Ay fotoğraflarıyla tanınan foto muhabir İsa Terli, sadece bir selenofil değil, aynı zamanda gökyüzünün estetikle buluştuğu noktada, tarih yazımına katkıda bulunan bir sanatçı. Terli, fotoğrafçılık kariyerindeki deneyimlerini, zorluklarını ve Ay’a olan tutkusunu bu özel röportajda paylaşıyor.
Fotoğraf, anı ölümsüzleştiren bir sanat dalı olmanın ötesinde, aynı zamanda bir tarihin kaydını tutan güçlü bir araçtır. Bu perspektiften bakan ve Ay’ın gizemli dünyasını fotoğraflarıyla belgeleyen İsa Terli, yıllardır gökyüzüne olan tutkusunu estetik bir dille anlatıyor. İstanbul’un simge yapılarıyla Ay’ın buluştuğu anları ölümsüzleştiren Terli, fotoğrafçılık serüveninde karşılaştığı zorlukları ve bu yolculuğun ona kattıklarını anlatıyor. Aynı zamanda, Anadolu Ajansı bünyesinde haber fotoğrafçılığına katkıda bulunarak, sanat ve haberciliğin kesişim noktasında önemli bir rol üstleniyor.
Fotoğraf çekme merakınız nasıl başladı ve bu ilgi foto muhabirliğine nasıl dönüştü?
Fotoğraf çekme merakım çocukluğumda başladı. Köy evimizde, kapının arkasında duran bir fotoğraf makinesi vardı ve onunla fotoğraf çekmeye başladım. Flaşını patlatıp denemeler yapardım. Aile içinde hatıra fotoğrafları çekilmesi gerektiğinde, fotoğrafı çekmek hep benim işimdi. Bu şekilde başladım. Sonrasında ön lisansımı radyo televizyon alanında, lisansımı ise iletişim fakültesinde gazetecilik alanında tamamladım. Gazetecilik öğrencisiyken kendi fotoğraf makinemi aldım ve ödevlerimi bu makine ile çektim. Güzel gördüğüm ilgimi çeken konuları fotoğraflamaya başladım. Okulun son yılı TRT de çalışmaya başladım ve sınavlara gittim sadece okula. TRT’de çalıştığım dönem fotoğraflar da çekiyordum sette. Sonra zamanla hobim olan fotoğraf profesyonel işim oluverdi. Bir işi iyi yaptığınızda bu hobiniz de olsa bir zaman sonra o hobiniz bir bakmışsınız işiniz olmuş. Benimki de böyle bir süreç oldu. Çevremdeki insanlar benden fotoğrafla ilgili bir şeyler beklemeye başladılar ve böylece fotoğraf, foto muhabirliği ile hayatımın merkezine yerleşti.
İlk çektiğiniz fotoğrafı hatırlıyor musunuz?
Hatırlamıyorum. İlk çektiğim fotoğrafları köy evimizde kapının arkasında asılı duran o makineyle çektim. Ama genellikle yalnızken, deneme amaçlı fotoğraflar çekerdim. Fotoğraf makinesini alır, filmleri bitirdiğimde “Bu filmleri kim bitirdi?” diye sorulmasın diye gizlice çekim yapardım. Boş odalarda flaşın nasıl patladığını, filmlerin nasıl sarıldığını denemek hoşuma gidiyordu. O dönemde tam olarak ne yaptığımın farkında değildim ama fotoğraf makinesinin flaşının ışığı ve sesi beni cezbediyordu. Lise yıllarında da bir fotoğraf makinesi aldım ve onunla da çevremdeki yapıların, arkadaşlarımın fotoğraflarını çektim. Ama gazetecilik okurken aldığım derslerden sonra ve o zaman aldığım fotoğraf makinesi ile daha bilinçli fotoğraflar çekmeye başladım ve o içindeki merak ve fotoğraf sevgisi daha da büyük bir hal aldı.
(Nurten Yalçın ve İsa Terli)
Kendinizi selenofil olarak tanımlıyorsunuz. Ay fotoğrafı çekme merakınız nasıl başladı? Bu alanda profesyonel seviyeye nasıl ulaştınız?
Öğrencilik yıllarımdan beri İstanbul fotoğrafları çekiyorum. Bir keresinde, filmli bir fotoğraf makinesiyle Eminönü’nde gün batımında fotoğraf çekerken filmin bitmediğini fark ettim. Meğerse filmi makineye tam olarak takamamışım. 36’lık filmden 38-39 kare çıkarabilmek için çok küçük bir pay bırakarak takmaya çalışmıştım, bu yüzden film hiç sarılmamış ve aslında o sırada hiç fotoğraf çekmemişim. İstanbul fotoğrafları çekmeye olan ilgim, uzaya ve gökyüzüne olan merakım ile birleşince Ay fotoğrafları çekerken buldum kendimi. Ay’ın doğuş ve batış saatlerinde şehirdeki mimari yapılarla birlikte nasıl göründüğünü hayal ettim. Biraz gözlem yaptıktan sonra Ay fotoğrafları çekmeye başladım. Bu süreçte hem keyifli zaman geçiriyorum hem de son sekiz yıldır Ay’ı takip edip fotoğraflıyorum.
