Bozlak kültürünün günümüzdeki temsilcisi İsmail Altunsaray: “Geleneksel müzik kendi var olan ögelerini, cümlelerini, içerisindeki kodları hangi enstrümanla çalarsak çalalım hiçbir zaman yitirmez. Teknolojinin geleneksel müziğe negatif katkısının olmadığını aksine pozitif şeyler yapılabileceğini düşünüyorum. Sadece, daha bilimsel daha müzik bilimine hakim insanlar tarafından yapıldığı zaman çok daha güzel sonuçlar doğuracağına inanıyorum.” diyor.
Bozlak kültürü bugün Neşet Ertaş’ı dinleyen herkesin hakim olduğu, Anadolu’nun doğallığını ve içten değerlerini bizlere müzik tınılarıyla sunan bir müzik kültürü. Günümüzde bilinen bir diğer tanımıysa geleneksel müzik. Popüler kültür ve gelişen teknolojinin de etkisiyle her ne kadar pop ve rap müzik hayatımızda geniş yer buluyor gibi görünse de, yapılan son araştırmalar Türk Halk Müziği’nin yani geleneksel müziğin dinleyici konusunda bir artış yaşadığını gösteriyor. Bunu sağlayan isimler arasında hiç kuşkusuz İsmail Altunsaray da bulunuyor. Kırşehir’de yetişen ve ablasının kendisine almış olduğu bir bağlama ile kaderi şekillenen İsmail Altunsaray, günümüzün Bozlak kültürü temsilcilerinden ve Neşet Ertaş’ın da veliahtı olarak gösteriliyor. Ünlü sanatçıysa bu konu hakkında, “Kimse Neşet Ertaş’ın veliahtı olamaz, kimse Neşet Ertaş olamaz. Herkesin kendisine göre bir dokusu, bir rengi, bir tadı var. Hiç kimse Neşet usta gibi olamaz.” ifadelerini kullanıyor.
Yolculuğunuz aslında 12 yaşınızda başlıyor. Ablanızın size aldığı bağlama ile beraber müzikle tanışılan o gün. Peki o zamana kadarlık süreçte İsmail Altunsaray için müzik, hayatında nasıl bir noktadaydı?
Müziğe başlamam tamamen ablamın sayesinde ama biraz da tesadüfen oldu. Ablam bir müzik mağazasına keman almak için giriyor, kemanın fiyatı pahalı gelince o zaman “Elinizde ne kadar para var?” diye soruyorlar, o da elindeki miktarı söylüyor ve “O paraya ancak bağlama eder (alınabilir)” diyorlar. Ve bağlama satın alıyor. Ablam da o sıralarda Marmara Üniversitesi Resim Bölümü’nde okuyordu. O benim biraz müziğe yeteneğimi, yatkınlığımı görmüş olacak ki; ablamın bağlama hediyesiyle de müziğe başlamış oldum.
Ablamın sevgisi, mesleki yolumu çizdi
Aslında bir yerde sizin kader yolculuğunuzu da çizmiş olmuş ablanız
Evet, tabii ki. En büyük başlangıç, ilk adımım oydu. O yüzden ablamın bana karşı olan sevgisinin; mesleğimde yolumu çizmemdeki rolü çok büyük.
Akademisyenlik icracılığı öldürüyor
Anadolu Halk Müziği’ni temsil ediyorsunuz, eğitiminiz Türk musikisi üzerine. Ve yüksek lisansınızı da bu alanda yaptınız. Sanatınızı akademik alanda ilerletmek isteği neden oluştu? Ve tabii almış olduğunuz bu akademik eğitim, eserlerinizi icra etmek noktasında size neler kattı?
Başlarda akademisyen olmak isteğim vardı. Yüksek lisansımı tamamladıktan sonra, mezun olduğum İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Ses Eğitimi Bölümü’nde Türk Halk Müziği repertuvarı derslerine girdim. Belki çalıştığım şartlardan ama genel olarak biz de sanat alanında akademisyenlik, icracılığı biraz öldürüyor diyebilirim. Akademisyenliğin icracılığıma olumsuz etkileri olduğunu düşünerek, icracılıkla devam etmeye karar verdim.
Kimse Neşet Ertaş’ın veliahtı olamaz
Kırşehir demek Neşet Ertaş ve bozlak kültürü demektir bir yerde, sizin de doğup büyüdüğünüz topraklar. Günümüzün bozlak kültürü temsilcilerindensiniz ve Neşet Ertaş’ın da veliahtı olarak gösteriliyorsunuz. Bu size ne hissettiriyor?
Estağfurullah. Kimse Neşet Ertaş’ın veliahtı olamaz, kimse Neşet Ertaş olamaz. Herkesin kendisine göre bir dokusu, bir rengi, bir tadı var. Hiç kimse Neşet usta gibi olamaz. Bunun örneği çok zaten. Neşet Ertaş’ın bir sözü var, gittiğim her yerde de söylüyorum; “Gölgeye girenin, gölgesi olmaz.” Kendisi nasıl babası Muharrem Ertaş’ın gölgesinde kalmadıysa… Neşet Ertaş zaten bu konuda en büyük örnektir. Bu sözü de onu, tam anlamıyla tanımlamaktadır.
