Geçtiğimiz günlerde 150’yi aşkın eseri dilimize kazandıran Osman Akınhay Twitter’dan farklı bir çıkış yaptı: “İyi Fransızca bilmeden, Google Translate yardımıyla ve cümle cümle çalışarak sekiz ayda çevirdiğim…” diye başlayan meydan okumaya gelen tepkiler üzerine gerekçelerini de uzun uzun sıraladı ve edebiyat dünyasının gündemine ani bir giriş yaptı. Geleneksel usüllerin her geçen gün yerini hızlı bir değişimle “yeni” ve “dijital” olana bıraktığı bu zamanda Osman Akınhay’ın bu çıkışı “Çeviri edebiyat geleneksel yöntemler tarih mi oluyor?” dedirtti.Her yıl başta dünya klasikleri olmak üzere çok sayıda çeviri eser yayımlanır ve biz de 7’den 70’e bazen bağlamından koparılmış, ideolojilerin insafına terk edilmiş bazen de gayet duru ve özgün çeviri eserler okuruz. Ülkemizde yüzlerce yayınevi çeviri eser yayımlıyor. Tolstoy’un “İnsan Ne ile Yaşar” adlı eseri bile Türkiye’de 100’ü aşkın yayınevi tarafından basılmakta. Bu durumda tabi nicelik birçok alanda olduğu gibi niteliğin önüne geçiyor. Ülkemizde çeviri eser alanında çok başarılı işler çıkaran ve titiz çalışan yayınevleri ve çevirmenler var. Geçtiğimiz günlerdebu çevirmenlerden biri olan ve 150’yi aşkın eseri dilimize kazandıran Osman Akınhay Twitter’danyaptığı paylaşımda Google Translate yardımı ile Jean-Dominique Brierre’nin “Bir Yazarın Hayatı/Milan Kundera” kitabını Fransızcadan Türkçeye tercüme ettiğini açıkladı.Osman Akınhay Twitter’dan adeta meydan okudu. Bunun başka bir açıklaması olabilir mi? Google Translate’ten çeviri yaparak ortaya eser koyanlar olduğu tahmin ediliyordu fakat bu meydan okumanın üstat çevirmen olarak tanınan Osman Akınhay’dan gelmesi beklenmiyordu sanırım. Bir söylentiye göre İngilizceden dilimize 100’ün üzerinde çeviri yapmış ama İngilizce de bilmiyormuş. Tepkiler yanında “Ne var yani bunda? Biz yakında robotlar vasıtasıyla her şeyimizi teknolojiye emanet etmeyi düşünürken bu da mesele mi yani?” bakış açısı da yok değil. Hülasa, tepki kadar destek de var ve bu tartışma bir süre daha gündemdeki yerini koruyacak gibi görünüyor. Birçok yayıncı, edebiyatçı, akademisyen ve çevirmen meseleye bigâne kalmadı. Bizim de merak ettiklerimiz vardı tabi. Ben de hazır gündeme gelmişken Türkiye’de çeviri eserler, çevirmenler ve çeviri eser yayıncılığı hakkında merak ettiklerimİ gündemden de esinlenerek işin bilenlerine sordum.
Senail Özkan
(Yazar – Çevirmen):
Tercüme için kendi diline hâkimiyet şart
Çeviri yapacak kişinin kendi dilinin ya da çeviri yaptığı dilin söz varlığına hâkim olması neden önem arz eder ve şair ile ilim adamının çevirileri arasında ne farklar bulunmaktadır?
Evet, tercüme yapacak kişinin kendi diline hâkim olması, her şeyden önce kendi dilinin mimarisini ve estetiğini keşfetmiş olması ve ondan haz alması gerekir. Çünkü tercüme esnasında tercümesi zor ve hatta imkansız olanla karşılaştığınızda imdadınıza yetişecek olan ancak kendi dilinizdir, kendi dilinizin size sağladığı imkânlardır. Tercüme esnasında insan yabancı dilin en uç muhitlerindeki zorlukları, karanlık ve muğlâk alanları ve uçurumları keşfederken, diğer taraftan da kendi dilinin ifade kudretini, kelime zenginliğini, kelimelerin semantik alanlarını ve tedâilerini, kendi dilinin mimarî yapısının ihtişamını ve dilin ifade kabiliyet ve seyyâliyetini fark eder. Dahasını söylemek gerekirse, kendi dilimizin bazı alanlardaki yetersizliğini, sığlığını ve söz dağarcığındaki eksiklikleri de tercüme esnasında görmüş oluruz. Goethe, bu konuda şöyle diyor: “Tercüme ederken insan sadece yabancı dille cebelleşmek mecburiyetinde kalmaz; bilakis tercümesi imkânsız olan yere kadar sokulur ve imkânsızı saygıyla kabullenmek durumunda kalır; zira her dilin değeri ve karakteri burada saklıdır.” Şair ve ilim adamlarının tercümeleri arasındaki farka gelince, burada adamakıllı bir fark fardır. Şair daha çok ve öncelikle dilin estetiğiyle, iç ahengi ve musikisiyle ilgilenir; dili düşüncesini ve hislerini şekillendireceği bir form, bir kalıp olarak kullanır. Onun için fikir, lirik ifade edilmeli; ses, ritim ve mısra ile bütünleşmelidir. İlim adamının böyle bir kaygısı yoktur. Onun için aslolan sadece düşüncesini açık bir şekilde ifade etmektir. İlim adamı dilin estetiğiyle ilgilenmez, bilakis kendi düşünce alanına yoğunlaşır. Akif’le Elmalı arasındaki fark burada yatar. Akif, Kuran’ın estetiğini, didaktik üslubunu, güzelliğini ve orijinal dilinin mimarisini olabildiğince hissettirmeye gayret etmiştir. Elmalı sadece manasına odaklanmıştır.
