Genç Hikâyeciye Yol İşaretleri – I –

7 dakikada okunur

Elimizi kaldırmamız, onu bir süre havada tutmamız, bekletmemiz, yumruk yapmamız veya bütün parmakları gererek birbirlerinden uzaklaştırmamız, elimizi yavaşça masanın üstüne indirmemiz ya da cebimize sokmamız ya da onunla bir omza dokunmamız hep hikâye. Gözlerimizi hızla kırpıştırmamız, korkunç bir şey görmüş gibi sıkıca yummamız, güzel bir şey görmüş gibi kocaman açmamız, hüzünlendiğimizde yaşlara boğmamız, yalnızca gözlerimizden birini kırpmamız hep hikâye. Çünkü bütün hareketlerimiz bir niyet veya amaçla yapıldığında hikâyenin o büyülü kaşesiyle mühürlenir.
Bizi kuşatan her şey, bir hikâyenin parçasıdır ve etrafımızda sürekli binlerce hikâye kesişir, uçuşur, başlar ve biter. Durağan görünen anlar dahi bir yığın hikâye kırıntısıdır. Onları yakalamak isteyenler, önce görmeyi başarmalıdırlar. Gördükleri takdirde rahatlıkla diğer hikâyelerden kesip çıkarabilirler onları. Eğer dikkatli olurlarsa binlerce resmin arasından o bir taneyi çekip alabilir ve tek bir parçaya sahip olabilirler. Dikkatli olmalı bu işlem yapılırken; başka hikâyelerin değil, sadece o bir tanenin bağlarını kurtarmalı.
Sonsuz bir yumak olan hayatın içinde o biricik hikâyeyi gördükten sonra ikinci aşamaya geçmeli. Köklerinin kurumaması için ona uygun bir toprak -ya da bu durumda gerektiği üzere uygun bir kurgu- bulmalı. Doğal devinimini sağlayan merkezden uzaklaştığı için tek başına hayatta kalması zordur. O yüzden kurgu gereklidir o anda, çünkü hayattan koparılan her hikâye, yazıya dönüşebilmesi için kurgunun hükümranlığına girmelidir.
Kurguyla hikâyeyi şekillendirmek, ona yeni bir hayat alanı açmak demektir. Tek başına ve yalın hâliyle bu kurgusal dünyada yaşayamayacağı için ona belki yapay kanatlar, gözler, fazladan ayaklar ve hiç sahip olmadığı sesler vermelidir. Bu önlemler onu çürümeye, hızlıca yok olup kaybolmaya karşı koruyacak olan hayati önlemlerdir. Bu aşamasında artık saflığını yitirip “öyküye” dönüşür. Karşımıza alıp baktığımızda onda hayatın bir parçasını görsek de o, işlendiği için karatı yükselmiş bir pırlantadır artık.
İlk aşamaların görmek ve onu ana hikâyeden ayıklayıp çıkarmak olduğu aşikâr. Fakat görmek, sanıldığı kadar kolay bir eylem değildir. Aslında o anlık bir eylem değildir; geri planında büyük bir hayat tecrübesi vardır. Rilke “Malte Laurids Brigge’nin Notları” isimli tek romanında bu hayat tecrübesine nelerin dâhil olduğunu açıklıyor. Şair her ne kadar bütün hazırlık evresini tek bir mısra yazmak için gerekli görse de bunu iyi bir cümle kurmak için de kabul edebiliriz:
“Bir mısra yazabilmek için insan, birçok şehir görmeli, insanları, nesneleri görmeli, hayvanları tanımalı, kuşların nasıl uçtuğunu hissetmeli, küçük çiçeklerin sabahları açarken nasıl titreştiğini bilmeli. İnsan, bilinmeyen yerlerdeki yolları, beklenmedik rastlantıları ve uzun zamandır yaklaşmakta olduğunu sezdiği ayrılıkları düşünebilmeli, hâlâ anlaşılmamış çocukluk günlerini; sevindirici bir şey söylediklerinde (fakat bir başkası için büyük bir sevinçti bu) anlamayıp kırdığımız anne babaları; o kadar çok, derin ve ağır değişimlerle garip, tuhaf başlayan çocukluk hastalıklarını (…) düşünebilmeli. Bütün bunları düşünebilmek de yetmez. Anılar da olmalı (…) ölenlerin yanında bulunmalı; açık penceresinden içeri kesik kesik gürültüler dolan odalarda, ölülerin baş ucunda oturmuş olmalı. Bu da yetmez, anılar da yetmez. Çoksa anılar, onları unutabilmeli, sonra da dönüp gelmelerini beklemekten yana büyük sabır göstermeli. Çünkü anılarla da bitmez. Onlar ancak içimizde kan, bizde bakış ve davranış oldukları, isimsizleştikleri, artık bizden ayırt edilemedikleri zaman (…) bir mısranın ilk kelimesi anıların arasından çıkıverir.”
Görebilmek için hayatı fark etmeliyiz. Acısını, sevincini ve getirdiği gibi aldığı da nice duyguyu özümsemeliyiz. Ne zaman ki artık bizden bir parçaya dönüşür bütün hisler ve onları anında tarif edebilecek duruma geliriz, o vakit beyaz sayfanın başına geçmek için bir adım daha atmış oluruz.

Önceki Yazı

Christchurch Filmi İçin Çok Erken

Sonraki Yazı

Kitaplık 11. Sayı

Son Yazılar