Gelenek yenilerek geleceğe aktarılır, bu yüzden modern olamaz!

/
20 dakikada okunur

Mimar Hilmi Şenalp: “Herkesin “modernitesi” taklit değil kendi değerlerinden hareketle, geleneğe doğru atıfla “kendine göre” olmalıdır. İslam mimarisinde ifadesini bulmuş olan bu sadeleşmiş, uslûblaşmış sanat dediğimiz anlayış, nasıl bir değerler manzumesine sahip olduğumuzun en büyük delilidir. Gelenek, yenilenerek geleceğe aktarılan değerleri ifade eder, bu yüzden modern olamaz.”

İslam Bilim Teknoloji Müzesi, Osmanlı Arşivi, Marmara İlahiyat Camii, Şehitler Abidesi gibi eserleriyle tanıdığımız Hilmi Şenalp, mimari alanda 2022 Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü’ne layık görüldü. Geleneksel olana getirdiği yeni yorumlarla öne çıkan Şenalp ile ödül heyecanını, İslam düşüncesinin mimariye yansımalarını, geleneği ve moderni doğru anlamanın nasıl mümkün olacağını konuştuk.

Öncelikle 2022 Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülünüz hayırlı olsun. Eserleriyle ödüller almış bir mimar olarak listede isminizi gördüğünüzde neler hissettiniz? 

Çok teşekkür ederim. Elbette devletimizin hususen mimari konusunda böyle bir takdirin içinde olması bizi ziyadesiyle memnun etti, bizim için şereftir. Ancak biz hiçbir zaman ödül için çalışmadık, ödüllere ehemmiyet vermedik. Bir iş için ne yapılması icap ediyorsa onun gayreti içinde olmaya çalıştık. Aldığımız hiçbir ödül, başvuru yapıp ardından bir beklenti içerisinde olduğumuz şekliyle verilmedi. Ödülleri veren kurumlar uygun görmüşler, bu ödülleri vermişler. Bu yüzden aldığımız ödül sayısı oldukça azdır. Mimarlık ödülleri maalesef bir endüstridir. Eğer çok ödülünüz varsa, bu endüstriye yatırım yaptığınız, yani ödül almak için para harcadığınız anlamına gelir. 

Her şeyin moderni itibar görmeye başladı

Geleneksel mimarimizin kesintiye uğradığı uzun bir dönem var. Siz hem geleneğin devamlılığını sağlayan hem de ona yeni yorumlar katan projeler gerçekleştirdiniz. Ve bu eserlerinize özellikle “modern” denmesinden kaçındınız. Tam bu noktada geleneği ve moderni doğru anlamak adına bizim için tanımlayabilir misiniz?

Modernite günümüzdeki anlamı ve haliyle materyalist batı medeniyetinin eşyaya bakışının, âlem idrakinin, eşyaya çarpık ontolojik ve entelektüel yaklaşımının adıdır. Herkesin “modernitesi” taklit değil kendi değerlerinden hareketle, geleneğe doğru atıfla “kendine göre” olmalıdır. İslam mimarisinde ifadesini bulmuş olan bu sadeleşmiş, uslûblaşmış sanat dediğimiz anlayış, nasıl bir değerler manzumesine sahip olduğumuzun en büyük delilidir. Gelenek, yenilenerek geleceğe aktarılan değerleri ifade eder, bu yüzden modern olamaz. Geleneğinizde olanı yenileyemeden, yani yeni tabirle güncellemeden bir sonraki nesle bırakırsanız, orada önce bir çürüme, ardından aşırı tekrara bağlı olarak gelen bir yılgınlık ve nihayetinde gelenekten kopma gerçekleşir. Bu kopma gerçekleştiğinde bir kültürel difüzyon oluşmaktadır, yani yoğunluğu az bir kültür ortamınız olduğundan, oluşan boşlukları başka kültürler doldurmaya başlar. Batı medeniyeti moderniteyi önce kendisi yaşadı. Dini çok hızlı bir şekilde toplumdan uzaklaştırdığı için oluşan boşlukları değişik fikir ve felsefe ekolleri ile doldurdu. Öncelikle Feodalizm sonrası Rönesans ile Pagan Roma, Yunan kültürüne tekrar bağlandı. Ardından bu kültürün gerektirdiği insana ait kültür, din vs. ne varsa bunu kendine tekrar uyarlamak istediği için yeni paganizmin tanrısı bilim oldu. Bilimde hep ileriye gidebilmek için bir felsefe gerekiyordu ve bu felsefe ekolleri içerisinde aslında sınırları olan akıl ve idealizm ön plana çıkarak bir şeyin saf olması neticesini ortaya çıkardı. Bunun neticesinde muhteşem bir bilimsel gelişme bekleyebilirdiniz ancak sonucu büyük bir politik bölünme ve iki dünya savaşı oldu. İki kere aynı hataya düşen Batı idealizmden nihilizme düştü ve şu noktaya geldi: bugünü gerektiren ne ise en ideal ve akli (!) olan odur, o ne ise modumuz, tarz ve usulümüz, yani tepe değerimiz o olsun. Böylelikle Batı medeniyeti modernite dinini icat etti. Her şeyin moderni itibar görmeye başladı. Bir mod belirleyip, bu modun butonuna basıp açan, sonra sıkıldığı zaman kapatan bir kültürdür bu; mesela bir arabanın, binanın tasarımının eskimesi, bir modanın modasının geçmesi gibi… Buna tabii ki mimarlık da dahil oldu. Bu manada bizim projelerimizin modern mimarlık ile herhangi bir iltisakı bulunmamaktadır. Fakat Batı’nın burada yaptığı şey aslında kendi geleneğini devam ettirmekti. Yani Batı kendi içinde moderniteye tutarlı bir halde ulaştı. Bir akıma tüm gücüyle sarılıp, bu akım işe yaramamaya başlayınca ardından onun en büyük düşmanı olabilmek Batı medeniyetine ait bir özelliktir. Bu manada modernite dininden sonra günümüzün moda tabiriyle küreselleşme de modernite ve ondan sonra gelen postmodernizmin neticesi olup, yenidünya düzeninin, adı konmamış yeni dinidir. Bu dinin vatanı dünya, ilâhı para, ahlâkı ve adalet anlayışı kanunların müsaade ettiği doğrular, sermayesi insandır. İşte onlara benzeyelim, biz de modern olalım deyince işler onlarda olduğu gibi yürümedi. Bütün gelenek koptu, savrulduk ve hafızasını yitirmiş bir insan gibi yeniden geçmişi hatırlamaya çalışıyoruz. Biz de kendimizi bu noktada bir vazifeli olarak farz edip bu mevzuda elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz.

