‘Hafıza’mızdan Çıkmasın Diye…

15 dakikada okunur

Şeref Yumurtacı

Daha ziyaret etmediyseniz; Edirnekapı Şehitliğini, Mehmet Akif Ersoy’u, Kafkas İslam Orduları Kumandanı Nuri Killigil Paşa’yı, Meçhul Asker’i, 15 Temmuz işgal girişimine dur diyerek, bizlere canları ve kanları ile bu bayrağı bir kez daha armağan eden Şehitlerimizin kabirlerini, Şehitliklerimizi, mutlaka ziyaret edin isterim.

Kıymetli Dostlar; yeni güne ulaşanlara selam, ulaştıran Rabbime hamdolsun;

Bugün sizlerle birlikte 15 Temmuz gecesi gerçekleşen hain işgal girişimine karşı destansı bir mücadele vererek Malazgirt ruhunun, Çanakkale ruhunun hala bu milletin sinesinde alev alev yandığını gösteren kahramanlarımızı ve onların aziz hatırasına inşa edilen Hafıza 15 Temmuz Müzesi’ni ziyaret edeceğiz.

Bu ruh Çanakkale ruhu!

Ümmetin Son Kalesi Türkiye, 15 Temmuz 2016 gecesi satın alınmış 1 dolarlık kanı bozuk vatan hainleri tarafından gerçekleştirilmeye çalışılan bir darbe -daha doğrusu bir işgal girişimi- ile daha karşı karşıya kaldı. Milletin vergisi ile milleti korumak için alınan tankların namluları, silahları, mermileri millete doğrultuldu.  Defalarca darbelerle terbiye edilip yüzyıllarca geriye götürülen bu necip milletin artık sabrı kalmamıştı. Milletin iradesi ile seçilen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısı ile sokaklara dökülen halk yüzlerce şehit verdi fakat hainlere geçit vermedi.

Asil milletimiz Allah’ın izni, yöneticilerinin feraseti ve göğsündeki iman ile makûs talihine bu defa dur dedi! Bu dur deyiş aynı zamanda hem Türkiye için hem de tüm dünya mazlumları için bir sonun başlangıcı oldu.  Millet salâlarla, ezanlarla verdiği bu topyekûn mücadele ile tekrar şahlanışının başlangıcını dünyaya duyurmuş oldu. 

Edirnekapı Şehitliği; Sır Tekke

“Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı:

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehit oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.”

Sırlara dolu bir kabristan, bir şehitlik Edirnekapı Şehitliği… Şehitlikten içeriye girdim girişteki şehitlik anıtının hemen yanında yer alan bayrağa takıldı gözüm…

Uzunca baktım, baktım baktım…

Ömer Halisdemir’i gördüm!

İlhan Varank’ı, Erol Olçak’ı, Abdullah Tayyib’i, Türkmen Tekin’i gördüm!

Malazgirt’te, Niğbolu’da, Çanakkale’de, Sakarya’da tekbir sesleri ile işgalcilere karşı canlarını verip vatanlarını vermeyen yiğitleri gördüm…

Halime Çavuşu’u, Şerife Bacı’yı, Gördesli Makbule’yi, Emir Ayşe’yi gördüm.

İstanbul’un fethi sırasında şehit olan askerlerimizin topluca gömüldüğü alan olan Edirnekapı, 1453 yılında İstanbul’un fethi sırasında, surların önünde savaşırken şehit düşen Müslüman askerlerin defnedildiği yerdir. Osmanlı döneminde “Sır Tekke” denen bu ilk şehitliğin yeri bugün kesin olarak bilinmemekle birlikte Osmanlı zamanında, bayram sabahları camiden çıkan cemaatin “Sır Tekke”de toplanıp şehitlerin ruhlarına dua ederlermiş.

