Türk edebiyatında sıklıkla işlenen temalardan biridir gurbettir. Tasavvufla şekillenen klasik edebiyatımızda da gurbet teması vardır ve günümüzdeki kullanımından farklıdır. Günümüzde, özellikle köyden kente göçün başlamasıyla birlikte edebiyatımızda gurbet konusu insanların doğup büyüdükleri memleketlerinden çeşitli zorunluluklar sebebiyle ayrılıp yabancı bir yerde yaşamaya başlaması, çekilen sıkıntılar ve memleket hasreti çekmeleriyle şekillenmiştir. Toplumsal hafızamızda da gurbet olgusuna dair tasavvurumuz benzerdir. Oysa klasik edebiyatımızda gurbet olgusu sadece bu boyutuyla ele alınmamış, tasavvufi dünya tasavvurundan hareketle bir mecaz olarak kullanılmıştır. Klasik edebiyatımızda gurbet, insanın var edildiği ruhlar âleminden ayrılarak, bir cisme bürünerek dünyaya gönderilmesi olarak tasvir edilmiştir. İnsan dünyada gurbettedir, onun memleketi ruhlar âlemidir. Bu öyle bir ayrılıktır ki insan maddi olarak var edildiğinde sadece ruhlar âleminden değil aynı zamanda bir bütün olarak var olan mevcudattan da kopmuş olmaktadır. Dolayısıyla maddi dünyanın var edilmesiyle sadece insan değil bütün varlık âlemi birbirinden ayrılmış, gurbete düşmüştür. Âşık Yunus’un bir su üzerindeki dolabın çıkardığı sesi inleme olarak işitmesinin sebebi de budur. Dolap, sadece dağ başında bir ağaçken kesilip bir eşyaya dönüştürülmesinin acısıyla inlememektedir. O dağ başından ayrılmakla gurbete düşmüştür elbette ama asıl gurbet bütün mevcudatın bir ve tek olduğu o ruhlar âleminden ayrı kalmaktır. Fakat dolap, derdine rağmen boynunu bükmekte ve vazifesini yerine getirmektedir çünkü böyle olmasını emreden Çalap’tır. Gurbet acısıyla inlemekte fakat kaderine rıza göstermektedir. Tasavvufi âlem tasavvurunun en zarif ifadelerinden biridir. Bu hakikatin klasik edebiyatımızdaki bir başka ifadesi de Behiştî’nin bir şiirinde görülmektedir. Behiştî doğanın bir parçası olan deryaların dalgalanıp durulmasını bir insanın kararsızlığına benzetir ve içinde bulunduğu bu halin kendi kararıyla olmadığını belirterek bu kaderinin Mevla tarafından çizildiğine işaret eder. Deryanın böylesine dalgalanıp durulmasını tıpkı Âşık Yunus’un dolabın çıkardığı sesi yorumlayışı gibi yorumlar. Deryanın halden hale evrilmesini ruhlar âlemiyle ve yaratılışıyla ilişkilendirir. Hem Âşık Yunus’ta hem de Behiştî’de görüldüğü üzere klasik edebiyatımızdaki âlem tasavvurunda yaratılmış olan her şey birbiriyle ilişkilendirilir. İşte bu sebeple her şeyin birbiriyle bir arada bir bütün olarak var olduğu ruhlar âleminden ayrılmak ve dünyada maddesiyle var edilmek bir gurbet durumu olarak tasvir edilmiştir. Halk edebiyatı ve modern edebiyatta ise gurbet sıklıkla ilk akla gelen anlamıyla işlene gelmiştir. Türkler, Orta Asya’dan göç dönemlerinden bu yana geçen yüzyıllar içinde, göçebe toplum yapısından toprağa yerleşik toplum yapısına kavuşana kadar hep gurbetin içinde kalmıştır. Belki de bu yüzden gurbet, halk şiiri ve klasik Türk edebiyatında olduğu gibi modern Türk edebiyatında da sıklıkla işlenen konulardan biri olmuştur. Yerleşik toprak yapısına geçtikten yüzlerce yıl sonra bile, Cumhuriyet döneminde köyden kente göç ve Almanya’ya göç gibi gelişmeler de Türk romanında da gurbet temasının yoğun bir şekilde işlenmesine sebep olmuştur. Bu eserlerden bazılarını sizler için derledim. İyi okumalar dilerim.
