Gelenekli sanatların olmazsa olmazı “usta çırak” ilişkisi

19 dakikada okunur

Ebru sanatçısı Alparslan Babaoğlu: “Bizim sanatlarımızın olmazsa olmazı usta çırak ilişkisi. Bu sadece sanatın tekniğini öğrenmek olarak değil. Her sanatın bir edebi adabı var. Kendi kendimize öğrenebileceğimiz birşey değil bu ancak ustadan çırağına geçer. Ebru sanatının edebini adabını usulünü ancak ustadan öğrenebilirsiniz. Teknik olarak kendi kendinize istediğiniz kadar verimli bir şekilde üretim yapın ama edebini öğrenecek kimse yoksa öğrenemezsiniz.”

Eylül ayı ile beraber kültür sanat dünyası yeni sergiler, konserler, etkinliklerle canlanmaya başladı. İstanbul’un kültür sanat çeşitliliğiyle takvimler ajandalar yoğunlaştı. O sergilerden biri de geçtiğimiz günlerde Atatürk Kültür Merkezi’nde (AKM) açılan “Hezârfen Necmeddin Okyay’a Saygı” sergisi oldu. Yazılı âkkase ebruların mucidi Necmeddin Okyay’ı anmak için kurulan serginin küratörlüğünü ebru sanatçısı Alparslan Babaoğlu yapıyor. Biz de Alpaslan Babaoğlu ile sergiyi, gelenekli sanatların dijitalleşme ile ilişkisini, usta çırak ilişkisinin günümüzde nasıl olduğuna dair bir röportaj gerçekleştirdik.

AKM Galeri’de yer alan “Hezârfen Necmeddin Okyay’a Saygı” sergisi nasıl planlandı ve nasıl bir yoldan geçti?
Bu yazılı akkase tekniği ile yazının bir bölümünü ya Arap zankıyla ya da hafif bir yapıştırıcı ile yapıştırılmış kağıtla kapatıp birbirini kalıbı söktüğün zaman yazı öyle yazılır. Bu şekilde ebru yazılmış gibi oluyor. Bunların mucidi Necmettin Okyay’dır. Önce yazının kalıbını kesmiş Arap zankıyla yapıştırmış sonra dışarı taşan Arap zankını boya almadığını görünce doğrudan mürekkep yerine Arap zankı kullanarak yazmış. Ben böyle yazılı akkaseleri 1997’de yapmaya başladım. 1999’da ilk sergimi sergiledim. O günden bu güne bu sadece yazılı ebru yazılı akkase has edilmiş olan üçüncü kişisel sergim. Yazılı akkasenin mucidi Necmettin Okyay olduğu için Necmettin Okyay’a hissettiğim bir vefa minnet borcum var. Onun sayesinde ben bunları yapabildim diye bu sergiyi Necmettin Okyay’a ithaf etmek istedim. Bu sergiyi 2020 yılının Nisan ayında yapacaktık aslında ama salgın başlayıp da şehirlerarası dışarı çıkma, seyahat yasağı başlayınca ertelemek zorunda kaldık. Ortam müsait olduğunca şimdi yapmaya karar verdik. Böylece bu sergi ortaya çıktı.

Bu serginin devamı olacak mı? Nasıl ilerlemeyi planlıyorsunuz?
Bundan sonra keyif için ebru yapmak istiyorum. Dolayısıyla bu kadar çok üretemem artık. Yaşım 65 oldu gözlerim yavaş yavaş bozulmaya başladı. Bu iş gözleri çok yoruyor. Yazıyı hattatın yazdığından farksız aynı onun yazdığı gibi o netlikte çıkartıp kesebilmek kalıbı gözü çok yoruyor. 3-4 miyopluk merceklerle çalışıyoruz. Dolayısıyla gözlerimde yavaş yavaş katarakt vs. olmaya başladı. Çok fazla yapabileceğimi zannetmiyorum ama ben yazılı akkase yapmaya devam edeceğim. Bu kapsamda bunun gibi sergi bir daha yapabilir miyim emin değilim. Ama elbette Allah sağlık verdiği süreçte ebru yapacağım. O ebrulardan güzel olanlarını da inşallah bir yerlerde sergilerim diye düşünüyorum.

Hocamı anlatmaya, ondan feyz almaya devam edeceğim

Eser anlamında hocalarınıza dair ürünler vermeye devam etmeyi düşünüyor musunuz?
Benim ebrunun tekniği ile alakalı “Türk Ebrusu Nakş-ı ber ab” adından bir kitap yazdım. Klasik Türk Sanatları Vakfı yayımladı. 2022 yılında geçen senede doğumunun 100.yılında hocam Mustafa Düzgünman’ı, onunla ilgili hatıralarımı yazdım. Önümüzdeki hafta Birlik Vakfı’nda Mustafa Düzgünman hocamızı anlatmaya gideceğim. Bizde ustayla çırağın ilişkisi her ikisi de hakka yürüyene kadar devam eder. Ustası ölür ama çırağı onun eserlerinden feyz almaya devam eder. Gittiği her yerde ustasını anlatarak ona hizmete devam eder. Bende hakkın rahmetine kavuşana kadar hocamı anlatmaya, onun eserlerinden feyz almaya devam edeceğim. Bu anlamda hizmetim de devam edecek.

