Bizim oralarda (Ordu) şubat ayına “gücük” denir. Gücük, yani küçük. En kısa ay olduğu için besbelli.
“Gücük Yedisi” diye bir tabir daha vardır. Şubat ayının yirmisi veya yirmi birine rastlar. Hava tahminiyle ilgili özel bir gündür. Hava ya çok soğuktur ya da mevsim normallerinin üstünde iyidir. O gün, “Ya iti solutan ya da devenin boynuna kadar kar yağan” gün olarak tarif edilir.
Bu yıl çok kar bekledik. Büyük heyecanla meteorolojinin veya hava uzmanlarının -ne demekse- yapacağı açıklamaya odaklandık. Kar gelmedi. Gelmemesi bir açıdan iyi çünkü Gazze’de yaşanan soykırımda mağdur olan yüzbinlere doğru indiği takdirde… Allah korusun! Azgın güçlerin ittifak halinde desteklediği Siyonistlerin zulmünde inleyen ve zaten kötü hava şartları, açlık ve sefaletle inim inim inleyen mazlumları daha da perişan edebilir.
Kar, yine de güzeldir, normal -barış- zamanlarında…
Kendine özgü çekiciliği vardır. Kirleri ve günahları örter. Kar altında donmuş ayıplarımız ve utançlarımızı setretmesi açısından iyidir.
Duygu olarak da iyidir kar…
Şairlere, ressamlara, bestekarlara ilham verir. Baharın neşvesi olmasa da kendine özgü bir duruşu vardır sanat disiplinlerinde.
Ahmet Muhip Dıranas’ın, yüksek sesle okuduğumuzda tüylerimizi diken diken eden, adeta bir senfoniyi andıran Kar şiirinde geçen şu dizeleri; “Kardır yağan üstümüze geceden,/ Yağmurlu, karanlık bir düşünceden, / Ormanın uğultusuyla birlikte/ Ve dörtnala, dümdüz bir mavilikte/ Kar yağıyor üstümüze inceden” gözümüzü kapattığımızda bir pastoral tablo gibi de geçip gider zihnimizden. Uyandığımız karlı sabahlar, tıpkı Van Gogh’un buğday tarlası betimlemesi gibi uzayıp gider gözlerimizin önünde.
Hele, Sezai Karakoç’un “Ben bu şiiri yazdım aşık çeşidi/ Öyle kar yağdı ki elim üşüdü/ Ruhum seni düşününce ışıdı/ Her şeyi beni anlayınca anlayacaksın” dizeleriyle terennüm ettiği kar, anlaşılmayı bekleyen birinin içini üşüten bir serzeniş metaforu olarak belirir.
Türk edebiyatında kar çokça yer alır. Eski romanlarda olduğu kadar örneğin Orhan Pamuk’un aynı adlı Kar romanında kar imgesi yerli yerinde kullanılır. Şiirde ise daha belirgin ve çarpıcı dizelerle verilir. Ressamların ve fotoğraf sanatçılarının da en çok yararlandığı ‘malzeme’dir kar.
Onlarca şiir arasında…
Mesela, Cenap Şahabettin’in “Karlar.. bütün elhanı mezamir-i sükun/ Karlar.. bütün ezharı riyaz-ı melekutun”, Yahya Kemal’in “Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu/ Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu”, Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Bir hicret sevdasıdır ruhumu sardı yine/ Ruhum gibi pervasız yoldaşlar da bulundu/ Ruhum karıştı gitti bu kar tanelerine/ Şimdi yağan kar değil, ruhumdur kar yerine” ve Nazım Hikmet’in “Lambayı yakma, bırak/ Kalbe bir bıçak gibi giren hatıraların/ dilsiz olduklarını anlıyorum/ Kar yağıyor/ Ve ben hatırlıyorum”, Ahmet Telli’nin “Ellerin nasıl da üşüyor, bozacının/ Karlı sesi doluyorken odamıza/ Hava gittikçe kirleniyor bu kentte/ Ve aralıksız kar yağıyor kar yağıyor” dizelerinde kar bizi kendine çeken, içine alan imgeler metaforuna bürünmektedir.
Kar beyaz bir sayfa gibidir. Hiçbir şey yokmuş gibi üzerinde ama çok şeyi anlatır. Seyrederken ya hayal kurdurur veya hayatı okutur. Orhan Pamuk, Kar romanında şöyle bile getirir bu duyguyu: “Karın sessizliği, diye düşünüyordu otobüste şoförün hemen arkasında oturan adam. Bu bir şiirin başlangıcı olsaydı içinde hissettiği şeye karın sessizliği derdi. (…) Kar rüyalarda yağdığı gibi uzun uzun, sessizce yağarken cam kenarında oturan yolcu yıllardır tutkuyla aradığı masumiyet ve saflık duygularıyla arındı ve kendini bu dünyada evinde hissedebileceğine, iyimserlikle inandı.”
Japon edebiyatının önemli yazarlarından Yasunari Kavabata Karlar Ülkesi’nde, Dünyanın en güzel aşk romanı olarak bilinen Tolstoy’un Anna Karenina’sında, Thomas Mann’ın Büyülü Dağ’ında, Paul Auster’ın Kış Kitabı’nda, Camilla Lackberg’in Buz Prenses’inde, Tess Gerritsen’in Buz Gibi Soğuk’unda ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’unda, Ahmet Ümit’in Kar Kokusu’nda kar büyülü bir üslupla okurlarını selamlar.
Sabahattin Ali’nin çok bilindik Ayran öyküsünde kar öyle çok romantik bir dille anlatılmaz. Kar, evet, ayıpları örtmüştür ama çalışan insanlar için eziyete de dönüşebilir: “Köyden istasyona giden yol, eriyen karlarla diz boyu çamurdu. İki mızrak boyu yükselen güneş, tarlaları hala örten karların üzerinde pırıltılarla ve göz kamaştırarak yanıyor, fakat yoldaki pis su birikintilerine vurunca donuk sarı bir renk alıp boğuluyordu.”
Sözün özü:
‘Gücük’güzeldir, evet…
Ama karlı olursa…