Hiç beklemediğiniz bir günde, posta dağıtıcısının uzattığı incecik bir paketten bir gramofon plâğı çıktığını görseydiniz çok şaşırırdınız değil mi? 1900’lerin başından 1940’lı yılara ve çok sonralarına müziği her yere ulaştıran o akustik belgelerin yeri geldiğinde bambaşka anlamlar taşıyabileceğini hiç düşündünüz mü? Bu bazen bir ilânı aşk yahut sevgili sesiyle okunan bir şiir veya bir şarkı olabilir. Geçmişte bu amaçla plak doldurulan mekânlar vardı. Oraya gidenler plak doldurma işini beş on dakikada bitirir ve dolu plak, sahibi tarafından hemen götürülürdü. Söylenmemiş nice sözcükleri kaydedip aktarma işini üstlenen plaklar bilinenin dışında bir nevi his kopyalama aracına dönüşürlerdi. Hikâyeyi ilginç kılacak bir gazete haberi konuya farklı bakış sağlayacaktır. İstanbul’da bu tarz dükkânların birinde yaşananlar, müzisyenlere ölümsüzlük iksirini içirip kalıcılıklarının ipotek altına alan plaklar bu defa bir kartpostal veya mektup görevi üstelenir. Önlü arkalı 3, 6, 9 dakika devam eden üç boy plaktan söz edebiliriz. Bunlardan 3 dakikalığı için 5, altı dakikalığı için 10, dokuz dakikalığı için de 12 buçuk lira alınır. Karşıya mesajını göndermek isteyen kişi için hazırlanmış özel bir bölüm mevcuttu. Oraya girilir, mikrofon önündeki koltuğa oturulur. Makinenin ayar edilip açılmasıyla söylenecekler mikrofona aktarılır ve boş plâğa anlatılanlar kayda geçirilir! Bu işlem için ödenen tutar beş, on ve on iki buçuk liradan ibarettir. Olayın nasıl gerçekleştiğine bir göz atalım.
O ana adanmış diyecekleri olan genç bir kız plak doldurmak isteğiyle dükkâna gelir. Mahcup bir edayla çantasını açar ve daktiloyla yazılan bir kâğıt parçası çıkartır ve plağa şiir okumak istediğini söyler. Kelimeler tek tek sayılır. Plağın bir tarafını doldurmaya yeterli gelirse okunacaklar, diğer tarafına da bir şarkı eklenir. Anlaşma yapılır. Şiir ve şarkı 6 dakikalık bir plak için uygundur. Ücret 10 lira tutar. Şiiri okumak için küçük odaya geçen genç kız, başlamadan önce kendini takdim eden bir konuşma yapar. Orada hazır bulunan gazeteci hemen kâğıdı kalemi çıkarır ve söylenecekleri not etmeye koyulur. “Enginler kadar derin, rüzgârlar gibi serin, senin en güzel yerin, kahverengi gözlerin.” Genç kız plağın arka tarafına okuyacağı şarkıdan vazgeçmiş olacak ki ikinci bir şiir daha okumak istediğini söyler. Müessese sahibi tarafından gözden geçirilen şiir uzunca bulunur ve plağın arka tarafına sığabilmesi için daha hızlı okunması tembih edilir. Ve ikinci plak için kayıt başlar: “Neden yaklaşıp kaçarsın benden, hem sever hem de üzersin beni, içimde aşkı sensin yaratan, sensiz bırakıp ezersin beni…” sözleriyle başlayan şiiri bitiren, gazetecinin anlatımıyla “Küçük Hanım, yüzündeki boncuk terleri silerek plak doldurma” odasından çıkar. Plağını alarak dükkândan uzaklaşır. Muhakkak ki plak, sevgiliye ulaştırılmak üzere yola hazırdır.[1]
Kayıtlar hız kesmeden devam eder. Bu kez bir delikanlı… O da plak doldurtmak üzere gelir. Dört satırlık bir şiir çıkarır ve bunu plağa okumak istediğini söyleyerek daha önceki gibi küçük odaya geçer. Kısa ve esprili bir girişten sonra başlar okumaya: “Kız bu cilve bana mı? Gönül durmaz yana mı?” En kısa devirli 3 dakikalık plağın yalnız bir tarafını dolduran genç yeni bir ruhun açığa çıkardığı yaşama sevinciyle plağını alır ve cananına ulaştırır. Plaklarla aşk ilan edilmeye başlandığına göre şöyle bir soru aklımıza gelir mi? “Ya karşı tarafın evinde gramofon veya pikap yoksa ne olacak? Gençler gramofonlu ve pikaplı, sır tutan bir arkadaş mı arayacak?”[2]