Samed Karagöz
(Yazar – Çevirmen):
Mütercimin sadece hedef dile hâkim olması yeterli değildir
Türkiye’de çeviri eserlerde sizce ne gibi sorunlar var? Şimdi Osman Akınhay’ın çıkışı gündemde. Çevirilerin bu şekilde Google Translate üzerinden yapılması mümkün mü? Google Translate çevirisi sözlükten yararlanmaya mı benziyor?
Türkiye’de çeviri alanındaki en büyük problem yaygın olmayan dillerde üretilmiş eserlerin başka dillere yapılan çeviriler üzerinden yapılmasıydı. Örneğin; Arapça bir edebi eserin Fransızcadan çevirisi sıklıkla karşılaşılan bir sorundu. Özellikle son 10 yılda farklı dillerde yetkinlik kazanan mütercim sayısı hızla arttı. Örneğin bugün Rusça’dan çeviri yapan son derece yetkin mütercim sayısı geçmiş yıllarla mukayese edilemeyecek kadar çok.Geçtiğimiz günlerde Twitter üzerinden başlayan tartışmada ise yetkin bir çevirmenin hiç bilmediği bir dilden Google Translate yardımıyla yaptığı çeviri çokça eleştirildi. Bence yöneltilen bu eleştirilerde haklılık payı var. Mütercimin sadece hedef dile hâkim olması yeterli değildir. Google Translate marifetiyle yapılan bir çevirinin doğruluğundan emin olamayız. Google Translate’tenhâkim olduğunuz bir dille alakalı yardım alınabilir. Bu sözlük kullanmaya benzer ama hâkim olunmayan bir dilde nüanslara hâkim olunamayacağı için yeterli olamaz.
Prof. Dr. Mesut Şen
(Dilbilimci):
Metin hangi dilde yazıldıysa oranın edebiyatına aittir
Çeviri edebi metinleri nasıl etkiler? Çevrilen metin yeni bir edebi eser halini mi alır? Yazarın ana dilinde yazmadığı eserlerin sahipleri yazarın ana dili midir yoksa metnin dili midir?
Bir dilbilimci olarak bu soruyu cevaplandıracağım.Cengiz Aytmatov’dan örnek verelim. Cengiz Aytmatov’un eserleri Rus edebiyatına mı girer, Kırgız edebiyatına mı girer? Dilbilim mantığıyla bakarsak Aytmatov’un Rusça yazdığı eserleri Rus edebiyatına girer. Çünkü Aytmatov bu eseri ortaya koyarken Rus dilinin imkanlarından faydalanmış, Rus dili eğitimi almış, Rus dilinin metaforlarını, mecazlarını, deyimlerini kullanmış. Rus dilinin ifade kabiliyetini kullanmış. Kendi düşünce dilini kulanmış ama artık yazarın düşünce dili Rusça olmuş ya da Rusçaya çok büyük hakimiyet sağlamış, sağlamış ki eserini Rusça yazmış. Dolayısıyla bu eseri yazarken Rus dilinin imkanlarını kullandığı için, Rus diline ait unsurlar kullandığı için ben bunu Rus edebiyatı olarak görürüm. Bazıları “Türk edebiyatı” yerine “Türkçe edebiyat” diye bir şey çıkardılar. “Yaşar Kemal Türk değil, bunu Türk edebiyatına sokamazsınız.” diyerek “Türkçe edebiyat” diye bir şey çıkardılar. Bu bilimsel değil. Dilbilimi gerçeklerine uygun değil. Burada şöyle bir tesir ve iddia var: Pakistanlı bir kişi İngilizce roman yazarsa, bu İngilizce yazdığı roman Pakistan kültürünü, hayatını anlatıyorsa, Pakistanlılar da burada uzun zamandır İngiliz sömürgesi oldukları için düşünce dilleri İngilizceye dönüştüyse, Pakistan kültürüne ait bir romanı adam İngilizce yazarken, bu İngiliz dili ve edebiyatına mı girmeli, Pakistan dili ve edebiyatına mı girmeli? Ben yine burada da Urduca edebiyatına girmez derim. Çünkü orada Urducanın kalıplarını kullanmıyor, Urducanın ifade kabiliyetini kullanmıyor. İngilizcenin zenginliğini kullanıyor, düşünce dili olarak İngilizcenin bir toplumda yer ettiği bütün o imkanları kullanıyor. Dolayısıyla ben bunu da İngiliz dili ve edebiyatına ait görüyorum açıkçası. Yani İngilizce yazılmış her şey bana göre İngiliz dili ve edebiyatındadır. Rusça yazılmış her şey Rus dili edebiyatına girer. Türkçe yazılmış her şey Türk dili edebiyatına girer diye düşünüyorum. Başka da bir alternatifi bulamam. Ben bir dilbilimci olarak bakıyorum, etnik ve kültür açısından bakıyorum.