Ki aynı zamanda Neşet Ertaş, Musa Eroğlu, Erkan Oğur gibi ustalarla çalışma şansına erişmiş bir sanatçısınız. O zamanları bir de sizden dinlesek. Bugünkü İsmail Altunsaray müziğinin şekillenmesinde, nasıl bir etkisi oldu bu deneyimlerin?
Bahsettiğiniz bu ustaların hepsi, benim müziğe başladığım andan beri hayatımda olan insanlar. Tabii Erkan Oğur hayatıma biraz geç dahil oldu. Aslında Mazhar-Fuat-Özkan kayıtlarından zaten biliyordum ama daha profesyonel bir şekilde dinleme şansı, ülkemizin kendisini tanıyıp keşfetme zamanı biraz geçti. Biz de ondan nasibimizi aldık. Zaten hepsi hayatımda her zaman beni şekillendiren, saydığımız insanlar. Ben bunu şöyle görüyorum; her çiçekten bir bal alıp artık kendi tadını ortaya koyabilmektir sanat. Bu anlamda hepsinin hayatıma sadece müzikal olarak değil, felsefik ve ideolojik olarak da çok büyük katkıları oldu. Sadece müzik yönüyle düşünmemek lazım.
Önemli olan, işin edebi tarafı
Dijitalleşen bir dünyadayız. Pek çok şey gibi insanların, müzik anlayışları da değişmiş durumda. Geçtiğimiz aylarda da, Türk Halk Müziği dinlenmelerinin büyük oranda artış gösterdiği belirtilmişti. Peki siz, Anadolu Müziği’nin günümüzde hak ettiği karşılığı bulabildiğini düşünüyor musunuz?
Aslında bir kültür politikası eksikliğinden bahsetmem gerekiyor bu noktada. Sürdürülebilir bir kültür için ne yapılabilir, nasıl bir araya gelinir bunların çalıştayı, beyin fırtınası yapılmak zorunda. Bizi biz yapan unsur kültürümüz biliyorsunuz. Bu anlamda sürdürülebilir, devam edebilir, korunabilir kültür nasıl olur, bunun için neler yapılabilir? Açıkçası büyük bir birlikteliğe, bütün bilim dallarının bir arada olduğu bir konsültasyona ihtiyaç var. Daha sonrasında çok daha güzel şeylerin olacağına düşünüyorum. Ama popüler kültür işte biliyorsunuz; dünyanın her tarafında olduğu gibi ülkemizde de ağırlığını sonuna kadar sürdürüyor. Bizim için önemli olan, işin edebi tarafı. Çünkü sizin yapmış olduğunuz müzik; edebi bir köke dayanmıyorsa, ileride yok olmaya mahkum olacaktır. Bunu sadece müzik olarak söylemiyorum. Söz ve müziğin olduğu yerlerde söylüyorum. Enstrümantal müziği bunun dışında tutuyorum. O yüzden çok daha büyük, kapsamlı bir kültür politikasına ihtiyacımız var. Popüler kültürden arınmak zorundayız; basit, insanların çabuk tüketebildiği, hemen anlayıp üzerinde düşünmek istemeyen bir toplumun olamayacağı günlere gelmemiz lazım. Daha üzerine düşünebilen, üzerine düşünmekten çekinmeyen, daha çalışkan bir topluma aslında evrilmeliyiz diye düşünüyorum. Bu anlamda, yeni bir kültür politikasının oluşturulması gerektiğine inanıyorum.
Dijitalin ve teknolojinin bu kadar hakim olduğu bir dönemde, müzik aletleri ve besteler de bunun nasibini aldı elbette. Elektronik bağlama örneği nitekim… Geleneksel müzikte teknolojinin bu kadar hakim olmasını doğru buluyor musunuz?
Geleneksel müzik kendi var olan öğelerini, cümlelerini, içerisindeki kodları hangi enstrümanla çalarsak çalalım hiçbir zaman yitirmez. Teknolojinin geleneksel müziğe negatif katkısının olmadığını aksine pozitif şeyler yapılabileceğini düşünüyorum. Sadece, daha bilimsel daha müzik bilimine hakim insanlar tarafından yapıldığı zaman çok daha güzel sonuçlar doğuracağına inanıyorum. Çünkü teknoloji hayatımızda bugün yok, hep olacak artık. O yüzden bizim güncelde müziğimizi nasıl sürdürülebilir hale getirmeliyiz, onu düşünmemiz lazım. Biraz önce bahsetmiş olduğum sürdürülebilir kültür politikası, aslında buna işaret ediyor.
Sıkı bir dönüşüme girmemiz gerekiyor
Müzik alanında her tarzı bir arada görmek ve harmanlaştırmak mümkün. Siz de bozlak ve flamenkoda bunu başarıyla gerçekleştirmiş bir isimsiniz. Bu birbirinden bağımsız iki tarzı bir araya getirmek fikri nasıl oluştu?