Her gece yatmadan önce, hava bulutlu da olsa açık da olsa, 10-15 dakika mutlaka pencereden ya da balkondan gökyüzünü ve etrafı izlerim. Selenofil yani Ay’a hayranlık, sonradan öğrendiğim bir tabir. Ay’ın üzerindeki şekiller, lekeler, doğuş ve batış sırasındaki renk değişimleri beni inanılmaz etkiliyor. Mars, Jüpiter ve diğer gezegenler, Samanyolu… Sınırsız bir evrende yaşıyoruz. Dünya, Samanyolu galaksisinde yer alıyor. Güneş sistemi, gezegenler, yıldızlar, birçok galaksi bulunuyor uzayda. Ne kadar devasa ve uçsuz bucaksız bir evrende yaşadığımızı uzaydan çekilen dünya fotoğraflarına baktığımızda daha iyi anlıyoruz. Dünyayı uzaktan gördüğümüzde ne kadar küçük olduğunu fark etmemizi sağlıyor. İnanılmaz, düşündürücü ve zihin açıcı bir alan uzay.
Çektiğiniz fotoğraflar arasında unutamadığınız bir kare var mı?
Unutamadığım çok sayıda fotoğraf var. Kimi fotoğraf olarak güçlü, kimisinin ise hikâyesi güçlü. Pandemi döneminde çektiğim dedelerin fotoğrafı, belki fotografik olarak çok güçlü değil ama anlam ve içerik olarak benim için çok özel. O dönemde yaşanılanlar içinde çok özel bir andı. Ayrıca Çamlıca Camii fotoğrafı, ön tarafta Galata Kulesi ile hilalin birlikte yer aldığı karede hem Avrupa hem de Anadolu yakasındaki yapılar ve hepsinden daha eski olan Ay yer alıyor. Ancak çektiğim fotoğraflardan çok, çekeceklerim beni daha fazla heyecanlandırıyor.
Fotoğrafçılığı görsel bir tarih yazımı olarak tanımlayabilir miyiz?
Kesinlikle, fotoğrafçılık görsel bir tarih yazımıdır. Çektiğimiz fotoğraflarla tarihe kanıt bırakıyoruz. Bu, bir olayı anlatmak veya yazmak gibi değil; fotoğrafta, o an orada olmayan bir kişiye, olayın gerçekleştiği anı yaşatabilecek bir süreç var. Bu nedenle, fotoğraf çeken herkesi bir nevi görsel tarih yazarı olarak nitelendirebiliriz.
Fotoğraf çekimi sırasında kritik veya tehlikeli bir an yaşadınız mı?
Evet, pek çok kritik an yaşadım. Özellikle Ay fotoğrafı çekerken Balat’ta, Ramazan ayında sahurdan sonra yaşadığım bir olay vardı. Galata Kulesi ile hilalin fotoğrafını çekecektim. İki tripod ve iki makine ile çalışıyordum. Bir tripod kurmuş, diğerini kurarken yanımda bıraktığım tripodu birisinin alıp kaçtığını fark ettim. Önce birisi şaka yapıyor diye düşündüm ama saniyeler içinde gerçeği anladım. Hemen peşinden koştum, tam yaklaştığımda hırsız, tripodu makineyle birlikte yola fırlattı ve kaçtı. O anda, onu takip etmek yerine makinenin hasar görüp görmediğini kontrol etmeye karar verdim. Ne yazık ki makine ciddi hasar aldı. Böyle olaylar ne yazık ki yaşanıyor; umarım bir daha yaşanmaz.
Çalışmalarınızın geri dönüşlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Geçmişte Şehit Mustafa Cambaz Fotoğraf Yarışması’nda ödül aldınız. Bu sizin için ne ifade ediyor?
Ödüller motive edici olabilir ancak ben yarışmalara sık katılan biri değilim. Şehit Mustafa Cambaz Fotoğraf Yarışması’na özellikle katılmayı tercih ediyorum çünkü bu yarışma, 15 Temmuz şehidi bir gazeteci olan Mustafa Cambaz’ın anısına düzenleniyor. Bu nedenle hem yarışmaya destek olmak hem de bir meslektaşımız adına yapılan bu özel etkinlikte yer almak benim için önemli. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın elinden ödül almak ve diğer fotoğrafçılarla birlikte olmak güzeldi. Ancak ödül, yalnızca anlık bir takdirdir. Asıl önemli olan, ödül olsa da olmasa da yaptığınız işi en iyi şekilde yapmak için çaba göstermektir. “Bu işi ben yapıyorum, İsa Terli nasıl yapar?” diyerek, kendime ve işime yakışanı yapmaya çalışıyorum. Benim için önemli olan, bir işi yaparken ona duyduğum saygıdır. Görevimin önemini ya da ilgimi çekip çekmediğini düşünmem. Eğer bir işi üstlendiysem, o işi hem içerik olarak hem de teknik ve estetik açıdan en iyi şekilde yerine getirmeyi hedeflerim.
