Genç Hikâyeciye Yol İşaretleri-II

7 dakikada okunur

Hikâyeciler de genel anlamda yazardır. O yüzden bu öğütler sadece hikâyecilere değil, yazmayı düşünen herkesedir. İnsan, zaman zaman hayatından hatta yaşadığı dünyasından şikâyet etse de varlığını ebedî kılmanın yollarını arar. Ben de buradaydım, demek ister gibi kendini ölümsüzleştirmenin peşine düşer. Bu bazen resimle olur, bazen heykelle, bazen besteyle ama çoğu kez de kolay olduğu zannedilen yazıyla.

Yazı yöntemini seçenler, yazmanın ne olduğunu bilmeden masa başına oturur genellikle. Büyük bir hevesle kalem ele alınır fakat kısa sürede yazma eylemi, onu seçeni çileden çıkarır. Çünkü bu iş, sanatlar içinde en çok hafife alınanı, kolay görünenidir. Oysa tek bir cümlenin uzaktan basit görünen havası, bir anda dağılıverir de insan, güvenlik önlemleri son derece ileri bir kaleyle karşı karşıya olduğunu anlar. Bunu anladığında geç kaldığını da görür. Ne kaleye giriş vardır ne de geriye dönüş; tek gerçek, bu duvarların aşılması gerektiğidir.

Böyle bir durumda kalmadan önce, kaleyle karşılaşmış birinin yol boyunca aldığı darbelerden ders almak ve belki bir gün yazmak isteyenler için birkaç şey söylemekte fayda var.

Kaleye Girmeden Önce:

·Yazma kalesi de sanatlardan biridir. Onu asla hafife almamalı.

· Her sanatın temelinde övgüler ve alkışlar değil, çalışmak yatar.

· Daha önceden yazma kalesine girmenin yollarını arayanların sözlerine ve tecrübelerine kulak vermeli.

· “Bu iş çok kolay”, “Yazarım ben” gibi cümleler, insanın ayağına bağladığı taşlardır. Onlarla ne uçabilir ne de yüzebilir.

· Yazmak için bir konu yüzünden uykusuz kalmayı, onu her gidilen yere taşımayı göze almalı.

· “Ünlü yazarın villası”, “Milyonlarca baskı yapan kitap” gibi cümleleri daha yoldayken buruşturup atmalı.

· Yazılacak eserle dünya yerinden oynamayacak. Hatta belki de gerçek okurlara ulaşılmadan ölünüp gidilecek. O yüzden daha baki olan şeylere bel bağlamalı.

· Yazmak, dünyanın en önemli işi değildir. Ama yazamamak da dünyanın sonu değildir. Yeryüzünde başka meslek gruplarına da ihtiyaç var.

· Eleştiriyi göze almayan kişi, yola çıkmayıp evinde oturmaya devam etmelidir. Farklı bir bakışla ev de şahane bir yere dönüşebilir.

· Edep, her eylem için gereklidir. Daha yol akla düşmeden onu kuşanmakta fayda var.

· Geçici bir hevesle değil, yakıcı bir istekle bu işe baş koymalı ki ilk zorluk karşısında ayaklar gerisin geri dönmesin.

· Yazmak dahil hayattaki her şeyin kısmete bağlı olduğu hatırdan çıkarılmamalı.

 

Kaleye Girdikten Sonra:

· “Çok yoruldum, biraz soluklanayım,” rahatlığına meyletmemeli. Dinlenmek değil, çalışmak insanın erdemlerindendir.

· Buraya varıncaya kadar çekilen bütün sıkıntıları unutup “Ben zaten hep biliyordum yazmayı,” cümlesi akıldan geçirildiğinde dahi yakıp yıkar bütün duvarları. Issız bir vadinin ortasında, o çok güvendiği kalemiyle –kâğıdıyla değil- baş başa kalır insan.

· Yazmak, kişinin kendi emeğiyle anlam kazanır; başkalarının emeğini kendininmiş sanarak değil.

· Değerlerini kaybetmeden, kutsal sayılan şeyleri hafife almadan kalem oynatmalı. Değerleri yoksa o insan hiç yazmamalı.

· Allah, kaleme yemin ederek bu eylemi kutsamıştır; böbürlenen yazarı yüceltmek için değil.

· Her insan biriciktir. Her yazar biriciktir. Her eser biriciktir. Ama en iyisi değildir. Daha iyiler her zaman sahneye çıkacaklardır. Hepsine kıskançlık beslemeye hiçbir insanın gücü yetmez. Belki takdir etmek daha sağlıklı bir yol olur.

· Kaleye girmeyi başardıktan sonra, buradan artık hiçbir güç beni çıkaramaz diye düşünüldüğü anda kalenin önünde soluk alınır tekrar.

· Burası yeryüzü kalelerinden yalnızca bir tanesi. Onun gibi daha milyonlarcası uzanır mahşere doğru. Sonsuzluğa ulaşmak için her birinden baş eğerek geçmeli.

Önceki Yazı

“Orduların Marşı Halkın İse Çağrısı Olur”

Sonraki Yazı

“Bir İşte Komedi Görünce Büyük Bir Şevkle Başlıyorum”

Son Yazılar