(Alparslan Babaoğlu ve Rabia Bulut)

Ebru sanatında usta çırak ilişkisi önemli bir yer kaplıyor. Şuan ki gelenekli sanatların ilerleyişinde usta çırak ilişkisini nasıl görüyorsunuz?
Bizim sanatlarımızın olmazsa olmazı usta çırak ilişkisi. Bu sadece sanatın tekniğini öğrenmek aracıyla değil her sanatın bir edebi adabı var. Kendi kendimize öğrenebileceğimiz birşey değil bu ancak ustadan çırağına geçer. Ebru sanatının edebini adabını usulünü ancak ustadan öğrenebilirsiniz. Teknik olarak kendi kendinize istediğiniz kadar verimli bir şekilde üretim yapın ama edebini öğrenecek kimse yoksa öğrenemezsiniz. Dönüp baktığınızda bizim sanatlarımızın geleneğiyle beraber bugüne geldiğini görürsünüz. O yüzden bugüne gelmesini sağlayan geleneği koparırsanız usta çırak mirasının yarısından fazlası geçmişte kalır. Geleceğe intikal etmez. O nedenle usta çırak mirası çok önemli.

Günümüzde dijitalleşmeden çokça bahsediyoruz. Gelenekli sanatların dijitalleşmeyle ilişkisini nasıl görüyorsunuz?
Ben gelenekli sanatlar derken bu sıkı sıkıya bir geleneğe bağlı hiçbir yenilik yok olarak anlamıyorum. Öyle anlamamak lazım gelenek kendi içinde tekamül ediyor. Ama tekamül ederken o geleneğe aykırı yeniliklerle tekamül etmiyor. Yapılan yenilikler bugüne kadar yapılmış geleneğe aykırı değil. Şöyle bir örnek vereyim; bizim sanat geleneğimizde insan sureti yapmak, üç boyutlu çiçekler, içi gözüken çiçekler ya da hayvan suretleri yapmak yok. İslamiyetin ilk yıllarında insanların puta tapma riski vardı bu yüzden tasvir yasağı getirildi. Bu tasvir yasağı bizim sanat geleneğimizi şekillendirdi. Bugün bir tasvir yasağından söz etmesek de sanat geleneğimizde tasvir yasağıyla şekillendiği için bu geleneğimizi devam ettirmek adına buna devam ediyoruz. Üç boyutlu çiçekler çalışmıyoruz. Bu tezhipler mesela üç boyutlu yapılmış geçmişte onun şukufe demişler, teşhisten ayırmışlar. Çinide mesela üç boyutlu çiçekler yapılmamış. Bugün çini çalışanlar üç boyutlu çiçek resimleri hayvan figürleri yapıyorlarsa yanlış yapıyorlar. Geleneğe aykırı bir şey yapıyorlar. Yaptıkları çini ama o çiniyi götürüp bir camiye asamazsınız. Çünkü içinde bir canlı tasviri var. Dolayısıyla gelenekli sanatlarda dijitalleşmeye çok kökten bir değişiklik ya da bunlar artık çağın gerisinde kaldı biz yeni şeyler yapalım mantığıyla yaklaşırsak eğer geleneği kaybederiz. Ortaya çıkanlar bunlardan alakasız şeyler olur. Ebruda gelenekten kopuk çağdaş denemeler yapmaya çalışıyorlar. Bu insanlar ancak bir yenilik yaparsak sanatçı oluruz gibi bir algıya sahipler. Yenilik katmam düşüncesiyle bakıyorlar bu da geleneğe ters oluyor.

 

 

Ebrunun icrası çok zahmetli

Günümüzde gençlerin gelenekli sanatlara bir ilgisi var. Bu uzun yolda usta çırak ilişkisi içerisinde yürümeye nasıl bakıyorlar?
Bu yola başlayan 10 kişi ise yola çıkan 2 kişi olur. Ebru insanları çok cezbediyor. Renklerle oynamak, yeni renkler yapmak, anında sonuç almak, farklı desenler çıkartmak gibi şeyler çok canlı bir yapı sunuyor. Hep bir hareket var ve bu insanları cezbediyor. Ama bunun öğrenme süreci çok uzun icrası da çok zahmetli. Ebru yaptığınız yerin seramik olması lazım halının üzerinde bunu yapamazsınız. Çünkü boya etrafa sıçrıyor. Bulunduğunuz yerde su olması lazım. Çünkü sürekli kavanoz, fırça, tekneleri yıkıyorsunuz. Bu tarz şeyler insanı bir süre sonra yıldırıyor ya da ben bunla uğraşamam deyip bırakıyor. Başka bir sanata yöneliyorlar. Dolayısıyla ebru yapmak isteyen sayısı çok fazla devam eden sayısı az. Ama buna rağmen Türkiye’de çok fazla sayıda insan ebruyla uğraşıyor.

