Harcanan eğitim

6 dakikada okunur

16 yaşında bir oğlum var. 11 yıldır öğretmenleri, öğrencileri, ders materyallerini gözlemliyorum. Gördüklerimden, şahit olduklarımdan dolayı çok üzgünüm. Çocuklarımızın bu kadar vasat ve çarpık bir eğitim sisteminin içinde kapana kıstırılmış olması beni isyan ettiriyor. Çok daha iyisini yapabilecek insan kaynağımız mevcut iken, yetinmek zorunda bırakıldığımız sistemden ötürü öfkeliyim. Cumhuriyetimizin kurulduğu dönemde uygulanmaya konulan eğitim modelinin o zaman dünyadaki en yeni pedagojik temeller üzerine kurulmuş bir ekol olduğu bilgisinden hareketle, yüz yıl sonraki tabloda, eğitimin özünün sorgulama ve analitik düşüncenin geliştirilmesinden tamamen uzaklaşmış köhne işleyişini fark etmek beni kahrediyor.

Türkiye’deki eğitimin ana hatlarındaki gözlemlerimin dışında,müzik derslerini mesleğim icabı değerlendirdiğimde, müziğin okullardaki esas işlevinin okul törenlerine, dolayısıyla da milli bayramlara hizmet etmek olduğunu gördüm. Müziğin zekayı geliştiren, farkındalığı artıran ve kavrayışı zenginleştiren boyutları kesinlikle ele alınmıyor.

Bu gözlemlerim hakkındakonuşmaya ve yazmaya başladıktan sonra,müzik eğitimcileri, müzisyenler ve alanla ilgili farklı disiplinlerden uzmanlardan oluşan bir grubun çalıştayını da düzenleyerek bir inceleme raporunun hazırlanmasına vesile oldum. Pandeminin başıydı. Milli Eğitim Bakanı aradı. Genel eğitimdeki müzik dersinin yeniden yapılandırılması için bir proje hazırlayıp kendilerine sunmamı istedi. Projeyi hazırlayıp sundum. Projemin kabul gördüğü, ancak pandemiden ötürü mevcut müzik ders kitaplarının dijitale aktarılması konusunda acil bir ihtiyaç bulunduğu, ilk aşamada bunun ele alınması gerektiği söylendi bana.

Bu noktada eğitimde dijitalleştirme için bir Dünya Bankası kredisinin için alınmış olması bakanın ve benim esas niyetimin tamamen önüne geçmiş oldu. Dijitalleştirmenin sınırlı bir sürede tamamlanması planlandı, ancak tabii ki sorunlu bir eğitim programını neresinden tutarsanız tutun elinizde kalacağı için bu süre uzadı da uzadı. Tüm bir yaz maalesef elle tutulur hiç bir tarafı olmayan o ders kitaplarının dijitalleştirilmesi için uğraş verildi ve zaten kusurlu o içerik bu kez de sanal alemde kalıcı hale getirildi.

Sonbaharda benim sabrım taştı ve yeni eğitim programı hazırlamak için çalışmak istediğimi söylediğimde “Buyrun, bir sunum hazırlayın ve anlatın” denildi. Bir ay gece gündüz durmadan çalışıp, iki yıl sürecek bir çalışmanın tüm bileşenlerini, oluşturduğum bir ekiple projelendirdik. Bu kez de, “Ama önce halihazırdaki programın eksiklikleri üzerine rapor hazırlanması gerek, bunu ancak o şekilde değerlendirilebiliriz, rapor onay görürse yeni bir program için çalışılabilir, ancak tabii ki o da bir onay sürecine tabi;üstelik yeni program yazmak için gerekli olan finansman da hali hazırda bulunmuyor” denildi. Yön şaşırtan bir labirentin içinde olduğumu gördüm.

Nihayetinde Bakan’ın görevlendirmesi boşa çıktı. Bir bakan yardımcısı “Niçin uğraşacaksınız? Yeni bir eğitim programı zor; Talim Terbiye ile uğraşmak lazım. Gelin iyileştirmeleri imkanların olduğu dijitalleştirme yoluyla yapalım” dedi. Ben o zaman ceketimi alıp çıkmam gerektiğini anladım.

Bir toplumun en değerli kaynağının insan olduğunu düşünüyorum. Eğitim ise, bu kaynağın işlendiği ve bireylerin potansiyellerine ulaşma fırsatlarının onlara sunulduğu yegane zemindir. Sağlam bir gelecek inşa etmenin başka yolu yok.

 

Önceki Yazı

“La Reprise” ilk kez 9 Eylül’de Türkiye’de

Sonraki Yazı

Küçük Prens’i bir dünya haline getirmek istedik

Son Yazılar

YKY’de son çıkanlar

Yapı Kredi Yayınları eylül ayında birçok yeni kitap çıkardı. Yapı Kredi Yayınları’nın çıkardığı bu kitaplara gelin