Teknoloji büyük bir hızla gelişmeye devam ediyor. Fotoğrafçılığın gelişimi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu alandaki trendler neler olabilir?
Gelişen teknoloji karşısında fotoğrafın hangi konumda bulunacağını tahmin ediyorum ancak nasıl gelişeceği veya nereye evrileceği konusunda kesin bir şey söylemek zor. Ancak şunu biliyorum ki, her zaman deklanşöre basacak birine ihtiyaç olacak. Bu, makineyi eline alıp fotoğrafı çeken biri de olabilir, makineleri belirli bir yere kurup uzaktan kontrol eden biri de olabilir. Ama her zaman fotoğrafı çeken birisi gerekecek.
Fotoğraf çeken kişiye ihtiyaç duyulmadan yazılımlar veya robotlarla fotoğraf çekilebileceği bir geleceği bile düşünsek, bir hikâye yaratmak gerektiğinde o hikâyeyi bulan ve anlatan birine yine ihtiyaç duyacağız.
Video çok revaçta ve çok izleniyor ancak bir videonun dakikalarca anlattığı bir şeyi, bir fotoğraf karesi çok daha yoğun bir şekilde anlatabilir. Burada önemli olan, çok fotoğraf çekmek değil; bir kare fotoğrafla sayfalarca ya da dakikalarca anlatılabilecek bir şeyi tek bir karede verebilmektir.
Fotoğraf, sadece sanat olarak değil, artık bir kanıt olarak da kullanılıyor. Dünyanın her yerinde, telefonlarımızı elimize aldığımızda Gazze’deki olayları, Ukrayna-Rusya savaşını, Afganistan’daki ya da Amerika’daki gelişmeleri fotoğraflar aracılığıyla hemen görebiliyoruz. Aslında biz tembel bir toplumuz; eğer bir fotoğraf ilgimizi çekerse haberi okuyoruz. İnsanların haber alma ihtiyacı olduğu sürece, fotoğraf her zaman önemini koruyacak.
İlham aldığınız ve takip ettiğiniz fotoğrafçılar var mı?
Evet, çok fazla var. Haber fotoğrafçılığı için ayrı, spor fotoğrafçılığı için ayrı insanları takip ediyorum. Herkes, ilgi ve merakına göre hangi alanla ilgileniyorsa o alandaki fotoğrafçıları takip etmeli. World Press Photo’yu kim kazanmış, Sony World Photography Awards’ı kim kazanmış, bunları mutlaka takip etmeli. Anadolu Ajansı’nın düzenlediği İstanbul Photo Awards gibi yarışmaları kimlerin kazandığını izlemek, çağımızın belli başlı trendlerini anlamamıza yardımcı olur.
Foto muhabir olarak dersler de veriyorsunuz. Foto muhabir olmak isteyenlere neler tavsiye edersiniz?
Fotoğrafçılık her türlü öğrenilebilir ancak öncesinde çevreye duyarlı olmak, yaşadığınız toplumu ve ülkenin dinamiklerini bilmek son derece önemlidir. Foto muhabirlik, sadece fotoğraf çekmek değil, aynı zamanda muhabirlik yapmaktır. Bir muhabir, bir konuda çalışmadan önce araştırma yapmalıdır; foto muhabirin ise bu araştırmayı yapması ve elde ettiği bilgileri fotoğrafik olarak nasıl ifade edeceğini bulması gerekir. Bu nedenle foto muhabirlik, çok yönlü, çok kültürlü ve iyi bir gözlem yeteneği gerektiren zor bir meslektir. Etrafınızda neler olduğunu, insanların ne yaptığını ve olayların nasıl geliştiğini iyi gözlemleyebilmelisiniz. Dil öğrenmek de çok önemlidir çünkü bu meslek, farklı ülkelerden ve kültürlerden insanlarla etkileşim halinde olmayı gerektirir. Foto muhabir hem fotoğrafçılık açısından hem de içerik ve estetik açıdan yetkin olmalı ve haberi en iyi şekilde sunabilmelidir. Ayrıca, çok hızlı karar verme yeteneğine sahip olmalıdır, çünkü bazen kısa sürede büyük kararlar almanız gerekebilir. İletişim fakültesinde okuyanlar, foto muhabir olmayı düşünüyorlarsa, “Dört yıl iletişim okuyacağım, okul bittiğinde foto muhabir olacağım” gibi bir düşünceleri varsa, bunu hemen unutmalılar. Okulun ilk veya ikinci yılında sektöre dahil olmaya başlamalılar ki mezun olduklarında biraz deneyim kazanmış olsunlar. Ayrıca, iyi yönetmenlerin filmlerini izlemelerini, güzel fotoğraf sergilerine gitmelerini, katalogları incelemelerini ve eleştiriye açık olmalarını tavsiye ediyorum.