Önerdiklerim
Gurbet Kuşları / Orhan Kemal / Everest
1950’li ve 60’lı yıllarda göçler ve inşaatlarla çehresi hızla değişmekte olan İstanbul Gurbet Kuşları’nın acımasız toprağıdır. Ekmek kavgası uğruna İstanbul’a göçmüş Anadolulular, bu değişimin rüzgârından nasiplenmeye çalışan açıkgözler ve kendini bu insanların sırtına basarak dönüştüren sistem, İstanbul kadar yaşamın da rengini değiştirmektedir. Tam bu değişimin ortasındaki insanlar Orhan Kemal’in usta kalemi ve her zaman insana sevgi dolu olan duruşuyla sunuluyor okurlara. Orhan Kemal’in kitapları bir okurun hayatta rastlayabileceği o çok nadir hazineler arasında yer alır. Çok az yazar okurunun dünyasında onun kadar iz bırakır, çok az yazar okurunu onun kadar biçimlendirir. Denilebilir ki her okurun hayatında, Orhan Kemal’in öncesi ve sonrası iki farklı zamandır. Onun kitapları aracılığıyla insan ve yaşam sevgisi, adalet ve vicdan duygusu, öğreticilik kaygısı güdülmeden, sadece bir insancıl bakışla girer hayatımıza.
Refik Halid Karay, Memleket Hikâyeleri’nin devamı niteliğinde olan Gurbet Hikâyeleri’nde ikinci sürgünlüğünü geçirdiği Ortadoğu’yu güçlü kalemiyle resmeden Refik Halid Karay, hatıra karakterindeki satırlarıyla gurbette duyulan vatan hasretini somutlaştırarak okura taşıyor.
Gurbet Hikâyeleri / Refik Halid Karay / İnkılâp
“İstanbul’dan bahsedecektik. Uzakta kalanlar için İstanbul’un kaldırımları bozuk değildir, sokaklarda çamur ve süprüntü yoktur; tramvaylarda ve vapurlarda azap çekilmez. Musluklardan terkos yerine kevser akar, sersemletici lodos ılık bir buse, dişleyici poyrazı bir serin nefestir. Bilhassa çölde onu konuşurken hep beyaz yelkenlerin kayıp gittiği şurup renkli denizler, avize gibi şıkırdayan pınarlar, ağızlarından şekerleme kadar tatlı sözler dökülen kızlar görürsünüz.” Refik Halid Karay, Memleket Hikâyeleri’nin devamı niteliğinde olan Gurbet Hikâyeleri’nde ikinci sürgünlüğünü geçirdiği Ortadoğu’yu güçlü kalemiyle resmeden Refik Halid Karay, hatıra karakterindeki satırlarıyla gurbette duyulan vatan hasretini somutlaştırarak okura taşıyor. Yeraltında Dünya Var’da ise memleketlerinin sınırları dışında yaşayan Nihan ve Nebil karakterlerine hayat verirken, aşk, yalnızlık ve macera temalarının arasında İstanbul hasretini işliyor.
Gurbet Pastası / Uğur Biryol / İletişim
Hemşinliler, geçtiğimiz yüzyıl dönümünde ekmek parası kazanmak için Rusya gurbetine gittiler. Orada, ekmek ve pasta yapmayı öğrendiler. Hem de çok iyi öğrendiler. Bizzat Rusya’da nam salacak, İran’da, Polonya’da muteber pastaneler açacak kadar. Sonra, Hemşinliler fırıncılığı, pastacılığı bütün Türkiye’ye taşıdılar. Memleketin hem büyük kentlerinde hem taşrasında pastaneler açtılar; pek çok yerde, oranın ilk pastanesiydi bunlar… Uğur Biryol’un sözlü tarih çalışmasına dayanan kitabı, bu uzun mu uzun göç hikâyesinden enstantaneler sunuyor. Rusya’ya ilk gidişte çekilen meşakkatten saltanatlı patronluk günlerine, Ekim Devrimi’nden sonra Tahran’a, Polonya’ya, hatta Nazi kamplarına uzanan gurbet hikâyeleri… Türkiye’nin ünlü pastanelerinin geçmişi.. Hemşin’in sosyal dönüşümü ve ‘terk edilişi’… Pasta ve fırın ustalarının sanatlarına ve bu sanatta Hemşinlilerin özel yerine dair anlattıkları…
Gurbet Yolcusu / Burhan Cahit Morkaya / Dorlion
