hedeflediğiniz gibi karşılık buldu mu? Öncü nesil olma yolunda olan gençler için neler söylersiniz?

Ses getirmemesi mümkün değil. İlk sene Gençlik Bakanı aradı. Tarihi bir şey bu. Dedi ki: Hocam, biz MTO’yu Cumhurbaşkanlığı himayesine almak istiyoruz. Ben de hayır dedim. Niye dedi. Dedim ki; siz bugün varsınız yarın yoksunuz. Ben günü kurtarmak için değil, geleceği kurmak için açtım bu okulu. Yani burası; Semerkand, Buhara, Kûfe, Viyana okulu, Frankfurt, Prag vb. gibi bir okul olacak, dedim. Yani, İslâm okulu. Asıl ihtiyacını hissettiğimiz şey insanlığın önünü açacak çaplı insanların yetişmemiş olmasıdır. Postmodernizmle birlikte büyük entelektüeller, büyük düşünürler çağı bitti. Postmodernlik; yazarın düşünürün ölümüdür. Sıradan insanın zaferidir. 

Okul insanı nesneleştiriyor

Türkiye’deki eğitim sisteminin, sadece “yetenek öğütmeye” yaradığını söylüyorsunuz. Bu söyleminizden hareket edersek “okulsuz toplumu” mu kastediyorsunuz?

Hem evet hem hayır. Okul aslında insanı bir kalıba sokuyor. Nesneleştiriyor ve ruhsuzlaştırıyor. Modern okul sisteminden bahsediyorum. Tek tipleştiren, üzerinden silindir gibi geçen bir modern eğitim sistemi var. Okul bir mühendislik projesidir. Okul bir entelektüel proje değildir. Bir felsefi çaba değildir. Poetika değildir, politikadır. İnsanı araç olarak görmek, insanı daha fazla üreten, daha fazla kâr elde edilecek bir nesneye, makineye dönüştüren bir algı var burada; kapitalizm.  

Filistin’in Müslümanlar için özel konumu var. Mazlum ve işgal edilmiş bir coğrafya olarak geçmişten günümüze kadar toplumumuzun kültür iklimindeki önemi hakkında neler söylersiniz? 

Şu an İslam dünyasının entelektüel merkezi Filistin’dir. Çağımızda yetişmiş en büyük adamlar Filistin’de yetişti. Edward Said mesela, son yüzyılda bu toprakların çıkardığı en büyük adamlardan birisi. Mesela, İsmail Raci el-Faruki, bilginin islamileştirilmesi projesini başlatan, Müslüman bir düşünce sistematiğini üretmeye çalışan, öncü kuşaklar yetiştirmeye çalışan Faruki Filistinli’dir. Amerika’da  International Institute of Islamic Thought kurucusu. Amerika’da şehit edildi, katledildi. Suçu, günahı ne bu adamların? Bu adamlar geleceği kuracak adamlar. Günü kurtaracak değil geleceği kurtaracak olan adamların hepsini yok ettiler. Filistin o açıdan çok güçlü bir direnç noktası, direniş imkânı, refleksi kazandırıyor. Filistin’de doğan çocuklar hemen Beyrut’a gidiyorlar. Beyrut’tan Kahire’ye gidiyorlar. Kahire’den Londra’ya Amerika’ya Paris’e gidiyorlar. Entelektüel bir hikâye bu. Filistin, entelektüel direnişin, entelektüel toparlanışında kaynağını oluşturan mekanlardan birisi. 

Batı  vicdan azabı çekiyor

İsrail’in Gazze’deki soykırımı ve katliamlarına getirmek istiyorum sözü, 7 Ekim 2023 tarihinden beri Gazze’de yaşanan insanlık suçuna, kanayarak şahidiz. Sıcak sıcağa yaşanan katliamları nasıl gündemde tutmalı ve unutturmamalıyız? Çözüm önerileriniz nelerdir? 