Bir insanın düşünce dili hiçbir zaman devreden çıkmıyor
Gelelim “Bir çeviri eser hangi dile aittir?” sorusuna. İnsanlar çeviri edebiyatını küçümsüyorlar genelde ve çeviri; bir eseri katletmektir diyorlar. Yunus Emre’nin şiirini İngilizceye çevirin, burada Yunus’un şiirinden eser kalır mı? Shakespeare’in eserini Türkçeye çevirince Shakespeare’in o büyülü dili kaybolur gider diyorlar. Hiçbir eser çevrilemez diyorlar. Mesela Kur’an-ı Kerim, çevrilir mi çevrilemez mi? Çevrilirse onun ruhu kaybolur diyorlar. Ama yine şunu atlıyorlar: Yine dilbilimsel gerçeklerden uzaklaşıyoruz. Her insanın bir düşünce dili var. Türklerin düşünce dili Türkçe, anlama dili yani. İngiliz’in anlama dili İngilizce, Rus’un anlama dili Rusça. Arap’ın anlama dili Arapça. Bir yabancı dili öğrenmek ne demek? Onu kendi dilinde anlamak demek. Peki biz şimdi Shakespeare’i anlamak istiyorsak ne yapacağız? Kendi düşünce dilimize çevireceğiz. Shakespeare’i anlamanın başka bir yolu yok ki. İngilizceyi öğrensek, ana dilimiz kadar hakim olsak bile yine anlama dilimiz Türkçe oluyor. Dolayısıyla çeviriye de böyle bakmak lazım, çok fazla küçümsememek lazım tercüme eserleri. Başka çaresi yok. Bir dili öğrenmenin tek yolu onu kendi dilinde anlamaktır. O halde mütercimler kimlerdir? Mütercimler yabancı dildeki eserleri kendi anlama dilimize tercüme eden insanlardır. Tabii burada mütercimin dile hakimiyeti, Türkçeyi kullanma becerisi işin içine giriyor ister istemez. Başarılı tercüme eserler var başarısız tercüme eserler var. Yazarın inanılmaz katkısı var. Bazı mütercimlerin edebi kişilikleri de olduğu için tercüme ettikleri eserler neredeyse kendi eserleri gibi oluyor. Apayrı bir güzellik katabiliyorlar. Yani burada da mütercimin başarısı söz konusu. Ama Dostoyevski’yi anlamanın, Tolstoy’u okumanın başka bir yolu yok. Rusça öğrenmeniz lazım ana dilinde anlamanız için ama orada da yine kendi diliniz devreye giriyor. Yani siz Rusçayı öğrenseniz de onu kendi dilinizle anladığınız için Türkçe işin içinden hiçbir zaman çıkmıyor. Yani bir insanın düşünce dili hiçbir zaman devreden çıkmıyor.
Ömer Erdem
(Şair – Editör):
Çevirmen, yazarın üslubuna sadık kalmalıdır
İyi bir çeviri eserin özellikleri nelerdir? Çevirmen metnin yazıldığı ülkenin kültürünü, tarihini, siyasi tartışmalarını bilmesi gerekir mi? Çeviriler dönemin siyasi ve toplumsal beklentilerine göre yorumlandıklarında edebi değerini yitirir mi? Yayınevleri bir çeviri eserin yayımlanmasında hangi kıstaslara dikkat etmelidir?
İyi bir çeviri ilkin bir dil olayıdır. Başka bir dilde yaratılan eser yeni bir dile aktarılırken bu yaratıcı vasfını korumalıdır. Bu üslupla olur. Çevirmen mümkün olduğunca yazarın üslubuna sadık kalmalıdır. Eğer bir metin ait olduğu dilin bazı kültürel, sosyal ve tarihsel kodlarını içeriyorsa çevirmenin bir kez daha dikkatli olması beklenir. Edebi eserler bu kodları çoklukla dolaylı yoldan verirler. Dolayısıyla, teyakkuz çevirmenin ana ilkelerinden olmalıdır. Çeviri yorum değildir. Devrin tartışmalarına göre eğilip bükülmez. Çeviri eserin yayınlanma kıstası her yayınevine göre değişir. Birinci sınıf edebiyat, tarih, felsefe ve benzeri kitap basanların ana kıstası değerli kitabı her türlü değeri gözeterek basmak olmalıdır.