Doktor Kadri Bey, salgın hastalık taraması için gittikleri Anadolu’nun bir köyünde zeki olduğunu düşündüğü Recep’i okutmak üzere yanına alır. Okutur, büyütür ve doktorluk ihtisası yapmak üzere yurt dışına eğitime gönderir. Kendisinden çok küçük olan ve yıllar önce odalarını ayırmış oldukları eşi Leyla ile bir evi paylaşan iki dost olmuşlardır. Ancak eşi Leyla Hanım, duygularına hâkim olamaz ve Recep’i elde etmek ister. Ancak Recep duygu, düşünce ve Velinimetine olan vefa borcu nedeniyle bu ilişkiye her seferinde karşı koyar. Fakat bu karşı çıkışları ve direnmeleri ruh sağlığını ve dengesini bozar. Bir ruh hastalıkları uzmanı olarak, kendisini ne kadar kontrol etmeye ne kadar tedavi etmeye çalışsa da sonunda dönülmeyecek bir noktaya geldiğinde beklenmeyen bir şey olur. İşte beklenmeyen bu şeyler aile üyelerine umulmadık bir son hazırlamaktadır… Servet-i Fünûn ve Vatan Gazeteleri yazarı Burhan Cahit Morkaya’nın kaleminden…
Yeni Çıkanlar
Kuru Kız / Ayfer Tunç / Can
Ushuaia, Arjantin’in Tierra Del Fiego – Ateş Toprakları eyaletinin başkentidir. Dünyanın sonundaki şehirdir. Ushuaia’nın güneyinde sadece askerî üslerde insan varlığı bulunur. Antarktika’ya yakınlığı nedeniyle iklimi bir hayli serttir. 2013 sayımına göre nüfusu 60 bin olan Ushuaia’da bugün 70 bin kişinin yaşadığı tahmin edilmektedir. Son yıllarda turizmin gözde yerlerinden biri haline gelen şehirde, Dünyanın Sonu Müzesi, Dünyanın Sonu Deniz Feneri, Dünyanın Sonu Postanesi ve Dünyanın Sonu adını taşıyan pek çok otel, motel, restoran, kafe gibi çeşitli işletmeler bulunur. Antarktika yolculuklarının çıkış noktasıdır. Ushuaia’da isteyenlerin pasaportlarına “Fin Del Mundo – Dünyanın Sonu” damgası vurulur. Kimi turistler buna beş peso kimileri de on beş dolar ödediklerini söylerler. İkisi de doğrudur, damganın gerçek fiyatı belirsizdir. Dünya bir şaka olmalıdır ayrıca. Ayfer Tunç, okurlarını taşranın karanlığından alıp dünyanın bir ucuna götürüyor. Şimdilik daha ötesi yok. Kuru Kız, tüm zamanların mağdurları üzerine, yenilikçi, ezber bozan bir roman.
Efe Murad’ın, hikâyeyi kurma ve aktarma biçimleri üzerine düşünen, metinsel olanın kolektifliğini sorgulayan, bilinç katmanları arasında dolaşarak farklı yataklarda akmayı deneyen romanı Ölü Şair, Aykırı Seyir’in yayımlanan ikinci kitabı.
Meşrutiyet’in Meşrutiyeti / Hasan Barlak / Yeditepe
Osmanlı Devleti’nde 1876 yılında I. Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle yaşanan ilk meşruti monarşi tecrübesi kısa ömürlü olmuştu. 1908’de İttihad ve Terakki Cemiyeti tarafından gerçekleştirilen “Jön Türk İhtilali” sonucunda meşrutiyet yeniden ilan edildi. Siyasi, iktisadi ve ictimai sahalarda ciddi sorunlarla karşı karşıya olan devleti, meşruti idarenin kurtaracağına inanılıyordu. Fakat sıkıntıların arkası kesilmedi, meşrutiyete karşı tepkiler de gelişti. Osmanlı Devleti’nde siyasi teşebbüslerin kabulü için şeriatın onayı önemliydi; topluma meşrutiyetin İslam’a uygun bir yönetim şekli olduğunu anlatmak gerekiyordu. Bundan dolayı ulema ve İslamcı entelektüeller sahneye çıktılar ve meşrutiyetin meşruiyetini kanıtlamak için vaazlar verdiler, yazılar yazdılar. Onlar, modern siyasi düşünceleri ve uygulamaları İslami esaslar üzerinden ele alarak meşruti idareyi İslami kavramlar, değerler ve gelenekler çerçevesinde yorumlamaya çalıştılar. Bu kitapta, Türk siyasi hayatında demokrasi kültürünün gelişmesine olumlu yönde katkı sağlayan söz konusu fikirler ve yaklaşımlar incelendi ve değerlendirildi.