Bunun yöntemleri belli. 1. Medyanın bu konuda kayıtsız olmaması lazım. 2. Tabii ki medyanın kayıtsız kalmaması için de dünyayı yöneten aktörlerin, ülke liderlerinin, siyasetçilerin, diplomatların bu konularda yoğun açıklamalar yapmaları gerekiyor. 3. Entelektüel olarak, kültürel olarak, akademik olarak, sürekli konferanslar sempozyumlar vs olması gerekir. Bunlar olursa sürekli gündem olur. Şu an acilen yapılması gereken şey ekonomik ambargo uygulanmasıdır. Tek bir ülkenin ekonomik ambargo uygulaması çok etkili olmayabilir ama mesela Suudi Arabistan’ın uygulayacağı ekonomik ambargo çok etkili olabilir. Ve tabii protestolar biraz durdu, insanlar yoruldu. Özellikle Batı’daki insanların protestoları gerçekten göz doldurdu. Nedeni şöyle: Suçu işleyenler onların adamları. Kendilerini suçlu olarak görüyorlar, vicdan azabı çekiyorlar. Bunu kimse bu şekilde konuşmuyor ama bence bu çok önemli bir şey. Yahudi soykırımıyla ilgili yaklaşık bir asırdır neredeyse inanılmaz bir propaganda makinası işledi ve Batı’daki kitlelerin zihinlerini delik deşik ettiler. Şimdi insanlar, siz bize bir sürü hikâye anlattınız, bunların hepsinin masal olduğunu anlıyoruz, siz vahşi yaratıklarmışsınız, demeye başladılar.

İslam ülkeleri Arap ülkeleri sessiz kaldı bunun sebebini neye bağlıyorsunuz?

İslam dünyasının bağımsız olmamasıyla ilgisi var. İslam dünyası İslam’ın şekillendirdiği bir dünya değil. İki asırdır sömürgecilerin şekillendirdiği bir dünya. Çok bir şey beklemek aşırı iyimserlik olurdu zaten. Burada asıl mesele kitlelerin protestolarının bir şekilde Gazze’ye ulaşmaları sağlayamamak. Gazze’nin açlığa mahkum edilmesine karşı direnen, yardım etmek isteyen insanların, sivil toplum örgütlerinin, ülkelerin önünü kestiler. Görünmeyen resim şu: Yahudiler tarihlerindeki en büyük dayaklarından birini yiyorlar. Şu an kendi intiharlarını yaşıyorlar. Yahudiler artık ağızlarıyla kuş tutsalar kimse acımaz. Yahudilerin medya üzerinden propaganda makinesiyle ürettikleri o imaj döküldü, maskeli balo bitti artık. Batı uygarlığı Gazze’de toprağa gömüldü. Gazze Batı uygarlığının mezarlığına dönüştü.

Yazılarınız ve söylemleriniz hakkında zaman zaman linçleniyorsunuz. Gazze’de yaşanan gelişmelerle ilgili söylediklerinizden dolayı linçlendiniz. Bu konuda neler söylersiniz? 

“Türkiye Gazze’dedir” ile ilgili kurduğum cümleler laf olsun diye kurulmuş cümleler değildi.  Ben aslında biraz şunu söyledim: İran Filistinlileri koruyormuş, mazlumların safında yer alıyormuş havası veriliyor. Bunu kabul etmiyorum. İran her tarafa saldırıyor. Irak’ı işgal etti, Türkiye’nin güneyini, Suriye’yi etkisi altına aldı, yerleşti. Filistin’e yerleşti. Lübnan’a yerleşti. Körfez ülkelerine yerleşti. Oysa mazlumların hamisi biziz, Türkiye’dir. Türkiye Bosna’da olduğunu ispatladı, Kosava’da olduğumuz anlaşıldı. Türkiye Gazze’dedir derken bilerek konuşuyordum. Ezbere konuşuyor değilim.

Kendilerini küçümsemesinler

 Gençler zamanlarını nasıl değerlendirmeli? Neler tavsiye edersiniz?

Kendilerini küçümsememeleri ve dev aynasında da görmemeleri gerekiyor. Ülkenin kaderini şekillendirecek insanlar olarak kendilerini yetiştirmeleri, yaptıkları işi en iyi yapmaları, bir dertlerinin, bir davalarının, bir iddialarının olması gerekiyor. Her şeye rağmen tarihin akışını, dışımızdaki dünyayı değiştirmemiz lazım. Ben gençlerden bunu bekliyorum. Medeniyet Tasavvuru Okulu gençlerini, sadece ülkedeki en iyi entelektüel donanıma, akademik donanıma sahip değil, ülkenin kaderini şekillendirecek, kendileri dışındaki dünyayı, kendi dışındaki insanların hayatını değiştirecek, öncülük yapacak insanlar olarak görüyorum. Biz bu ülkeyi asla terk edemeyiz.  Bizim en büyük iddiamız, en büyük rüyamız, en büyük hayalimiz ancak bu ülkede hayata geçirilebilir. En büyük iddiamız, en büyük hayalimiz esas itibariyle tabii ki İslam’dır.

Önceki Yazı

Dertlenmeye nereden başlamalı?

Sonraki Yazı

Bir durum tespiti “Sanatın Kendiliği”

Son Yazılar