Mimarlık  terkib ve telif sanatıdır

İslam Bilim Teknoloji Müzesi, Osmanlı Arşivi, Marmara İlahiyat Camii, Şehitler Abidesi gibi yapılarınızda geleneksel olana getirdiğiniz yeni yorumlarla karşılaşıyoruz. Eserleri böyle yorumlayabilmek özellikle neye dikkat etmeyi gerektirir? 

Bunun için öncelikle İslam mimarisini ve kaynaklarını çok iyi bilmek mecburiyetindeyiz. İslam mimarisinin her zaman insanı ve insan ölçeğini esas alan bir mekân anlayışı olmuştur. Bu mimarinin insan üzerinde oluşturduğu tesirleri, bizim yeni malzemeleri kullanırken de oluşturabiliyor olmamız gerekir. Bunu yapabilmek için bazı olmazsa olmazlarımız mevcut. Bunlardan en önemlisi arşın ölçeğinin ve bu ölçeğin içerisindeki nisbet ve ahengin kullanılması… Mimarlık yalnız bina inşa sanatı değil, bir terkib (kompozisyon) ve telif sanatıdır. Bu noktada kütleleri etkileyen planların uslub ve ahenk prensibine uygun tasarlanması, gözün hareketini yönlendirecek olan cephelerin göz ve ruh zevkini temin edecek bir şekilde doğru nispetlerle ele alınması icap eder. Dış cepheler dışarıdaki kütle tesirini ortaya çıkaracak, iç cephelerin oluşmasıyla husule gelecek olan iç mekânlar da mahremiyet, güven ve huzur tesirlerini oluşturacaktır. Malzeme ve madde tesirine dikkat edilerek, bir ahşabın, taşın ya da mermer sathın, bir sıvalı veya brüt beton yüzeyin her birinin insan üzerinde farklı tesirler uyandıracağını bilerek buna göre tasarım yapılması gerekir. Detaylarda renk, ışık, simetri, ritim ve ahenk gibi unsurlara dikkat edilerek çalışmalar zenginleştirilir.

Asli geleneği yeniden yorumlamaya çalışıyoruz

Geometrik desenleri üçüncü boyuta taşıyarak uyguluyorsunuz. Bu üslubu oturtmaya çalışırken etkilendiğiniz kadim yapılar var mıydı? 

Bu da aslında gelenekte uygulanmış bir tekniktir. Orta Asya ve Endülüs’te kabuk ölçeğindeki örneklerini görebiliyoruz. Günümüzde biz de bu asil geleneği yeniden yorumlayarak yaşatmaya çalıştık. Günümüz Türkmenistan topraklarında kalan Merv’deki Sultan Sencer Türbesi, Endülüs’teki Kurtuba Ulu Camii bu geleneğin iki önemli temsilcisidir. Burada kubbesi kırlangıç tavan olan Erzurum Ulu Camii’ni de zikretmek icap eder.

Doğanın bilgeliği yaratıcının ilmindendir

Özellikle cami mimarisine getirdiğiniz yeni yaklaşımlarla dikkat çektiniz. 2000 yılında bitirdiğiniz Tokyo Camii ve Türk Kültür Merkezi, 2002 yılında Japon Mimarisine renk katan 40 elit eserin içine seçilip “Seçkin Aydınlatma Ödülü” aldı. Aynı zamanda Expo 2005 Aichi Japan fuarında temaya uygunluk ve tasarım açısından “Doğanın Bilgeliği” altın ödülünü de aldı. Işık ve tabiatla bağlantılı bu iki ödülü İslam düşüncesini merkeze alarak yorumladığınızda neler söylersiniz? 