Keşke Hiç Olmasaydık / David Benatar / Doğu Batı
Dünyaya gelme bahtsızlığı büyük bir kötülük ve telafisi mümkün olmayan bir zararı içinde taşır. Bunu felsefenin şimdiye kadar kulaklara hoş gelen, yürekleri teselli eden tatlı ve melankolik sesiyle değil, son derece katı ve mantıki bir dille savunur kitabın yazarı David Benatar. Ve iflah olmaz iyimserlere fena sürprizleri vardır. Çünkü bütün hayatlar göründüğünden çok daha fazla acı bir tecrübeye sahiptir. Sürekli yükseltilmeye çalışılan mutluluk, zevk ve keyif standartları gerçek rakamlara döküldüğünde derin bir içsel sefaleti ve mutsuzluğu gizler. Yeryüzüne adım atmış olmakla insan esasen çekmeyeceği ıstıraplara gebe kalmıştır. Bu yüzden gelecek adına ideal nüfus “sıfır” olmalıdır ve mesken tutulan bu dünya yaşamak, hayal kurmak ve temelinde çocuk yapmak için ideal bir yer değildir. “Sonunda Eyüp ağzını açtı ve doğduğu güne lanet edip şöyle dedi: Doğduğum gün yok olsun, ‘Bir oğul doğdu’ denen gece yok olsun. Karanlığa bürünsün o gün… Zifiri karanlık yutsun o geceyi… Çünkü… Anamın rahminin kapılarını üstüme kapamadı. Neden doğarken ölmedim, rahimden çıkarken son soluğumu vermedim?”
Ölü Şair / Efe Murad / İthaki
Efe Murad’ın, hikâyeyi kurma ve aktarma biçimleri üzerine düşünen, metinsel olanın kolektifliğini sorgulayan, bilinç katmanları arasında dolaşarak farklı yataklarda akmayı deneyen romanı Ölü Şair, Aykırı Seyir’in yayımlanan ikinci kitabı. “Yazılan her şeyi okuyarak yaşamış tüm insanların zihnine girmeyi arzuluyorum. Yaşamış ve yaşayacak tüm insanların zihinlerine yayılmak, orada onların benim daha önce düşünmediğim düşüncelerinde yaşamak. İnsanların tüm anladıklarını, bildiklerini onca mekân ve zaman farkına rağmen anlayabilmek… Gelecekte yazılacak metinleri bilmem imkânsız ama her şey geçmişte de mevcut. İnsanlar geçmişi yeniden kurgulayacaklar. Bilip düşünülebilecek her şeyi bilmek ve düşünmek için. Ardı arkası gelmeyen bir delilikle, insanların aklından geçenleri tahmin etmek. İnsanların neyi söyleyeceklerini, hatta nasıl, ne şekilde ve hangi kelimelerle söyleyeceklerini durmadan düşünerek ve çoğu kez de doğru tahmin ederek, kendimi her şeyi bilen o açık zihne yaklaştırmaya çabalıyorum.”
Erhan Genç’ten tavsiyeler
Bu sayımızda, Kimsenin Atlamadığı Balkonlar, Çilek Ağacı, Mavi Minibüs, Çok Değil, Güzel Yazan Yaşar!, Şimdilik Havadisler Bunlar ve Bir Masa Yetiyor Bana eserlerinin sahibi, edebiyatçı ve yazar Erhan Genç’e “Hangi kitapları okuyalım?” diye sordum. İşte aldığım cevaplar:
Don Quijote / Miguel de Cervantes Saavedra / Yapı Kredi
“Romanın ‘öz’ babası Miguel de Cervantes Saavedra, kendisini izleyen tüm romancıları yapıtlarının ‘üvey’ babası konumuna düşüreceğini -çünkü Don Quijote’den şu ya da bu biçimde etkilenmemiş tek büyük romancı yoktur- (…) okuruna seslenirken bilebilir miydi?” Jale Parlanın yerinde saptamalarıyla: “Shekaspeare’le birlikte belki de ilk kez ‘modern’ okuru düşleyen” ve sadece “şövalye romanları”nınn değil, “Rönesans’ta kullanılan bütün yazınsal türlerin otoritesini yıkan” bu öncü yazarın, “1605 yılından beri en çok okunan, en çok sevilen, en çok yorumlanan ve yeniden en çok yazılan” ve belki postmodern anlatıyı bile dört yüzyıl önceden haber veren bu öncü romanı, ilk kez tam anlamıyla Tükçede. La Mancha’lı Yaratıcı Asilzade Don Quijote, Roza Hakmen’in İspanyolca aslından yaptığı tam metin çeviriyle (ve Ahmet Güntan’ın şiir çevirileriyle) nihayet dilimizde.