Edirnekapı’dan Eyüp ve Rami’ye giden yolun iki tarafında yer alan, İstanbul’un altıncı tepesinde bulunan bu geniş mezarlık, imar faaliyetleri sonucu bugün altı adaya ayrılmış durumdadır. Edirnekapı ve Sakızağacı şehitlikleri bu altı adadan ikisini oluşturur. Çevre yollarından Haliç Köprüsü bağlantısını sağlayan iki otoyol arasında kalmış olan, içinde Şeyhülislâm İbn Kemal Türbesi’nin de bulunduğu kısım üçüncüyü, bu parçanın aşağısında yer alan Otakçılar Mezarlığı dördüncüyü, sur kapısında çıkıldığında sağa düşen ve Haliç’e bakan en geniş kısım beşinciyi, sur kapısının solundaki içinde iki bileği kesilerek şehid edilen Sultan Abdülaziz Han Hazretleri’nin intikamını almak içinHüseyin Avni Paşa’yı öldüren Şehit Kolağası Çerkez Hasan’ın açık türbesi de bulunan bölüm ise altıncıyı teşkil etmektedir.

Her köşesini anlatamayız ama şehadetin o güzelliğini ve her bir şehidimizin vatan aşkını derinden hissederiz diye umuyorum… Daha sözlerimin başındayken söyleyeyim. Eğer hala daha ziyaret etmediyseniz; Edirnekapı Şehitliği’ni, Mehmet Akif Ersoy’u, Kafkas İslam Orduları Kumandanı Nuri Killigil Paşa’yı, Meçhul Asker’i, 15 Temmuz işgal girişimine dur diyerek bizlere canları ve kanları ile bu bayrağı bir kez daha armağan eden şehitlerimizin kabirlerini, şehitliklerimizi, mutlaka ziyaret edin isterim.

Hafıza tazeleyen müze

Edirnekapı Şehitliği ziyaretinin ardından önce Saraçhane’ye İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin önüne geçtim. O geceyi adeta orada adeta tekrar yaşadım. O gece orada şehit olan ve Şehzadebaşı Cami’ne defnedilen Prof. Dr. İlhan Varank’ın kabrini ziyaret ettim.  Ardından 15 Temmuz gecesi en kanlı çatışmaların yaşandığı yerlerden biri olan 15 Temmuz Şehitler Köprüsü’nün hemen Anadolu Yakası girişine, 15 Temmuz destanını gelecek nesillere aktarmak ve ortak hafıza oluşturmak amacıyla hain darbe girişiminin üçüncü yıl dönümünde Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın katılımıyla açılan Hafıza 15 Temmuz Müzesi’ni ziyaret ettim.

Metrobüsten indiğimde ilk olarak otobüs durağındaki kurşun izleri dikkatimi çekti. İçim bir kez daha ürperdi. Önce şehitler makamına çıkıp oturdum. Orada bir süre o geceyi düşündüm. Sonra hemen makamın yanı başına inşa edilen Hafıza 15 Temmuz Müzesi’ne geçtim.

1500 metrekare üzerine iki katlı olarak inşa edilen müzenin zemin girişindeki duvarda “Unutma” yazısı ile 15 Temmuz şehitlerinin isimleri ve onları temsilen tavandan sarkan beyaz güvercinler bulunuyor. Müzenin girişinde bulunan dev ekranda da 15 Temmuz videoları ve belgeselleri gösteriliyor. 15 Temmuz gecesi şehitlik mertebesine ulaşan ve gazi olan vatandaşlarımızın kullandıkları eşyalar da burada sergileniyor. Sergilenen eşyalar arasında; darbeci tuğgeneral Semih Terzi’yi vurarak darbenin seyrini değiştiren Astsubay Ömer Halisdemir’in beresi ve kaması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın televizyonda millete çağrı yaptığı Hande Fırat’a ait cep telefonu, Gazi Bilal Özyıldırım’a ait kurşun isabet etmiş motosiklet kaskı, Gazi Abdullah Çay’a ait kurşun isabet etmiş anahtar, Şehit Necmi Bahadır’a ait kurşun isabet etmiş cüzdan ve fotoğraf, Gazi İdris Akdoğan’a ait kurşun isabet etmiş telefon, darbecilerin kullandığı tankın ezdiği otomobil ve üst katta zarar gören motosiklet ve şehitlerin ayakkabıları yer alıyor.