İslam düşüncesi içerisinde, vahiy ve sünnet telakkisi ile akıl, ruh ve gönül birlikteliği sağlanır. Bu zaviyeden bakıldığında Tokyo Camii başka bir yapının tekrarı olmadan, bütün detaylarıyla 16. yüzyıl Klasik Osmanlı üslubunda inşa edilmiştir. Bu üslubu doğru bir şekilde uyguladığınızda elbette fevkalade dikkat çekiyor. Çünkü 16. Yüzyıl Osmanlı Mimarisi, İslam mimarisinin geçmişini Anadolu ve İstanbul’a ait yapı gelenekleri ile en güzel şekilde mecz eden bir uslûbtur. İslam mimarisi Tevhid inancı ve tabiattaki düzeni, matematik ve geometrik formlarla karakterize eden bir mimari üsluptur. Bu özelliklerini geometrik desenler, mukarnas ve rumi-hatayi desenlerde görebiliyoruz. Böyle bir yapı doğru aydınlatma ile aydınlatıldığında elbette gece tesiri de çok güçlü olmaktadır. Aynı şekilde Expo 2005 Aichi Japan fuarında da “Doğanın Bilgeliği” temasını; İslam Mimarisi ve İslam dininin kâinata bakışı ile âlem-eşya idrakini yorumlayarak, geometrik desenleri üçüncü boyuta kaldırılmış üç strüktür ve bunların bir parçası olan bir sergi ile işledik. Hakikaten geometrik desenler, İslam düşüncesindeki tevhid kavramını bir alem idraki olarak mimariye yansıtmış olan İslam sanatındaki soyutluğun çok önemli bir unsurudur. Bu noktada doğanın bilgeliğinin aslında yaratıcının ilminden geldiğinin ifade edilmesi önemli bir fırsat olmuştur.

Vücutta zaman olmaz, an olur

Eserlerinizin dış mekânındaki geometrik bir desenin, içeriye adım attığımızda adeta bizimle birlikte yürüdüğünü hissediyoruz. Bu iç-dış dengesini tuttururken geleneğe yaptığınız atıftan bahseder misiniz? 

Bu noktada mekândaki zaman boyutu ortaya çıkıyor. Aslında biz insanlar olarak 3 boyutlu geometrik bir dünya ve 4. boyut olarak da zaman boyutunda yaşıyoruz. Bu konu Einstein tarafından zamanın izafiyeti teorisinde ortaya konmuştur. Ancak bu çok önceden beri İslam düşüncesi ve mimarisinde bilinen bir mevzudur, mekân psikolojisi olabilecek en iyi şekilde ele alınmıştır. İnsanın hem mekândaki kendi hareketleri hem de göz hareketleri düşünülerek mekânlar tasarlanır. Dış cephede gördüğünüz geometrik desenler binaya kendi karakterini verir, yani gözünüz takıldığı anda geometrik desen tevhid ve tabiattaki düzen fikrini size tekraren hatırlatır. Aslında bunun için sadece geometrik bir desene ihtiyacınız yoktur, bunu cephenin arka planında saklı olan matematik ve geometrik düzen ile de verebilirsiniz. Bu desenlerin ya da geometrik düzenlerin olduğu yerde biraz önce bahsettiğimiz gibi nispetler doğru kurgulanır, malzeme, renk, simetri, ahenk, ölçek gibi unsurlar doğru ele alınırsa hissettiğiniz bu tesirler zaten kendiliğinden oluşur, yani içeriye girseniz de zaman izafi olduğundan girişte dondurduğunuz o an size eşlik etmeye devam eder. Zaman izafi bir kavramdır. Vücutta zaman olmaz, an olur. Bunu İslam mimarisinin hemen bütün şubelerinde görmemiz mümkündür. Bir Selçuklu kervansarayının taç kapısı, bir Osmanlı medresesinin giriş cephesi, hatta kadim ahşap bir evin cephe düzeni bu iç-dış dengesini oluşturan tesirlere sahiptir. 

Ülkemizin sadece mimari değil bir medeniyeti inşa eden tüm alanlarda geleneği günümüze göre yorumlayabilen eserlere ihtiyacı var. Bu anlamda son yıllarda dikkatinizi çeken, “kendi kaynaklarından hareketle yapılmış” dediğiniz işler var mı? 

Bu mevzuda rahmetli olmuş Sedad Çetintaş, Vasfi Egeli ve Sedad Hakkı Eldem’in hem mimarlık hem de kaynaklar hususundaki gayretlerini hayırla yad etmek gerekir. Günümüzde düşünce temelli doğru yorumlarıyla hocam Sadettin Ökten’e de minnettarız.

Önceki Yazı

Âşık Veysel ile hakikatin derinliğini arıyoruz!

Sonraki Yazı

Sanat bizi bahtiyar kıldı

Son Yazılar