Pamuk’un “İlk ve son siyasi romanım” dediği Kar, Türk edebiyatında 1990’ların siyasi atmosferini ele alan, dönemi bütün şiddeti ve çatışmalarıyla anlatan en iyi ve en iddialı romandır.
Keyfekader Kahvesi / Aykut Ertuğrul / Ketebe
Bir yazarın ilk kitabını dikkatle inceleyen “örnek okur”, orada onun kalan ömrü boyunca yazdıklarının izlerini de bulabilir. Keyfekader Kahvesi işte bu yüzden Aykut Ertuğrul’un, öykülerinde etrafında dolaşıp durduğu temaların en saf halde bulunabileceği kitaptır. Labirentler, birbirine bakan aynalar, Doğu ve Batı edebiyatının klasik metinleriyle kurulan akrabalık bağları, kahramanlık, deliliğin sınırları, rüyalar ve bütün bu hikayeleri bir sis gibi kuşatan ölüm, ayrılık ve kader… “Hamle sırası bende! Başından beri kaçıp durduğum, görmezden geldiğim bu çetrefil oyunun zoraki oyuncusuyum artık. Kaçacak yerim yok. Kâtip ile Kara Köpek avluda sabırsızca volta atıyor, kararımı bekliyorlar. Ayak sesleri: Biri serseri bir kurşunun ete saplanışı gibi hoyrat ve tok, diğeri keskin bir kılıcın, ipek bir eşarbı ortadan ikiye ayırışı kadar tekinsiz, yumuşak… Bir an önce karar vermeliyim.”
Bir At Bara Girmiş / David Grossman / Siren
Kitapları otuzu aşkın dilde okunan büyük yazar Grossman, ustaca kurguladığı bu çarpıcı metinde son sayfasına değin soluk kesen bir öykü anlatıyor ve okurunu, sahnesinde tuhaf bir adamın, Dovaleh G.’nin dikildiği komedi kulübünün kapılarından içeriye sokuyor. Dovaleh G., parlak spotların altında, onu meraklı gözlerle izleyen seyircinin karşısında hayatını temize çekiyor ve adeta bir psikiyatrın koltuğunda uzanmışçasına geçmişin loş dehlizlerine dalıyor. Ters köşelerle dolu bir gösteri bu; sahnedeki adam kendi hikâyesini anlatıyor ve bu hikâyede espriler, seyircinin suratında birer yumruk gibi, birer tokat gibi patlıyor. Man Booker Uluslararası Ödülü’ne layık görülen ve samimi, doğrudan anlatımıyla büyük övgü toplayan eser, herkesin derdinin kendine olduğu, her koyunun kendi bacağından asıldığı dünyada onca yalnızlığa rağmen görülmeye, duyulmaya, anımsanmaya duyulan ihtiyacın ve kahkaha ile gözyaşları arasındaki bir arpa boyu mesafenin romanı.
Kar / Orhan Pamuk / Yapı Kredi
Pamuk’un “İlk ve son siyasi romanım” dediği Kar, Türk edebiyatında 1990’ların siyasi atmosferini ele alan, dönemi bütün şiddeti ve çatışmalarıyla anlatan en iyi ve en iddialı romandır. Kar’ı, romanın yazılış ve yayımlanma süreçlerinin daha önce bilinmeyen ayrıntılarına değinen bir sonsözle birlikte yayımlıyoruz. On iki yıldır Almanya’da sürgün olan şair Ka Türkiye’ye dönüşünden dört gün sonra, bir röportaj için Kars şehrinde bulur kendini. Ağır ağır ve hiç durmadan yağan karın altında sokak sokak, dükkân dükkân bu hüzünlü ve güzel şehri ve insanlarını tanımaya çalışır. Kars’ta ağzına kadar işsizlerle dolu çayhaneler, dışarıdan gelmiş ve kardan mahsur kalmış gezgin bir tiyatro kumpanyası, intihar eden ve türban direnişi yapan kızlar, çeşitli siyasal gruplar, dedikodular, söylentiler, Karpalas Oteli ve sahibi Turgut Bey ile kızları İpek ve Kadife ve Ka için aşk ve mutluluk vaadi vardır. Kar Türkiye’nin temel siyasi çatışmalarını anlamamız için okunması gereken bir roman.