Sesin kaydedilmesi, iletilmesi, şahsa ya da kitlelere ulaştırılmasıyla ilgili benzer bir anlatıya daha yer verelim. Yukarıdaki hikâyenin neredeyse 20 sene öncesinde Temmuz 1930’da Hikmet Feridun’un, “pek yakında gazeteler de sesli olarak çıkacak” şeklinde bir açıklama yapmasına sebep olan şey bir gramofon mağazasının önünden geçerken Nâzım Hikmet’in sesini işitmesidir. Görünürde kimse yoktur ama birisi “Bahr-i Hazer” şiirini okur. Etrafına merakla bakınıverir yazar lakin ses devam eder. Biten şiirin ardından aynı ses “Salkım Söğüt”ü okumaya başlar. “Hay aksi şeytan bu da nesi? Nâzım’ın sesi var, kendi yok” der Hikmet Feridun. Çok geçmeden sesin, arkasındaki gramofoncu dükkânından geldiğini keşfeder ve içeriye girer. Durum anlaşılır. Nâzım Hikmet’in şiirleri kendi ağzından plağa çekilmiştir. Bu yeniliğe oldukça şaşıran yazar, bu yöntemin yaygınlaşmasıyla şairlerin kitap yerine dostlarına plak dağıtacaklarını ve kitapların üzerlerine yazılan ithafların plakların üstlerine kaydedileceğini kinayeli bir biçimde belirtir. Öyle ki “şairlerin sevgililerine yazacakları mektuplara seslerini ve şiirlerini koyup öyle gönderecekler” demesi Hikmet Feridun’un öngörüsünde ne kadar haklı olduğunu yıllar sonra ortaya koyacaktır.[3] Anlaşılan plaklar aracılığıyla şairlerin seslerinin kaydedilmesi, alınıp satılabilen, zaman ve mekânda paketlenmiş bir metaa dönüşmesi yazarı tedirgin etmiştir. Ama unutmamak gerekir ki ses kaydetme ve çalma teknolojisi, modernleşme sürecinin temel özelliklerdendir. Bu bakımdan gerek şiir gerekse müzikte sesin kaydedilmesi tesadüfi bir teknolojik gelişme değil, tarihsel bir zorunluluk olarak karşımıza çıkar. Ali Ergur’un ifade ettiği gibi “kayıt teknikleri, yalnızca bir bilimsel evrimin sonucu değildirler; aynı zamanda toplumsal-ekonomik yapının gereksinimlerine göre biçimlenen işlevlerdir.”[4] Bu bağlamda değerlendirebileceğimiz son örneğe yer verelim. Tarih yine Temmuz 1930’dur ancak bu defa şairlere, müzisyenlere ya da âşıklara değil, spor meraklılarına müjde verilir. Türkiye’de plaklara konu olan tek derbi Galatasaray-Fenerbahçe maçı Columbia plaklarında yerini alır.[5] Hemen bir yıl sonra Fenerbahçe’nin ligdeki büyük başarısıyla taçlanan şampiyonluk adına bu sefer Odeon’dan bir plak yayınlanır. Bestekâr Muallim Kâzım Bey’in ‘Fenerbahçe Şampiyonluk Hatırası’ için bestelediği “Sarsam seni bir lahza” güfteli methiye kürdilihicazkâr makamında olup koro ile icra edilmişti.[6] 1970’li yıllara gelindiğinde ise plaklar bu kez ideolojik rekabetin, siyasetin gündemini belirlediği Türkiye’de politik propagandanın araçları hâline gelir. Kısacası kayıt tekniklerinde değişen eğilimler her dönem kendini güncelleyerek devam eder.
[1] Cemaleddin Bildik, “Gramofon plağı ile aşk ilan edenler”, Akşam, 11 Aralık 1949, s. 5.
[2] Bildik, a.g.e., s. 5.
[3] Hikmet Feridun, “Plakta şiir”, Akşam, 29 Temmuz 1930, s. 3.
[4] Ali Ergur, Ses ile yankı arasında, Denizli: Raskolnikov Kitap, 2020, s. 75.
[5] “Galatasaray-Fenerbahçe,” Vakit, 2 Temmuz 1930, s. 6.
[6] “Fenerbahçe”, Akşam, 26 Mayıs 1931, s. 12.