İspanyol flamenko müzikle Anadolu Halk Müziği türleri arasında benzeşik çok fazla özellik olduğu için, birbiriyle gerekli armonik zemin üzerinde çok güzel bir araya gelebilecek, ayrı renkleri gösterebilecek iki farklı ama gönülleri bir müzik sentezi diyelim buna. Biz burada gönül diyorsak onlar da orada “corazón” diyor. Aslında aynı şey anlatılıyor ama farklı sunumlarla anlatılıyor. Kültürümüzün önemi bu noktada çıkıyor. Bizim aslında müziğimiz, kültürümüz çoktan bu toprakların dışına çıkmayı hak ediyordu ama biraz önce bahsettiğim kültür politikasına dayanıyor. O yüzden bizim bir an önce sürdürülebilir kültür politikasıyla alakalı çok sıkı bir dönüşüme girmemiz gerekiyor.
Uluslararası çalışmalarınıza değinmek isterim bir de… İspanyol flamenko gitaristi Paco Peña, geleneksel anlamda dünyaca tanınmış bir isim olan vokal Miguel Ortega, Ulusal Cordoba Flamenko Ödülü almış İspanyol sanatçı Ye Ye De Cadiz ile aynı sahneleri paylaştınız. Berliner Philharmoniker Chamber Music Hall’da da bir konsere imza attınız. Bu tarz uluslararası çalışmalarınızın devamı gelir mi?
Bu tarz çalışmalar sponsorlar aracılığıyla gerçekleşen konserler. Dünyanın iki farklı ülkesinden insanları bir araya getirip ekiplerin prova yapmaları, birçok detay için mecburen zaman geçirmek zorunda olmaları –çünkü prova aşaması bu anlamda çok çok önemli – iki kültürün birbiriyle daha iyi kaynaşabilmesi, örtüşebilmesi için gerçekten çok daha fazla mesaiye ihtiyaç var. Bu mesaiyi de sponsorlar aracılığıyla gerçekleştirmek lazım çünkü çok maliyetli işler bunlar. Ülkemizde de aslında daha çalakalem yapılan işlerden ziyade böyle işlerin yapılmasını; ülkemize katkısı, müziğimizin ve kültürümüzün daha sınırlarımızın dışına çıkabilmesi adına daha anlamlı ve önemli buluyorum.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ve TİKA desteğiyle düzenlenen 9. Uluslararası Sürmeli Festivali bünyesinde Nida Tüfekçi Altın Bağlama Kültür Sanat Ödülleri’nde Türk Halk Müziği İcracılık Dalı’nda Teşvik Ödülü’ne sahipsiniz. Ki pek çok ödülünüz de mevcut. Ödüllerin, kariyer yolculuğunuzdaki etkisi nedir sizin için?
Nida Tüfekçi hocama Allah’tan rahmet diliyorum. Nida Tüfekçi, Muzaffer Sarısözen gibi ismini sayamadığımız birçok hocamız Anadolu’yu köy köy gezerek; şu an TRT repertuarında ve insanların gönlünde bulunan 6 binden fazla eseri notaya yazılı ve işitsel, görsel kayda geçiriyorlar. Eşinin doğumuna bile gitmeden eşek sırtında köy köy derleme yapan insanlardan bahsediyoruz. O yüzden böyle kıymetli Anadolu’ya, kültüre çok büyük emekleri geçmiş ustaların isimlerinin geçtiği ödüllere layık olmak benim için çok büyük onurdur. Ve hayatımdaki kırılma noktalarından bir tanesi de odur. Bunu açıkça söylemeliyim.
Köklerimizden kopmamalıyız
Bu zamana kadar ekranda hep pop müziğe yönelik şarkı yarışmaları gördük. Jürisi olduğunuz Sen Türkülerini Söyle yarışması, seyircileri Türk Halk Müziği ile buluşturan bir müzik programı oldu. Tabii bu anlamda, büyük bir farklılık da oluşturdu öyle değil mi?
Bu yarışmanın başlaması bizi gerçekten çok heyecanlandırdı. Ve şimdiye kadar yapılmış olan pop müziği alanındaki yarışmalar da zaten bu popüler kültür maalesef tuzağının hepsi birer parçası. Bunu da kötülemek anlamında söylemiyorum. Yapılan işlerin içerisinde gerçekten saygı duyduğum, yetenekli insanların çıktığı bir iş oldu. Ancak bunun daha koruyucu bir zeminde daha kültürümüzü koruyan bir anlayışta yapılması, daha felsefik ve köklerimize dayanır bir tarafı olması lazım. Yani kendi köklerimizden kopmamalıyız, önemli olan o. İyi ve kötü olmak üzere iki tür müzik var zaten. Hiçbir müzik türünü eleştirmiyorum aslında. Burada bizim eleştirdiğimiz; anlatım, ifade, edebi anlatım. Söz kültürü bizim için, gençlerimiz için çok önemli. Çocuklarımız bu insanları idol olarak görüyor ve yaşamlarına belki onların davranışlarını görüp yön veriyorlar, kendilerine hayat biçiyorlar. O yüzden bu anlamda yapılan çalışmaları çok çok önemli buluyorum. Bunlara dikkat edildiği zaman, popüler kültür de kalitelişecek diye düşünüyorum.