Bizim ebrumuzda determinizm yok
Dijitalleşmeden kastınız dijital ortamda ebru yapmaksa böyle şeyler var internette rastgele sayı üreteçleri kullanarak ebru yapıyorlar. Siz bir parametre seçiyorsunuz o parametre renkleri, boyaların düştüğü yeri belirliyor ve ortaya bir battal ebru çıkıyor. Ama bizim ebrumuzda determinizm yoktur. Külli irade ve cüz’i irade vardır. Her ebruda, ebrucu eserin içine katacağı su miktarını, hangi fırçayla serpecek, kuruması için ne kadar boya bırakacak onu kendisi belirliyor. Fakat fırçayı eline alıp da teknenin ucuna vurduğu andan itibaren hangi damlanın nereye gideceğini kendisi karar veremiyor. Ona külli irade karar veriyor. Bizim inancımıza göre ben istediğim kadar damlayı bir yere atmak isteyeyim damlalar Allah’ın takdir ettiği yere gidiyor. Bilgisayarda deterministik değerlerle yaptığınız ebru hiçbir zaman bizim böyle yaptığımız ebruyla eşdeş olamaz. Aynı olamaz. Orada hangi damlanın nereye gideceğini bilgisayar programı belirliyor. Planlı birşey oluyor. Matematiksel olarak hesaplanıyor. Bizim yaptığımız ebru öyle değil dolayısıyla ebru üzerinde dijitalleşmekten söz edemezsiniz.

Sayı arttıkça kalite artmadı

Gelenekli sanatların bugününü ve geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Ben ebruya 83-84 yıllarında 40 sene öncesinde başladım. Ben başladığım yıllarda ebruyla uğraşan insan sayısı bütün Türkiye’de 5-6 taneydi. Tek ustası vardı o da Mustafa Düzgünman’dı. Ama bugün binlerce insan ebru yapıyor. Bu bütün sanatlarımız için geçerli. Değişen sonuçlar bunu gerektiriyor. İnsanlar gelenekli sanatlara daha fazla itibar etmeye başladılar. Minyatür, tezhip, çini, ebru sanatlarının hepsi bu artıştan nasiplendi. Ama bu sayının artışı tek başına yeterli değil. Bütün bu insanların sanatlarını icra etmesi lazım sanat yanlış icra edilirse gelenekler ifa edilirse geleceğe bunu doğru taşıma ihtimalimiz azalır. Bir risk oluşuyor. Sosyal medyada birtakım insanlar tezhip, hat yaptıkları için kendilerine sanatkarım diyor. Ama yazdığı yazılara bakıyorum Allah’tan kork diyorum. Çünkü insanın kendine sanatçı demesi için bir edep olması gerekiyor. Ben kendime sanatçı demiyorum. bana başkaları sanatçı desin. Sosyal medyada böyle bir karmaşa ve risk var yani sayı arttıkça kalitede o oranda artmadı.

Klasik Türk Sanatları Vakfı gibi çeşitli kurumların, gelenekli sanatların aktarılmasındaki konumlarını nasıl buluyorsunuz?
Bütün vakıflar doğru çalışıyor diyemem. Çünkü içerisinin işleyişini bilmiyorum ama Klasik Türk Sanatları Vakfı eğittiği kişiler hangi sanatı öğreniyorsa o sanatı usta ellerden öğreten bir vakıf. Her vakıf her belediye kendisini geleneksel sanatlarla ilgili bir kurs düzenleyip insanlara bunu öğretmek amacıyla yola çıkıyor. Burada çok dikkat etmemiz gereken bir şey var. Dersleri veren kişi hangi konuda öğretiyorsa icazeti sağlaması lazım. Mesela meslek edindirme, kuaförlük, aşçılık kursu yanında hat kursu açılıyor. Ama bir kuaförlüğü iki senede öğretirsiniz ama hüsnü hattı on senede öğretemezsiniz. Hiçbir hatta ben oldum artık demez. Merhum Necmeddin Okyay ölmesine yakın ben hala talebeyim diyordu. Mustafa Düzgünman hocam 65 yaşında iken hocası Necmettin Okyay vefat edeli 10 sene olmuş iken kendisine “Hocamın çırağıyım. Böylece mağlubum” diyor. Şimdi bu edep nerede bir de ben sanatçıyım size ebru öğreteyim deyip abuk subuk şeyler öğreten insanlar var. Dolayısıyla vakıflara, belediyelere burada da çok önemli bir görev düşüyor. Doğru insanlara çalışmayı bulmaları lazım.

Önceki Yazı

Kitap okumanın lezzeti

Sonraki Yazı

Boş zamanlarımızda belgesel izleriz

Son Yazılar