İnsanat Bahçesi

Müze’de en çok dikkatimi çeken ve beni en çok etkileyen bölüm ülkemizde ve dünyada yapılan darbeler ve sömürgecilik tarihine dair bilgilerin yer aldığı bölüm oldu.  Fotoğraf kareleri arasında yürürken nutkum tutuluyor gözlerim doluyor ilerlemekte güçlük çekiyordum. Zincire vurulmuş siyahi bir yerli, Afrika’nın içinde bulunduğu durumu adeta özetliyordu. Fotoğraf karelerinin her birini anlatamam ama birkaç tanesine değinmeden de geçemeyeceğim. Mesele zincire vurulmuş o siyahi Afrikalının hemen yanında yer alan fotoğraf karelerinden birinde kafes içinde etrafı demirlerle çevrilmiş alanda siyahi bir anne ve çocukları görünüyor. Fotoğrafa iyice yaklaştığımda aslında Barbar Avrupa’nın içyüzünü gösteren bir fotoğraf karesi olduğunu anladım. Daha 1900’lü yılların başına kadar Avrupa’nın birçok şehrinde varlığını devam ettiren “İnsanat Bahçesi” olarak anlatılan bir yerde çekilmiş bir kareydi bu. Bu insanat bahçesinde Afrikalılar, Kızılderililer, Aborjinler gibi topluluklardan tutsak edilen insanlar sanki birer hayvanmışçasına Avrupalılar tarafından hapsedilerek seyrediliyordu.

Bu hapsedilenlerden biri Ota Benga idi. Ota Benga’nın tıpkı diğer Afrikalı insanlar gibi bu insanat bahçesine gelmesinin ilginç bir hikâyesi vardı. Ota Benga, pigme (Afrika’da yaşayan, cüce denecek denli kısa boylu siyahi olan kimselere verilen isim.) bir toplulukta yaşayan bir yerliydi. Bir gün çıktığı avdan köyüne geldiğinde karısının ve çocuklarının ve kabilesindeki diğer kişilerin öldürüldüğünü gördü. Bu vahşeti yapanlar Amerika’dan ellerinde bir kağıtla buraya gelen kişilerdi. Ellerindeki kağıtta şöyle yazıyordu: “1 adet pigme şefi, şefin eşi, 1 yetişkin erkek, 1 yetişkin kadın, 1 evlenmemiş genç kadın, 2 çocuk, 1 kadın rahip, 1 erkek rahip (veya tıp doktoru), mümkünse yaşlı. Bu sayılanların hepsi pigme olacak.” İşte bu listedeki yetişkin erkek Ota Benga oluyordu. Ota Benga ve yanındakiler, 1904’te götürüldükleri Amerika’da önce insanat bahçesi şeklinde hazırlanan bir sergide tutsak edildiler.

Ziyaretçiler, Afrika’nın saf yamyamlarından biri diye lanse edilen Ota Benga’nın kendisini görmek için 25 sent, ekstradan bir de dişlerini görmek için fazladan 5 sent para ödüyorlardı. Bir insan daha ne kadar aşağılanabilir derken Amerikalılar onu 1906’da Bronx Hayvanat Bahçesi’nde maymun ve orangutanlarla aynı kafese attı. Bir süre burada kalan Ota Benga yaşadıklarını hiçbir zaman unutamadı ve 1916 yılında intihar ederek hayatına son verdi.

Bu vesile ile aziz milletin bir neferi olmanın verdiği gururla, bu toprakları bize canları ve kanları ile emanet eden tüm şehitlerimizi bir kez daha rahmet minnet ve dua ile anıyorum.

Önceki Yazı

‘Yağmurdan Sonra’ 28 Şubat’a Tokattır

Sonraki Yazı

Darbeler Halkı Hizaya Getirme Operasyonlarıdır!

Son Yazılar

“Afgan Kızı” İstanbul’da

İstanbul Sinema Müzesi Stanley Kubrick sergisi sonrasında iddialı sergilerine Steve McCurry’nin fotoğraflarından oluşan “Fotoğrafçı” sergisiyle devam